Uzun süre yaralarıyla birlikte yaşamak, sonunda onları unutturuyor da insana.
Muhalif olanlara hakaret etme inisiyatifini vekâleten kullananlarda önce o yaralar görünür oluyor bana. İnsana dair hiçbir şeyin neden sır olmadığının cevabını, o geçmemiş yaralarda da okuyorum. Unuttuğu, ama orada duran o yaralardan çıkan kötülüğü ötekilerin başına bela etmeye yönelen bir hasta ruh hâli.
İnsan, kendisine benzeyenlerde veya benzemeye çalıştıklarında dayanağını aradığı kimliğini bazen böyle de ortaya koyar; ifşa eder gibi, itiraf eder gibi. Kendisinde bastırdığını, başkalarını aşağılamaya çalışırken dile getirerek... Bodrum katlarında ket vurulmuş arzularını başkalarının hayatında bir günah gibi arayarak...
Zekâdan söz etmiyorum. Zekâ hisleri ne kadar okuyabilir ve her zekâ okuyabilir mi?
Benim cevabım, hayır. Öyle olsa, hiçbir zekâ, sahibinin tiksinti yayan hâllerine imkân vermezdi. Mucizeye bile ihtimal bırakmayan pisliğin içinde bütün lanetlerini kuşanarak başkalarının felaketi üzerinden görünme, yaranma, yaşama ihtimali arayan zekâlara tanık oluyoruz. Ötekilere, kendi geçmemiş yaralarından felaket inşa etmeye çabalayan zavallılıklara...
Bir hesap makinesi gibi "akılsız akıllarıyla" o yaraların rotasında cüzdanlarına konan kâğıt parçalarına ödünç veriyor insanlar kendilerini.
Ve o akılsız akıllara maruz da kalıyoruz.
Fuat Uğur ve deri giysili kırbaçlı adamları
Türkiye gazetesinde yazan, TGRT Haber'de program yapan Fuat Uğur'un, anayasa değişikliği görüşmelerinde tavırlarını eleştirdiği iki muhalif kadın milletvekiline "eleştiri" diye paylaştığı mesajları, kendi benliğinden bir hikâye olarak da okumadan edebilir misiniz?
TBMM Genel Kurulu'nda hatip kürsüsüne kendisini kelepçeleyen eylemi için Twitter'da CHP kökenli Aylin Nazlıaka'yı hedef alan Uğur'un mesajları nasıl bir ruh hâlinin itirafları olabilir:
- Aylin Nazlıaka'nın kelepçe fantezisi. Bi dahaki sefere deri giysili kırbaçlı adamı da getirsin yanında. Çok eğlenceli olur.
Uğur'un Twitter hesabından paylaştığı diğer mesajın hedefi de, anayasa değişikliği görüşmelerindeki gizli oy tartışmaları sırasında -evet, tartışmalı bir söylemle- “Aynı kabinde oy kullanan 3 erkek AKP'li vekil ne yapıyordunuz” diyen CHP Kocaeli Milletvekili Fatma Kaplan Hürriyet:
- Nedir bu CHP'li kadın vekillerin fantezileri? Biri kelepçeler kendini, diğeri oy kabinindeki 3 erkekten hayal kurar.
Gelen tepkiler üzerine "espri" yaptığını söylemiş Fuat Uğur.
Espri?
Şaka, ince, mizahî, latif söz yani... Öyle mi?
Freud'un şaka ve mizahla insanın bastırılmış saldırganlık/cinsellik dürtüleri üzerine yazdıklarından haberdar olmalı Fuat Uğur. Orada, sözüm ona bu tür "espri"lerin hangi bastırılmış dürtülerin sonucu olduğunu görecek, ihtimal Nazlıaka ve Hürriyet için sıkılmadan dile getirdiği "esprileri" eşliğinde kendi bilinç dışına bir yolculuk yapacak, kendisiyle biraz daha tanışırken belki hayretler içinde kalacaktır.
