10 Şubat 2012
MİT Müsteşarı'nın ifadeye çağrılması gibi önemli “ilk”ler içeren kriz, hükümetin kendi yarattığı hukuka ilk kez isyan etmesi gibi bir sonuç da doğurdu.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez tanık olduğumuz krizi ve tarafların konumunu, elimizdeki bilgiler çerçevesinde soru ve cevaplarla anlamaya çalışalım.
1- Ortaya çıkan kriz MİT-Polis çatışması açısından sürpriz mi?
Hayır, çünkü bir süreden beri MİT ile polis arasında özellikle İstanbul'da bir çatışma yaşandığı biliniyordu. Yaklaşık iki yıl öncesinden İstanbul'da gözaltına alınan bazı MİT mensupları nedeniyle polisle gerginlik yaşandı. Polisin tutumunu merkeze şikâyet eden MİT İstanbul Bölge Müdürü İsmail Nişancı'nın, yine özel yetkili savcılığın yürüttüğü şike soruşturmasında geçtiğimiz ekim ayında şüpheli olarak ifadeye çağrılması gerginliği doruğa çıkardı. Bazı MİT elemanlarının İstanbul'da gözaltına alınmalarının önemli bir gerekçesi, yine KCK operasyonlarıydı.
Erzincan'da yürütülen cemaat soruşturması sırasında da MİT ile emniyet ve özel yetkili savcılık arasında kriz yaşandı. Polis MİT Erzincan Bölge Müdürlüğü'ne 5 Aralık 2009'da baskın yaptı. Dönemin Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal'ın yürüttüğü operasyonda MİT Erzincan Bölge Müdürü ile iki MİT mensubu gözaltına alındı, Ergenekon soruşturması kapsamında özel yetkili mahkeme tarafından tutuklandı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner'in itirazına rağmen, Erzincan'daki MİT görevlilerinin soruşturulmalarına izin verdi.
MİT'e yöneltilen iddiaları iki gruba ayırabiliriz
2- Krizle sonuçlanan süreçte MİT neyle suçlanıyor?
Özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya'nın, henüz MİT mensuplarını ne ile suçladığını bilmiyoruz.
Medyaya sızdırılan polis kaynaklı bilgilere göre ise, MİT'e yöneltilen suçlamaları iki grupta toplayabiliriz. Birincisi; MİT'in PKK / KCK içindeki haber alma elemanları ve ilgili MİT mensupları, örgüt yöneticiliği, örgütün haber aldıkları terör eylemlerini haber vermeme, eylem kararları için iletişim sağlama gibi iddialarla suçlanıyorlar. Bu konuda, Taraf gazetesinin emniyet kökenli yazarı Emre Uslu da, 16 Kasım 2011'de yazdığı yazıda, KCK il yöneticileri arasında MİT elemanlarının da bulunduğunu içeren bir yazı kaleme almış, MİT'teki geleneksel ekipten etkilendiğini öne sürdüğü Hakan Fidan'ın bu nedenle KCK operasyonlarına soğuk baktığını yazmıştı.
Polisin MİT'e yönelttiği ikinci suçlama ise, yine polis kaynaklı bilgiler çerçevesinde savcılığın önüne konduğu belirtilen dokümanlara göre, siyasi iradeyi de içeren bir kapsamda görünüyor. Bu gruptaki suçlamalarda, bazı MİT yöneticilerinin devletin bütünlüğüne, anayasal düzene karşı PKK ile bir anlaşmaya vardıkları gibi son derece sorunlu iddialar bulunuyor. Bu iddialara dayanak olarak medyaya “şimdilik” yansıtılan bilgiler, polis ve özel yetkili savcılığın, doğrudan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla PKK temsilcileri ile Oslo'da yapılan müzakerelerdeki konuşmaların esas alındığını gösteriyor.
Oslo'daki görüşmelere o sırada Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak katılan Hakan Fidan ve MİT Müsteşar Yardımcısı olarak katılan Afet Güneş ile dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner de - yine “şimdilik” kaydını koyarak belirtelim - bu nedenle İstanbul Özel Yetkili Savcısı Sadrettin Sarıkaya tarafından ifade vermeye davet edilmiş görünüyor.
MİT mensubu mu, MİT muhbiri mi?
3- MİT mensupları “şüpheli” olarak mı, “tanık” olarak mı ifadeye çağrılıyor?
Bu konuda ve MİT mensuplarının neyle suçlandığına ilişkin olarak şu ana kadar hiçbir resmi bir açıklama yapılmadı. Ancak “yakalama” ve “ev arama” kararlarına varan gelişmeler MİT yöneticilerine çağrının “şüpheli” sıfatıyla yapıldığını gösteriyor.
4- Kaç MİT'çi suçlanıyor?
Bu konuda kamuoyuna yansıyan haberler kafa karışıklığı yaratmış durumda. 30 MİT'çi hakkında işlem başlatıldığı belirtiliyor. Ancak bu kişilerin ne kadarının MİT'in kendi çalışanı, ne kadarının MİT'in örgüte sızdırdığı veya örgütün içinde “haber alma elemanı” yaptığı insanlar olduğu bilinmiyor.
5- Bu neden önemli?
