“Ancak birbirimizden nefret edecek kadar dindarız; birbirimizi sevecek kadar dindar değiliz...”
Mîna Urgan'ın anılarını okurken altını çizdiğim bu sözler, Jonahthan Swift'e ait. Fethullah Gülen onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın iftar davetinde bu sözleri düşündüm; birbirimizden nefret edecek kadar dindarız!
Mehmet Şevket Eygi duymasın, vakfın 18'inci iftar daveti Conrad Oteli'nde düzenlenmişti. Katılanlar arasında televizyon, gazete ve internet dünyasından çok sayıda ismin yanı sıra medya patronları da – Ahmet Çalık ve Turgay Ciner – bulunuyordu.
Muhabir, televizyoncu, yazar ve yöneticilerden patronlara uzanan “dikey” boyutta da, hemen her renk ve görüşü kapsayan “yatay” boyutta da cemaatin iftarındaydı medya. Ya da şöyle söyleyelim; okuru ve izleyicisi “işkence yapmaktan hüküm giymiş bir polisin İstanbul'da Emniyet Müdür Yardımcısı yapıldığından” haberi olmayan medya da oradaydı, bu rezaleti günlerdir işleyen medya da!
Davet sahibi Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Başkanı Mustafa Yeşil'in masasında, daha önceki yıllarda olduğu gibi, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı'nın yanı sıra Yahudi, Ermeni, Rum ve Süryani cemaatlerinden temsilciler vardı. Onların birkaç masa ilerisinde, bulaşmak istediği her ismi aşağılamanın piyasasını “Ermeni”, “Siyonist”, “Yahudi”, “Kripto” ifadeleriyle açan Yeni Akit'in temsilcileri!
“Genel Yayın Koordinatörü” olarak Yeni Akit'in tepesindeki isim olan Hasan Karakaya, kendisine coşkuyla sarılıp hâl hatır soranlar arasında mutlu ve güvenli görünüyordu. AKP iktidarıyla dirilmiş bir zamanın ruhu ya da ihtimal Başbakan uçağındaki banko koltuğun yüzdürdüğü bir mutluluk ve güven artık ilgilendirmiyor beni. Benim aklım Karakaya'nın birkaç masa ilerisindeki “Kripto Ermeni ve Yahudiler”deydi! Ve Swift'in sözlerinde; “ancak birbirimizden nefret edecek kadar dindarız...”
Hem Swifft'in sözleri, hem de Karakaya'nın gazetesinde ilan ettiği “Ermeni, Yahudi kriptolarının” yanı başındaki mesut hali, Yeni Akit'in yaptıklarını “böyle bir dindarlık, böyle bir İslamcılık olur mu” faslında eleştirenlerin tavrından daha gerçekçi gelmiyor mu size de? Daha katı, ama daha gerçekçi?
Dürüstlüğün, vicdanın, iyinin ve güzelin bitişik yazıldığı yer “inanç”larla başlamıyor benim için, “insan”la başlıyor. Bir iftar davetine ilişkin izlenimlerimi, inançsızlığını hayatı boyunca ilan etmiş Prof. Mîna Urgan'ın anılarından hareket ederek paylaşmak, mutlu bir rastlantıdan başka bir şey ifade etmiyor. Ancak Mîna Hanım, “Bir Dinozorun Anıları”nda, “insan” olmak ve “inanmaya” dair ilginç bir hatırasını da anlatır.
Bir seyahat sırasında Madrid-Roma trenindedir ve bir Katolik papazla tanışır, Fabio Giardini. Giardini, Roma'ya “hacca mı gittiğini” sorar. “Hayır” der Mîna Hanım, “Ben resmî olarak Müslüman, ama aslında tanrıtanımazım.”
Mîna Hanım bu, durmaz ve “Katolikliği de özellikle kötü bir din olarak gördüğünü” ekler! Tebessümle dinler Giardini, tepki göstermez. İkisi de öğretmen olan anne ve babasının da inançsız ve iyi insanlar olduğunu anlatır. Üç gün boyunca sohbet ederler. Katolik Papaz'a göre, iyi insanlar, inançsız da olsalar, “doğal dindarlar”dır!
Roma istasyonunda Mîna Urgan'ın elini tutar Giardini, der ki; “Siz iyi bir insansınız. Tanrıya sığınmak isteğini hiçbir zaman duymamanız için, dua edeceğim!”
“İnsan” yoksa işin içinde, inanç nefretin diline tercüme edilip manşetlere “kripto” diye dizilebiliyor.
Evet, Jonathan Swift. 17 ve 18. yüzyıllarda yaşamış, “Gulliver'in Gezileri”ni de yazmış İrlandalı büyük bir edebiyatçı, aynı zamanda kiliseyi eleştiren dindar bir politikacıdır Swift. İnsanların bencilliğine, çıkarcılığına isyan eder. Bir hiciv ustasıdır aynı zamanda ve mutsuz ölür. Mezar taşında ilan eder bunu:
“Burada, vahşi haksızlıklar karşısında kalbi paramparça olan biri yatıyor...”
Herkesin mutlu göründüğü bir iftar davetinden nerelere geldik...
Peki sonuç?
Sonuç yok, ama hep olduğu gibi sorular var...
O tebessümler neleri saklıyor acaba?
Ya da saklamaya yetmiyor?