Bir de "en ziyade müsaadeye mazhar olmak" hikâyesi var. Devletler/uluslararası ilişkilerde kullanılan bu deyim, hakları ayrıcalıklı olarak en çok gözetilen ülkeleri/milletleri ifade eder.
Memleket gazeteciliğinde ise gelenek, en ziyade müsaadeye iktidarların mazhar olmasıdır.
Patlamış frenin iktidarla ayarı
Söz meclisten dışarı; Fuat Uğur, misal, Karaman'daki çocuk istismarı ile ilgili olarak tepkilere hedef olan Ensar Vakfı için, olayı kınamakla birlikte, "Bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz" diyen eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı AKP'li Sema Ramazanoğlu hakkında benzer bir "espri" yapabilir mi?
Yapamaz. Yapmasın da zaten.
Bir söylem parlatması, bir pozisyon cakası olarak söylemiyorum; zinhar yapmasın, hiçbir kadını kendi dürtüleriyle aşağılamaya yeltenmesin.
Ama, muhalif milletvekilleriyle ilgili olarak bu kadar freni patlamış bir gazeteciliğin, iktidar milletvekilleri söz konusu olduğunda dürtülerine hâkim olması bir şey söylüyor bize. En ziyade müsaadeye mazhar bir iktidar ve en ziyade saldırıya müstahak bir muhalefet tasavvuruna ayarlanmış, öyle ayar verilmiş bir gazetecilik.
Eski solculuğu değil, ama özgeçmiş hikâyelerine "Çerkesliği" de özenle yerleştirilen Fuat Uğur, -söz elbette bütün kadınlardan dışarı- bir şekilde hayatında yeri olan insanların, kendisinin muhalif kadınlara reva gördüğü "esprilere" muhatap olmasını arzu eder mi? Etmez, zira yaptığının "espri" olmadığını, yığınağını kendi acıklı serüveninde bulan bir saldırı olduğunu bilir. Velhasıl divana uzanmış sayıklayan bir kullanışlı gazeteci hikâyesi, geçelim.
İktidarlar düşerken iktidardan düşmeyen Barlas'lar
Bir diğer mazi hikâyesi, aileden "gazeteci" Cemil Barlas'tan.
Reina katilinin yakalanmasının ardından Twitter'da şu tavsiyelerini paylaşabildi:
- "Katil, çocuğu ile yakalanmış.. Katili konuşturmak için o çocuk da ne şekilde kullanılması gerekiyorsa kullanılmalı.. Ahlaki sakınca yok...
- Kadın çocuğunu kullanarak kocasını manipüle ederse kimse ses çıkartmaz, devlet bunu katile yapsın deyince kıyamet kopar.
- Bu katile her sağlık kontrolünde kolonoskopi yapılmalı...
- Politik doğruculardan bıktık.. en kibar kavramları kullanarak milyonları katlediyorlar.. o devir geçti.. artık doğrular ve gerçekler var..
Gerçekler, siz nasıl arzu ediyorsunuz diye o şekilde cereyan etmeyerek, elbette var. Porsiyonlara ayırıp gözlerinizi kapattıklarınız, sakladığınız, saklandığınız, korktuklarınız dâhil, var.
Misal, Cemil Barlas'ın babası Mehmet Barlas'ın, her türlü iktidara müptela bir mürit imanıyla şimdilerde avına çıktığı 'FETÖ'nün lideri olarak gıyabında yargılanan Fethullah Gülen'e vaktiyle toz kondurmadığı kitabı 172 sayfalık bir gerçek olarak yerli yerinde duruyor. Tarihin şakası mı, talihin cilvesi mi, ne derseniz deyin; "Hocaefendi Sendromu" adlı bu kitap "Sosyo-Politik bir Gerçek" diye uygun görülmüş bir üst başlık taşıyor.
Gülen cemaatinin devletteki yapılanmasını "tehdit" olarak niteleyenlere karşı, böyle düşünenler için "hasta" göndermesi içeren Mehmet Barlas'ın "Hocaefendi Sendromu" başlıklı yazı dizisi de arşivlerde duruyor.
