Selimiye Kışlası'nda 5-7 Mart 2003 tarihinde yapılan plan seminerindeki konuşması ve “Balyoz” planı gerekçe gösterilerek darbe hazırlığı yapmakla suçlanan dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın durumuna, sivil-asker ilişkilerini belirleyen gelenekler ve mevzuatı ihmal ederek bakamayız.
Türkiye'ye hakim olan rejimin “demokratikliği, laikliği, hukuk devleti ve sosyal devlet ilkelerine uygunluğu” çeşitli ölçülerle tartışılabilir, tartışılıyor da. Ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin tartışılmayan niteliği, bir “milli güvenlik rejimi”ne sahip olmasıdır. Askerin “gözetleme” makamından “kollama ve koruma” görevi icra ettiği bir milli güvenlik rejimi.
Türk Silahlı Kuvvetleri, büyük bir askeri gücün yanı sıra “siyasi” ve gerek bütçesi, gerekse kendi iktisadi girişimleriyle önemli bir “ekonomik” güce de sahip görünüyor.
Darbeler ile darbe girişimlerine “meşru dayanak” olarak gösterilen Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun en kritik maddesinin de, anayasaları aşan bir etkisi, bütün anayasalardan uzun bir ömrü bulunuyor.
Anayasa'ya karşı yasal görev!
Darbe girişimi iddiasına muhatap olan subayların “anayasal düzene karşı eylemler” ile suçlanırken TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinde tanımlanan “Cumhuriyet'i kollama ve koruma görevini” ifa ettiklerini söyleyerek savunma yapmaları, Türkiye'ye özgü bir tuhaflık olarak cereyan ediyor.
Askeri darbelerle iki kez Başbakanlık koltuğundan indirilen Süleyman Demirel'in “Bu madde durduğu sürece Türk Silahlı Kuvvetleri hükümete de, parlamentoya da sormadan 'laiklik elden gidiyor' diyerek resen el koyar” sözleri, sadece acı hatıraları ifade etmiyor. Demirel'in sözleri, rejimimizin çarpıcı bir hâl tercümesi olarak da karşımızda duruyor.
Kollama ve koruma 75 yaşında
Askerin durumdan vazife çıkarmasına dayanak olan ünlü 35. maddeyi içeren 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu'nun kabul ediliş tarihi 4 Ocak 1961. Ancak 1935 yılında çıkarılan 2771 sayılı Ordu Dahili Hizmet Kanunu da, 35. madde hükmünü aynen içeriyor.
Halen yürürlükte olan 1961 tarihli kanunun 35. maddesi şu hükmü taşıyor:
“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır.”
1935 tarihli Ordu Dahili Hizmet Kanunu'nda “34. madde”de düzenlenen bölümdeki ifade de şöyle:
“Ordunun vazifesi, Türk yurdunu ve teşkilatı esasiye kanunu ile tayin edilmiş olan Türk Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır. Ordu, askerlik sanatını öğrenmek ve öğretmek ile vazifelidir. Bu vazifenin ifası için lazım gelen tesisler ve teşkiller kurulur ve tedbirler alınır...”
'Kollama' başlı başına bir madde yapıldı
Aynı hükmün korunduğu 1961 yasasında; 1935 metnindeki ordunun vazifesini “askerliği öğrenmek ve öğretmek” biçiminde vurgulayan bölüm çıkarılarak “kollama ve koruma” görevinin, başka bir ifade bulaştırılmamış başlıbaşına bir madde haline getirilmesi dikkat çekiyor.
Gerek Ordu Dahili Hizmet Kanunu, gerekse TSK İç Hizmet Kanunu yıllar içinde defalarca değiştirilmesine karşın “kollama ve koruma” görevi yerini daima korumuş bulunuyor.
Bu arada İsmet İnönü'nün “Başvekil” olarak imzasını taşıyan 1934 tarihli ilk tasarıda ordunun vazifesinin “Türkiye vatan ve Cumhuriyetini müdafaa etmek” biçiminde ifadelendirildiğini, ancak TBMM Milli Müdafaa Encümeni'nde bu kelimelendirmenin yeterli görülmeyerek günümüze kadar ulaşan düzenlemenin gündeme getirildiğini belirtelim.
Evet, 1935'te kabul edilmiş, 1924 ve 1961 anayasalarıyla birlikte yaşamış, 1982 Anayasası'nı eskitmiş ve 2010'lara ulaşmış, neredeyse “bütün zamanların ana yasası” olmuş bir düzenlemeden söz ediyoruz.
'Cumhuriyet'i ne tehdit eder' sorusuna cevap tekeli askerin
“Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma”nın ölçüsü nedir, Cumhuriyet'i ne tehdit eder ve hangi tehditler müdahale gerektirir'' gibi hayati sorular; cevapları sadece asker tarafından takdir edilebilen, sonuçları 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997'de hükümet ve parlamentoya tebliğ edilen sorulardır.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, “darbe” kelimesini telaaffuz etmekten “hicap” duyduğunu vurgulayıp “darbe dönemlerinin kapandığının” altını çizerken samimi duygularını paylaştığına kuşkumuz yok.
Askerin sivil otoritenin sicil amiri haline gelmesi
Ancak bizce, heveslileri az çıksa da, Türkiye'nin geleneksel darbe riski karşısında bulunmak gibi bir meselesi yok. Türkiye'nin meselesi, askerleri sivil otoritenin adeta “sicil amiri” haline getiren düzenleme ve geleneklerin, darbe dönemi uygulamalarını konsolide etmesi.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir'in “Rejim ve Asker” kitabında aktardığı şu ifade, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın “hizmete özel” yayını “Türkiye'de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar”dan:
“Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev, ya üst makamlardan verilir, ya da durumdan çıkarılır.”
Son 50 yıla bakın; 35. madde hükmünden çıkarılan vazifeler kadar Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yaralayan bir fail bulamayacaksınız.
Türkiye'de darbeyle iktidara gelen askerlerin 2-3 yıl içinde kışlalarına dönmeden önce, Anayasa ve yasalarla on yıllara varan bir “darbe yönetimi” inşa ettiklerini unutmamamız gerekiyor. Bir başka deyişle, darbeciler ile darbe yönetimlerinin ömürleri aynı olmuyor! Türk anayasacılığında en geri noktayı ifade eden 1982 Anayasası'nın, darbe yönetimi tarafından halka onaylatılarak yürürlüğe konmasının üzerinden 28 yıl geçtiğini hatırlatalım.
Cumhuriyet 'demokrasi' hedefinden soyutlanıyor
Koruma ve kollama görevini silahsız kuvvetlere bırakmamak, Cumhuriyet'i “demokrasi” hedefinden de soyutlamıyor mu?
Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un, geçen yıl, ''demokrasi''yi de Cumhuriyet'in temel nitelikleri arasında sayarak “koruma ve kollama” görevi kapsamına sokması, sorunun askeri mahfillerin de gündeminde bulunduğunu gösteriyor.
Evet, “kollama ve koruma” görevinin kısa tarihi böyle.
Ne dersiniz, emekli Orgeneral Çetin Doğan, yoksa sadece “ketum davranmama” hatasına düşmüş olabilir mi!