Bir tarafta, yürütme organını güçlendirmeyi ve ülkenin hükümetsiz kalmamasını, temel felsefesi yapmış bir Anayasa var. Diğer tarafta "Koalisyon kuramıyorum" diyen, ancak 40 gündür elinde tutmasına rağmen "Hükümeti kurma görevini iade ediyorum" diyemeyen Cumhurbaşkanı ile anlaşmalı bir Başbakan.
Türkiye, Cumhurbaşkanı ve Başbakanı eliyle büyük bir anayasa krizi yaşıyor.
Anayasa, bir ülkede birlikte yaşama iradesinin ortak bir belgesidir, bir toplum sözleşmesi. Hukuki ve siyasal düzenin meşruiyetinin temelini oluşturan, Prof. Mümtaz Soysal'ın ifadesiyle bütün yasaları doğuran bir metindir anayasa.
Kimse, 1982 Anayasası'nın bir darbe anayasası olduğunu öne sürmesin. Darbeyi yapan generallerin son biçimini verdiği o anayasa, koalisyon ortağı ya da tek başına 33 yıldır iktidardan geçmeyen bir siyasi çizgi kalmamasına rağmen hâlâ ayaktaysa... Ve siviller, darbeci generallerin işine gelen anayasa hükümlerini tepe tepe kullanıyorlarsa, o ülkede "darbecilerin yaptığı anayasa da darbecilerin anayasası olma" vasfını yitiriyor.
Velhasıl, 1982 Anayasası, uzun süredir darbecilerin değil, onların kurdukları düzeni kendilerine uyduran sivillerin anayasasıdır.
Anayasa değişmeden sistem nasıl değişti?
Koalisyon arayışı sürecinde de gördük ki, devletimiz, misal Diyadin'de iki çocuğu daha "ölü ele geçirirken" devletimizi yönetenler Ankara'da Anayasa'yı bir kez daha ihlal etmekle meşguldü.
Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda "muhalefet partilerinin hiçbir zaman dürüst olmadığını, Türkiye'de dürüstlüğün sembolünün AKP olduğunu" öne sürerken, Anayasa karşısındaki vaziyetini sözünü esirgemeden ortaya koydu:
"İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir."
"Anayasa'yı bana uydurun" diyen bir Cumhurbaşkanı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da, bu sözlerden bir gün önce, CHP ile uzlaşamadıklarını ilan ettiği 13 Ağustos'ta, hükümeti kuramasa da hükümeti kurma görevini iade etmeyeceğini duyuruyordu.
Davutoğlu, bugün de (17 Ağustos 2015) "MHP ile de anlaşamadıklarını, bir koalisyon veya azınlık hükümeti kurma imkânının kalmadığını" duyurduktan sonra hükümeti kurma görevini iade edeceğini açıklayamadı. Partisinin MKYK toplantısı yapmasından ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'la istişare ettikten sonra "gerekirse" hükümeti kurma görevini iade edeceğini söyledi. 40 gündür hükümet kuramayan Davutoğlu, Erdoğan'la neyi istişare edecek? İçinden hükümet çıkarabilecek yegâne organ olan parlamento yeni bir görevlendirmeyle devreye sokulmadan yürütmenin iki başı, Cumhurbaşkanı ve Başbakan, tekrar seçimde AKP'nin alacağı sonuçları mı konuşacak?
Karar Erdoğan, icraat Davutoğlu
Anayasa'da, hükümeti kurma görevini aldıktan sonra kuramayan bir genel başkanın görevi iade etmezse ne yapılacağına dair bir hüküm yok. Ancak teamüller var. Teamül deyip geçmeyin. Parlamentarizmin beşiği İngiltere, yazılı bir anayasa olmadan yönetiliyor.
Teamül, hükümeti kuramayan kişinin görevi iade etmesi, Cumhurbaşkanı'nın da hükümeti kurmakla başka bir ismi görevlendirmesidir. Eğer görev iade edilmiyorsa, Cumhurbaşkanı görevi bir yazıyla sona erdirir, bunu duyurur ve yeni bir görevlendirme yapar.
Peki Erdoğan ne yaptı, ne yapmayı planlıyor?