Bazen böyle olur, siz, geçer akçe olduğu dönemde "hocaefendi"nizi yazarsınız, ama orada, sizin pazarladığınız "sosyo-politik gerçekliğiniz" okunur. Barlas'ın "sosyo-politik" ve elbette "ekonomik" gerçekliğini de, Gülen cemaati yükselirken bir yatırım olarak inşa ettiği kitapta kendi kaleminden okuyabiliyoruz.
Gülen cemaatinin devletteki yapılanmasını anlatan kitabı daha yayımlanmadan gözaltına alınarak 375 gün hapsedilen gazeteci Ahmet Şık bu kez 'FETÖ'den tutuklu. 'FETÖ lideri Gülen'i savunan kitap, dizi ve yazılarla külliyat oluşturan Mehmet Barlas ise iktidara en yakın gazetede başyazar, eşi Canan Barlas ile oğlu Cemil Barlas o civarlardaki ekranlarda ikbal sahibi. "Gerçek" mi, işte bu.
Bir çocuk, terörist babasını konuşturmak için "her türlü" kullanılabilirmiş, "ahlaki sakınca yok"muş!
Her iktidar nihayetinde düşerken hiç iktidardan düşmeyen, iktidar söz konusu olduğunda üzerlerinde güneş batmayan homo-economicus Barlas hanesinden bir ahlak tavsiyesi. Şaşırtıcı mı, hayır; kendileriyle tutarlı mı, evet.
Devran yine döner de Gülen'i savunan kitabı bugünlerde "suç delili" faslında köşe bucak saklanan babası Mehmet Barlas'ı "konuşturmak" gerektiğinde, birileri Cemil Barlas'a kulak verip Cemil Barlas'ı "her türlü kullanma"yı düşünür mü acaba?
Şu da "cop sokun"un Barlas'çası olmalı: Katile her sağlık kontrolünde kolonoskopi yapılmalı!
Düşmeyegörsün insan...
Bir cüzdana bu kadar hikâye sığmaz. İnsan düşmeyegörsün, bütün yaraları hâline, tavrına, diline damağına üşüşüyor.
İhtimal bu yazıdan da epey "terörist" üretilecek, epey "hain" imal edilecek. Edilsin.
Peki "bana da bulaşırlar mı" endişesiyle susanların, yaptıklarınızı anlayan, iğrenen, ama görmek istemeyenlerin sessizliği de mi duyurmuyor sesinizi kendinize?
Yoksa, hiçbir şekilde üretmediğiniz iktidarın imkânlarını iştahla tüketirken, insanları aşağılamaya çalışan mesajlarınızla mest olup birbirinize sırıtıyor musunuz?
Şimdi -fermuarları da indirerek- sözüm ona kazanıyorsunuz. Öyle olur; kötüler, iyilerin yapmaya tenezzül etmediği şeyleri yaparak da kazanır.
Ama o mahallede -ve bu maziyle her mahallede- sadece bir montajsınız, kullanışlı bir aygıt, bir alet, bir psikobiyografi hikâyesi. Elbette sizin için kurulan müzik de duracak ve oynatıldığınız pistte ortada kalacaksınız.
En yüce divan, vicdandır. Sağ sol, şu veya bu parti önemli değil, gerçekten değil; ama olacaksa bu memlekette de bir hakkaniyet koalisyonu, ihtimal siz bile utanacaksınız.
Eğer bir şeyle savaşıyorsanız; olanca hoyratlığınızla, vekâleten ve tarifesi karşılığında öttürdüğünüz düdükle aşağılamaya çalıştığınız insanlar değil düşmanınız, kendinizsiniz.
Proust, Kayıp Zamanın İzinde dolaşırken der ki...
Bireyler açısından -hatta yanılgılarında ısrar eden, daha ağır hatalara düşen uluslar açısından- en zor hırsızlık, kendinden çalmaktır...