Türkiye'de çalışanlar, çalışma hayatı boyunca ne yapar?
Yanıtlarımız büyük bir olasılıkla aynı: Gelecekte sefalet düzeyinde kalacağı besbelli olan emekli aylığını destekleyecek bir kira geliri için ev almaya çalışır!
Türkiye; geleceğini biriktirme peşinde koştururken bütün gençlik ve orta yaş çağını yoksunluk içinde geçiren sabit gelirli yığınların ülkesidir.
Türkiye'nin en büyük birkaç toplumsal sorunundan birisinin emeklilerin yaşam düzeyi ve emeklilik sistemindeki adaletsizlikler olduğunu söyleyebiliriz.
Kayıt dışı istihdam ve yakın zamana kadar 30'lu yaşlarda bile emekliliğe olanak sağlayan sistemin emekliler için sonucu “sefalet aylıkları” olmuştur. “Erken” ama “sefil” bir emeklilikten söz ediyoruz.
Aylıklarda öne çıkan iki temel sorun
Emekli aylıklarında iki temel sorun öne çıkıyor.
Birincisi; (lağvedilen) Sosyal Sigortalar Kurumu'na tabi olarak çalışanların kendi statülerinde hak kazandıkları emekli aylıklarının, aynı statü içinde bile yıllar içinde erimesidir.
Örneğin; çalışma yaşamının önemli bir bölümünde prim tavanı üzerinden prim ödeyen bir çalışan “en yüksek dilimden” aylık almaya hak kazansa da, eline geçen para, yıllar içinde yine “en yüksek dilime” verilen aylığın çok gerisinde kalıyor. Yani emeklilik göstergesi diyelim ki 15000 olan bir çalışan bugün emekli olduğunda 1500 lira aylık alıyorsa, aynı göstergeden örneğin 12 yıl önce emekli olan birisine bu rakamın yarısı kadar aylık ödeniyor.
Sistem, aynı prim ödeme gün sayısı ve prim ödeme düzeyinden emekli olan eşitler arasında büyük bir eşitsizlik yaratıyor. Bir başka deyişle sistem, en yüksek aylığı hak edene bu hakkını sadece bir süreliğine vermekle yetiniyor!
Skandalın nedeni
Emeklilerin yıllardır sineye çektiği, yöneticilerin yıllardır göz yumduğu bu skandalın nedeni, emekli aylığı hesaplanırken dikkate alınan önemli bir parametrenin, emekli aylığı zamları yapılırken denklemden çıkarılmasıdır.
Mevcut emekli aylıkları, sadece geçmiş enflasyon oranında artırılırken ilk kez emekli aylığı bağlanacaklar için yapılan hesaba enflasyonun yanı sıra “büyüme hızı” da katılıyor. “Eşitler arasında denge” büyüme veya kalkınma ya da gelişme hızı katsayısının daha sonra denklemden çıkarılmasıyla bozuluyor ve yıllar içinde devasa bir boyut alıyor.
Sorunun “eşitsizlik” dışında kalan boyutu da çarpıcı. Bir örnek vermek gerekirse, 10 yıl önce emekli olmuş bir işçiye 1999 Türkiye'sinden aylık veriliyor, ancak o aylık 2009 Türkiye'sinde harcanıyor!
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, çarşamba günü “emekli aylıklarındaki adaletsizliğin” giderileceğine ilişkin açıklamasıyla, özetlemeye çalıştığımız bu soruna değinmiş oldu. Hükümetin, gerçekten hayati bir konuyu hedef aldığını söyleyebiliriz.
İkinci eşitsizlik işçi ve memur arasında
Emeklilik sisteminde “skandal” nitelemesini sonuna kadar hak eden ikinci eşitsizlik de, devletin işçi ve memura karşı son derece adaletsiz olan tutumunda gözleniyor. Teknik ayrıntıları, karmaşık hesapları, terim farklılıklarını bir kenara bırakalım. İki kardeş düşünün; birisi SSK'ya tabi bir işçi olarak, diğeri Emekli Sandığı'na tabi bir memur olarak 25 yıl çalışmış ve ayda 300'er TL prim ödeyerek emekliye ayrılmış olsunlar. İki emekli aylığı arasında işçi olanın aleyhine neredeyse iki kat bir aylık farkı olacaktır.
Bir başka deyişle, Emekli Sandığı'na yatırılan yaşlılık primleri SSK'lılardan çok daha düşük olan memurlara, emekli olduklarında çok daha yüksek bir emekli aylığı bağlanıyor. Hazine'den Emekli Sandığı'na devasa aktarımlar yapan devletin uyguladığı sistemi bu açıdan “daha düşük prime daha yüksek aylık sistemi” olarak tasvir edebiliriz!
AKP Hükümeti'nin bu farklılığı gidermek üzere yaptığı düzenlemenin Anayasa Mahkemesi'nce Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal edildiğini hatırlatalım.
Bu kadar adaletsizlik nasıl sineye çekilir!
Memur emeklisi aylıklarını aşağı doğru çekmeyecek, işçilerin “sefalet” düzeyinde olan aylıklarını yukarı doğru itecek bir eşitlik rotasına ihtiyaç bulunuyor.
İnsanların bütün çalışma hayatı ve emeklilik yıllarına yayılan bir yoksulluk ve yoksunluk yaratan bu kadar büyük bir sorunu, böylesine adaletsiz bir dayatmayı nasıl sineye çekip isyan etmediklerine hayret ettiğimizi belirterek noktalayım.
Sahi; sendikalar, siyasi partiler, çalışanlar, emekliler, sivil toplum örgütleri ve basın hangi önemli meselelerle uğraşıyor da, hayatımızı rehin alan bu sorunla meşgul olmaya vakit kalmıyor?