Cevabı 14 Ağustos Cuma günü Rize'de verdi. “Eğer MHP ile koalisyon kurulamazsa CHP’ye yetki vereceğinizi söylemiştiniz, aynı şeyler geçerli mi“ sorusu üzerine “Tabii şu anda şartlar çok değişti. Bakalım nihai noktayı görelim ondan sonra kararımızı veririz” dedi.
Erdoğan, en azından o sırada, seçimden ikinci parti olarak çıkan ana muhalefet partisinin liderini hükümeti kurmakla görevlendirmeye niyeti olmadığını belli etti.
Dolayısıyla, Davutoğlu, 40 gündür elinde bulunan hükümeti kurma görevini, hükümeti kuramamasına rağmen iade etmeme kararını Erdoğan'la görüşerek, onun -da- arzusuna uygun olarak almış görünüyor.
Durum şu: Seçimden birinci olarak çıkan, ancak tek başına hükümet kuramayan partinin genel başkanı hükümeti kuramıyor. Erken seçimi "tek seçenek" olarak ilan ederken, bir yandan diğer muhalefet partisi MHP'ye gidiyor, diğer yandan "AKP'siz hükümet seçeneği görünmediği gerekçesiyle hükümeti kurma görevini iade etmeyeceğini" söylüyor. MHP ile de uzlaşamamasına rağmen hükümeti kurma görevini iade etmekte tereddüt gösteriyor, Cumhurbaşkanı'na sorduktan sonra "gerekirse" iade edebileceğini söylüyor.
Neden?
Kendi durduğu noktadan hazırladığı cevabı, CHP görüşmesinin ardından vermişti Davutoğlu.
"Çünkü" demişti, "ben görevi aldığımda zaten AKP'nin olmadığı bütün hükümet seçenekleri tükenmişti."
Davutoğlu'nun, Erdoğan'la görüştükten sonra "gerekirse hükümeti kurma görevini iade edeceğini" söylerken zorlanması, daha sonra soru kabul etmeyerek basın toplantısını sonlandırması, aslında arzu etmediği bir cevabı vermek zorunda bırakıldığı izlenimi de doğuruyordu.
Erdoğan, erken seçim kararı alma yetkisinin doğacağı 45 günlük süre dolmadan Davutoğlu'nun görevi iade etmemesini, böylece CHP'ye hükümet kurma görevini vermemeyi arzu ederken Davutoğlu'na "yetki gaspı" da yaptırıyor. Davutoğlu, yetkili olmadığı bir konuda irade açıklayor, hatta irade dayatıyor.
Kılıçdaroğlu iade etmeseydi ne olurdu?
Diyelim ki Kılıçdaroğlu 40 gün boyunca koalisyon kuramamasına rağmen hükümeti kurma görevini iade etmeseydi Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan ne yapardı? Elbette, Kılıçdaroğlu'nu bu görevden azleder, yeni bir görevlendirme yapardı.
Kendisine verilen görevi yapamadığı halde iade etmeyen, bunu da "diğer partiler hükümet kuramaz" iddasıyla gerekçelendiren bir genel başkan ve bu manzarayı seyreden, elbette inşa da eden bir devlet başkanı.
Ama aynı genel başkan, "Tek seçenek erken seçim" dedikten birkaç dakika sonra, diğer muhalefet partisine, MHP'ye de gideceğini, "kafasında dört beş formül daha olduğunu" söyleyebiliyor. Bunların hepsini aynı anda duyuyor, yaşıyoruz. Ne hükümeti var Türkiye'nin, ne de Cumhurbaşkanı'na bakmadan hareket edebilen bir Başbakan'ı. Ama "Türkiye'nin yönetim sistemi değişmiştir, Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesidir" diyerek Anayasa'yı çiğnediğini itiraf eden bir Cumhurbaşkanı var.
32 gün sonra görevlendirme
"Sadece millete hesap veririz" diyen Erdoğan ve Davutoğlu "millet adına" karar veren yargıya da hesap vermek durumunda kalırlar mı, bilmiyorum. Ama Türkiye, normal bir ülkede bir Başbakan'ın ağzından peş peşe çıkması mümkün olmayan düşüncelerin ortaya koyduğu bu tuhaf duruma 7 Haziran'dan beri adım adım taşındı.
Şu takvime bakar mısınız?
