Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) “Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi - Gazetecilerin Hapsedildiği ve Muhalefetin Suç Sayıldığı Karanlık Günler” başlığıyla duyurduğu raporda hükümete sert eleştiriler yöneltti. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, CPJ’ye gönderdiği mektupta, eleştirileri genel olarak reddettikten sonra “Çok az sayıda basın mensubunun nispeten gazetecilik ile ilgili olabilecek faaliyetleri nedeniyle geçmişte hürriyetlerinden mahrum kalmış olabileceğini inkâr etmiyorum” ifadesini kullanması ilginçti.
Ergin’in bu kabulü, hükümet adına gönderilen mektubun geneline hâkim olan “kimse gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklanmıyor” iddiasını tek başına sarsan bir önem taşıyor. Ergin’in sözlerini, “Siyah Kuğu” teorisini hatırlayarak okudum. Zira tek kişi bile gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklanabilmişse, artık o ülkede “kimse haberleri, yazıları nedeniyle hapsedilmiyor” diyemezsiniz.
Evet, Türkiye’de gazeteciler, sadece gazetecilik yaptıkları için tutuklanabiliyorlar. CPJ raporunda da eleştirilen Terörle Mücadele Kanunu (TMK) üzerinden gidelim. Çünkü, bu kanuna hâkim olan mantığı ortaya koyan çarpıcı bir örnek var.
Önce şu sözleri okuyalım:
“Şu anda bu manada somut görüşmeler yok, fakat bu konularda değişik yerlerde verilen mesajlar var. Terörist başlarının açıklamaları oluyor. Tabii o açıklamalar da bizler için önemli. İstihbarat bilgilerimiz var. Gelen bilgileri değerlendiriyor, analiz ediyoruz.”
Bu sözleri, Star gazetesinden Fadime Özkan’ın “PKK ile somut görüşme var mı” sorusuna Başbakan Yardımcısı Prof. Beşir Atalay’ın verdiği cevabı okurken (3 ekim) not almıştım. Çelebi bir siyasetçi olan Atalay’ın, 1980 öncesinde Milli Türk Talebe Birliği’nde Necip Fazıl Kısakürek için yapılan “jübile” töreninde şiir okurken tanıdığı Başbakan Tayyip Erdoğan’la kuvvetli bir güven ilişkisi bulunuyor.
Halen “Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanlığı”nı da yürüten Atalay, kamuoyuna açıklanmayan saha araştırmaları yaptırarak Kürt sorunu konusundaki “nabız yoklamaları”yla da Erdoğan’ı bilgilendiriyor. Misal, bu araştırmalara dayanarak, bölge halkının, küçük bir azınlık dışında, KCK operasyonlarından memnun olduğunu öne sürüyor.
Peki, Atalay; “terörist başlarının”, yani PKK’nın Kandil, İmralı ve Avrupa’daki liderlerinin “önemli bulduğunu” vurguladığı açıklamalarını nereden öğreniyor? “Somut görüşmeler olmadığını” söylediğine göre, istihbarat bilgileri dışındaki tek kaynağı medya olmalı. Yani, hükümetin kıymet verdiği bu bilgiler, TMK’da “hapis”le cezalandırılan bir “suç”un işlenmesiyle üretilebiliyor!
Zira TMK’nın AKP’nin inisiyatifiyle 2006’da değiştirilen “Açıklama ve Yayınlama” başlıklı 6. maddesi, “terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası” verileceğini hükme bağlıyor. Aynı maddede suçun basın-yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, basın ve yayın organlarının “suçun işlenişine iştirak etmemiş sahipleri ve yayın sorumluları” hakkında bile “bin günden on bin güne kadar adli para cezası verileceği” vurgulanıyor, yayın sorumluları için üst sınır beş bin gün olarak belirleniyor.
Yaklaşık 30 yıldır çatışma zemininde bulunan ülkenin en hayati sorunu hakkında, hükümetin de önem verdiği açıklamaları duyuran bir gazeteciliğin TMK’daki karşılığı bu. Bugün Türkiye’de, devletin de görüştüğü PKK yöneticilerinin açıklamalarını herhangi bir hacimde duyurmak TMK’daki cezaları göze almayı gerektiriyor. Merkez medya sözkonusu olduğunda bugün için yaygın olarak işletilmeyen TMK, yeri ve zamanına göre değerlendirilmek üzere kullanışlı bir “yasal imkân” olarak kenarda tutuluyor.
Paralel bir “ceza kanunu” gibi düzenlenen çok sorunlu bir yasadan söz ediyoruz. Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) tam 50 maddesine gönderme yapıp sözkonusu eylemleri amacına göre “terör suçu” sayarak cezaları arttıran TMK; çevrecilerden öğrencilere, gazetecilerden sendikacılara kadar herkese “terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği” suçlaması yöneltilebilmesine olanak sağlayan tuhaf bir mantık içeriyor.
TCK’da düzenlenen “eğitimin ve öğrenimin engellenmesi”, “kamu görevlisinin görevini yapmasını engelleme”, “resmî ve özel evrakta sahtecilik”, “devletin egemenlik alâmetlerini aşağılama”, “halkı askerlikten soğutma”, “askeri itaatsizliğe teşvik” gibi eylemler de TMK uyarınca “terör suçu” sayılabiliyor. TMK’da “terör suçu” sayılabilecek eylemler arasında TCK’daki “suçu ve suçluyu övme” de yer alıyor.
Velhasıl, Başbakan Yardımcısı Atalay, “terör örgütünün açıklamalarını önemsediğini” duyurduğu için, suçu olmasa bile “suçluyu”, yani gazetecileri överek “terör suçu” da sayılabilecek tehlikeli bir iş yapmış oluyor!..
(Taraf/25.10.2012)