“Üzülerek söylemeliyim ki yakın tarihimizde düşüncenin serüveni meşakkatli bir yolculuk olmuştu. Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen önyargılar tahammülsüz anlayışlar düşünceyi ağır şekilde cezalandırmış ve bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalmıştır. Bu yolcukta direnç gösteren, bedel ödemek pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor. Hiç kuşkusuz onlardan birisi Çetin Altan’dır... Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir, ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye’dir.”
Bu sözler Başbakan Tayyip Erdoğan’a ait. Kültür ve Turizm Bakanlığı “2008 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nü Çetin Altan’a verdi. 1 Şubat 2009'da yapılan törende ödülü kendi elleriyle Altan'a veren Erdoğan, bunları söylemişti.
Erdoğan, bu sözleri söyledikten sonra Çetin Altan’ın Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Ahmet Altan’a ve gazetesine kaç dava açtı bilmiyorum. Ama sonuncusunu, Ahmet Altan’ın Uludere katliamında kendisinin konumunu da sorgulayan yazısı üzerine geçen hafta açtığını biliyoruz.
‘Gazeteler, siyasi baskıyla ilan alıyor’
Şu sözler de, hükümeti incitmemeye çalışan gazetelerden Star’da önce başyazarlıktan alınan, sonra haftalık yazı sayısı 7’den 5’e düşürülen, nihayet yazılarına son verilen, velhasıl taksit taksit gazeteden uzaklaştırılan Çetin Altan’ın diğer oğlu Prof. Mehmet Altan’a ait:
“(Hükümete) Dostane eleştiri dahi kabul edilemez hale geldi… ‘Yeni Türkiye’ propagandasıyla uyuşmayan her tablonun gündemdeki yeri düşüyor. (…) Deniz Feneri, Uludere, Şike Yasası konuları tabu. Demek ki biri, Türkiye medyası için düğmeye basabiliyor. O zaman, bunun tek parti rejiminden ne farkı var? (…) Basının işleyişi değişmedi. Sadece eskiden o sistemi askeriye kendi lehine işletirken şimdi siyasal iktidar yönlendirmekte.(…) Gazeteler, satış fiyatlarının çok üstünde maliyete sahip. Para daha ziyade nüfuz ticaretinden ve ilandan kazanılıyor. Bir medya mecrasına normalde ilan vermeyecek olanların ya da iktidarın manyetik alanında olanların mecburen verdiği ilanları kast ediyorum. (…). Hükümet neye kızıyorsa, oraya oto-sansür giriyor. Meslek ilkeleri yerine ‘hükümet buna kızar, buna kızmaz’ anlayışı devreye giriyor. (…) ‘Bunu yaz, bunu yazma’ diyorlar. (…) Birisi komiserlik yapmaya başladığı vakit (müdahale) yaşanıyor. (…) Evren’i yargılıyoruz ama 12 Eylül rejimini tüm varlığıyla yaşatmaya da devam ediyoruz…’Eski rejim’ yeni ellere geçiyor izlenimi bundan dolayı yaygınlaşmakta. (…) ‘Müslümanlar ve dindarlar iktidar oldu, hukuk ve demokrasi de palavradır’ anlayışı, Türkiye’yi çok büyük bir kanlı kargaşaya götürme ihtimali taşıyor…”
Mehmet Altan’ın T24 editörlerinden Hazal Özvarış’a verdiği söyleşiden aldığım yukarıdaki sözlerde, iktidarda olmadığı geçmişe bakarken demokrat görünen bir lider ve ekibinin muktedir olarak portresinden önemli yansımalar var.
Ancak Mehmet Altan, nihayet iktidar “AKP” adıyla tezahür ettiğinde daima iktidara düşkün medyada tanık olduklarını anlatıyor. Bu nedenle işte, Mehmet Altan’ın anlattıkları AKP iktidarından çok medyanın hikâyesidir. Zira, bu ülkede ne olursa olsun iktidarı eleştiren gazeteciler ve gazeteler vardı, varlar ve hep oldular. Sabahattin Ali’lilerin, Aziz Nesin’lerin tek parti rejimine karşı çıkardıkları Marko Paşa’yı hatırlayın. Marko Paşa’nın, kapatıldıktan sonra “Merhum Paşa”, “Malum Paşa”, “Bizim Paşa” adlarıyla nasıl tekrar yayımlandığını, bir avuç yoksul aydının tek parti rejimine nasıl direndiğini hatırlayın.
Medyayı sindirmeye hevesli iktidarlar hep vardı, yine var, hep olacak. Ne yaparsa yapsın iktidarı gücendirecek ve kızdıracak haberleri zinhar vermeyen gazeteler ve sözüm ona gazeteciler de hep vardı, işte yine varlar ve hep olacaklar.
Bağımlı medya yine yanaşıyor
AKP’yi yeminli bir düşmanlıkla karalamayan, aksine, Eser Karakaş’ın ifadesiyle, bu partiyi yaptıklarından dolayı desteklemiş, ancak yapmadıklarından dolayı eleştirmiş Mehmet Altan’ın sözlerinde önce medyanın hallerini okuyorum ben.
Bağımlı medya, iktidarlardan da önemli sorunudur bu ülkenin.
Altan’ın sözlerini dikkatle okuyun. Bugün iktidara yanaşan medyanın, “yanaşma” hevesinde geçmiştekilere ne kadar benzediğini göreceksiniz. Perde arkasında inşa edilen ilişkilerle nasıl bir gazetecilik icra edildiğini Altan’ın tanıklığıyla öğreneceksiniz.
Bugünleri “gün olur devran döner” diye dişlerini sıkarak seyredenlere de bakmayın ama, dönecek devranların emrine gireceklere de aldanmayın.
Üç kuruş peşinde kendi zaaflarının ağırlığıyla yuvarlandıkları çamurun ortasında şimdiden debelenenler için dönse kaç yazar bu devran, dönmese kaç yazar!
Bırakın; Sabahattin Ali’lilerin, Aziz Nesin’lerin, Abdi İpekçi’lerin, Uğur Mumcu’ların, Metin Göktepe’lerin, Hrant Dink’lerin hatırası karşısında uğruna gazetecilikten vazgeçtikleri o üç kuruşun utancıyla yaşasınlar…