- Yüksek Seçim Kurulu, 7 Haziran Pazar günü yapılan seçimlerin sonuçlarını 18 Haziran'da ilan etti.
- 7 Haziran'da seçilen milletvekilleri 23 Haziran'da TBMM'de and içerek göreve başladı. Ancak Erdoğan bunu yeterli görmedi.
- TBMM, and içme töreninin ardından 1 Temmuz'da toplanarak yeni başkanını seçti. AKP adayı İsmet Yılmaz'ın MHP desteğiyle seçildiği bu aşamayı da, hükümeti kurma görevlendirmesi yapmak için Erdoğan yeterli görmedi. Kendisinden önceki cumhurbaşkanları Abdullah Gül, Ahmet Necdet Sezer ve Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini 11 günden 19 güne uzanan aralıklarla verirken, seçimlerin üzerinden 23 gün geçmiş olmasına ve TBMM yeni başkanını seçmesine rağmen Erdoğan hükümeti kurma görevlendirmesi yapmadı.
- Erdoğan, TBMM Başkanlık Divanı seçimlerini bekledi. Başkanlık Divanı üyelerinin seçimi tamamlandığı gün, 9 Temmuz'da Ahmet Davutoğlu'nu Beştepe'ye davet ederek hükümeti kurmakla görevlendirdi.
40 günde beş görüşme
- Peki; seçimin üzerinden tam 32 gün geçtikten sonra hükümeti kurma görevi alan Davutoğlu ne yaptı? Onun da hiç acelesi yoktu. İlk buluşma için dört gün sonrayı tercih etti ve 13 Temmuz'da CHP ile bir araya geldi, 14 Temmuz'da MHP'yi, 15 Temmuz'da da HDP'yi -nezaketen- ziyaret etti.
- Muhalefet ziyaretlerinde koalisyona en yakın parti CHP ile müzakerelere başlanmasına karar verildi. Ama Davutoğlu'nun yine acelesi yoktu. AKP heyetinin CHP ile buluşması için, 13 Temmuz'dan sonra 11 gün beklendi.
- AKP ile CHP arasındaki ilk heyetler arası müzakere, seçimden tam 37 gün sonra, 24 Temmuz'da yapıldı. Ve müzakerelerin niteliği "istikşafi", yani "keşif amaçlı" olarak belirlendi. Birbirlerinin programlarını, seçim beyannamelerini, üsluplarını, yaklaşımlarını ezbere bilen iki parti yine de birbirlerini "keşfetmeye" çalışırken Türkiye müstafi bir hükümetle savaşın eşiğine gelmişti. Yetkisiz Cumhurbaşkanı çözüm sürecinin sona erdiğini açıklarken, istifa etmiş geçici hükümet, bir önceki Meclis'ten alınmış yetkiye dayanarak Türkiye'deki üsleri yabancı silahlı kuvvetlere açmıştı.
- AKP'nin keşif seyahati bu ortamda sürdü. Ağırdan alma devam etti ve CHP heyeti ile ikinci buluşma dört gün aradan sonra, 28 Temmuz'da yapıldı.
- İki parti arasındaki heyetler arası görüşmelerin üçüncüsü 30 Temmuz'da, dördüncüsü 1 Ağustos'ta, beşincisi de 3 Ağustos'ta yapıldı. Beşinci ve son buluşmada "yapılan keşiflerin" genel başkanlara sunulması ve liderlerin buluşması kararlaştırıldı.
- Davutoğlu, ilk muhalefet turundan tam 28 gün sonra, 10 Ağustos Pazartesi günü Kılıçdaroğlu'yla buluştu. 4 saat 20 dakika süren bu toplantıda "perşembe veya cuma günü" bie kez daha bir araya gelinmesine karar verildi.
- Nihayet, 13 Ağustos Perşembe günü 1,5 saat süren bir toplantının ardından, AKP ile CHP arasında bir koalisyon anlaşmasına varılamadığı açıklandı. Peki bir koalisyon pazarlığı yapılmış mıydı? Hayır, zira Kılıçdaroğlu "AKP'nin bir koalisyon teklif etmediğini, üç aylık bir seçim hükümeti veya AKP azınlık hükümetine CHP'den destek talep ettiğini" açıkladı. Bu açıklamaya yalanlama yapmayan AKP, 9 Temmuz'dan beri kimseye bir koalisyon teklif etmediğini de kabul etmiş oldu.
- Kılıçdaroğlu, Davutoğlu ile görüşmesinde, koalisyon arayışının bu kadar zamana yayılmasından, zaman harcanmasından duydukları rahatsızlığı da dile getirdiğini kayıtlara geçirdi.
- AKP'nin, CHP'den sonra MHP ile buluşması da 4 gün aldı. 17 Ağustos Pazartesi günü, yaklaşık 2,5 saat süren bu buluşmada da sürpriz yaşanmadı, Davutoğlu bir koalisyon imkânı kalmadığını açıkladı.
Sonuçta 9 Temmuz'da hükümeti kurma görevi alan Davutoğlu, aradan geçen 40 günde koalisyon arayışı için üç ciddi görüşme yapmış bulunuyor! 13 Temmuz'da başlattığı liderler turunda Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'yi ziyaretini de eklerseniz toplam beş görüşme yapan ve ana muhalefetin "Bize koalisyon teklif etmedi" açıklamasını yalanlamayan Davutoğlu'nun gerçekten koalisyon kurmaya çalıştığını söyleyebilir misiniz?
Şimdi ne olacak?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimin yenilenmesine karar verince Anayasa uyarınca, partilerin Meclis'teki sandalye sayısı oranında bakan vereceği bir seçim hükümeti kurulacak. AKP'nin, "MHP, HDP ile aynı koalisyona girmemek için AKP azınlık hükümetine destek verir" hesabı tutmamış görünüyor. Zira MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "seçim hükümetine bakan vermeyeceğini" açıklayarak "HDP milletvekillerini AKP bakan yaptı" söylemine hazırlandığını belli etti. AKP'nin, seçim hükümeti gibi bakanlıkları paylaşmayı gerektirmeyecek "Erken seçim kararını Cumhurbaşkanı değil TBMM alsın" formülü de, MHP, CHP ve hatta AKP içindeki bazı isimlerce reddedilmiş bulunuyor.
Peki 45 gün dolunca ne olacak?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın erken seçim kararı verme yetkisinin doğacağı 45 günlük süre 23 Ağustos'ta doluyor. Erdoğan, "bu süreyi esnetemeyeceğini" iddia etmişti. Ancak Anayasa, TBMM Başkanlık Divanını'nın oluşumundan itibaren 45 gün içinde hükümet kurulamazsa Cumhurbaşkanı'nın "TBMM Başkanı'na danışarak seçimlerin yenilenmesine karar verebileceğini" hükme bağlıyor. Bir başka deyişle "verebilir" ifadesinin kullanıldığı Anayasa'da, 45 gün dolar dolmaz Cumhurbaşkanı'na seçimleri yenilemesi için bir süre emredilmiyor. Bu konuda Anayasa'nın 116. maddesi ile maddenin gerekçesindeki ifadeleri, Prof. İbrahim Kaboğlu'nun da görüşleri eşliğinde bu köşede paylaşmıştım.
Burada mesele, AKP dışında bir koalisyon / hükümet ihtimalinin son derece düşük olması değil. Zira evet, o ihtimal yok denecek kadar az.
Anayasa'ya göre, Erdoğan 45 günlük süre
dolunca erken seçim kararı almak zorunda değil
Ancak 45 gün dolsun ya da dolmasın, AKP dışında bir hükümet ihtimali olsun ya da olmasın, Cumhurbaşkanı'nın, erken seçim kararı alma yetkisini doğuran 45 günlük süreyi sadece tek partiyi, kurucusu olduğu AKP'yi görevlendirerek doldurması yeni bir siyasi ve hukuki kriz doğurur, doğuruyor da. Hukukta esas gibi usul de önemli ve tek parti görevlendirmesiyle, içinden hükümet çıkaracak tek organ olan yasama, yürütme tarafından kısmen devre dışı bırakılmış oluyor.
Orhan Kemal'den de yadigâr "kadere 45" deyimini bilir misiniz? Ne olursa olsun makamında koyvermiş bir meydan okumayı ifade eden?
Türkiye, Anayasa'ya da "kadere 45" modeli bir meydan okumayla bir Rus ruletine doğru sürükleniyor...