Birinci grupta yer alan suçlamalar açısından önemli. Zira o gruptaki iddialarda MİT mensupları, PKK'nın haber aldığı eylemlerini güvenlik güçlerine bildirmemekle, provokasyon yapmakla, teröre bulaşmakla suçlanıyor. Eğer suçlananlar, PKK'lı olup da MİT'in haber alma elemanı haline getirdiği kişilerse, bu suçlama önemli ölçüde ağırlığını yitirecek. Zira, PKK üyesi olmakla birlikte MİT'in “haber alma elemanı” olarak kullandığı kişileri örgütün eylemlerini haber vermemekle suçlamak, resmi bir görevliyi suçlamaktan çok daha zor. Nitekim eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Ruşen Çakır'a verdiği söyleşide (Vatan – 10 Şubat 2012) haber alma elemanlarından örgüt eylemlerini haber vermelerini ve örgütün böyle bir haberleşmeye kayıtsız kalmasının gerçekçi olmadığını dile getiriyor. Öneş, son operasyonda suçlanan ve basına “MİT elemanı” diye yansıyan kişilerin önemli bir bölümünün “haber alma elemanı”, yani yaygın ifadeyle “muhbir” olduğunu dile getiriyor.
6- MİT ekibi ve Fidan'a PKK ile görüşmeleri talimatını Başbakan Erdoğan'ın verdiği kesin mi?
Evet. Siyasi iradenin talimatı olmadan böyle bir müzakere süreci yürütmek mümkün değil. Nitekim kamuoyuna ses kayıtları sızdırılan Oslo görüşmelerinde, o sırada Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olan MİT Müsteşarı Fidan da, Başbakan Tayyip Erdoğan'ı temsilen görüşmede bulunduğunu belirtiyor. Fidan, bu talimatlandırmanın altını birkaç kez çiziyor ve örgüt temsilcilerine, Erdoğan'ın PKK ile müzakere yapmanın “yüksek siyasi riskini de göze almaya hazır olduğunu söylediğini” iletiyor. Nitekim, Başbakan ve hükümet temsilcileri, Oslo görüşmelerini daima savundu, devam edebileceği mesajlarını verdi.
MİT de hesap vermeli
7- MİT-Polis krizinde iki gruba ayrılan suçlamalar, takibi de farklılık gerektiren iddialar mı?
Evet. Birinci gruptaki suçlamalar; Türkiye'nin bugüne kadar hiç dokunulmamış tek güvenlik kurumu olan ve en son Taraf gazetesi yazar ve yöneticilerinin sahte isimlerle dinlenmesiyle tanık olduğumuz birçok kuşkulu sürece sahne olan MİT'te suça karışanların sorgulanmasına ulaşabilir. Zira bu suçlamalar, örneğin Habur sürecinde hükümete karşı provokasyon düzenlemeyi de içeriyor.
MİT'in bulaştığı öne sürülen karanlık işlerinin üzerindeki şalın kaldırılması, Taraf Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan, Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar, yazarlar Markar Esayan, Amberin Zaman ve Prof. Mehmet Altan'ın telefonlarının mahkemeyi yanıltacak sahte isimlerle dinlenmesi gibi hukuk dışı operasyonların hesabının sorulması gerekiyor. MİT Müsteşarlığı'nın, basın müşavirliği aracılığıyla, Yasemin Çongar'ın soruları üzerine sahte isimlerle gizli dinleme operasyonunu yalanlayamadığını, “açıklama yapmamak”la yetindiğini ve skandalı ortaya çıkaran belgelerin kaynağının “emniyet” olarak habere eklenmesini rica ettiğini hatırlatalım. (Yasemin Çongar – Taraf – 10 Şubat 2012)
Barışçı çözüm arayışının siyasi riski daha da büyüdü
8- Peki MİT'e yöneltilen ikinci gruptaki suçlamaların takibine ilişkin süreç neden farklı olacak?
Çünkü, bu gruptaki iddialar; MİT Müsteşarı Hakan Fidan, selefi Emre Taner ve Oslo'daki görüşmelere katılan eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş üzerinden PKK ile barış müzakerelerinin talimatını veren siyasi iradeye uzanıyor gibi görünüyor. Bu durum; hem Kürt sorununda silahlara vedaya gidebilecek bir süreç için zaten yüksek olan siyasi riski alabildiğine büyütmüş, hem de bundan sonra siyasi talimatla bu süreçlerde görev alacak devlet görevlilerine gözdağı vermiş bulunuyor.
Hükümet kendi yarattığı hukuka isyan ediyor
9- Hükümetin itirazı buna mı?
Aslında hükümet, kendi yarattığı hukuka, yıllardır göz yumduğu yargı uygulamalarına itiraz ediyor!
10- Nedir bunlar?
İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Sadrettin Sarıkaya, Ceza Muhakemeleri Kanunu'na (CMK) dayanarak MİT'in eski ve yeni yöneticileri hakkında yakalama kararı çıkarttı, arama emirleri verdi.
Devlet güvenlik mahkemeleri, Anayasa değişikliği ile kaldırılmıştı. Ancak “doğal yargıç” ilkesini zedeleyen bu sistemi ikame eden özel yetkili mahkemeler, yeni bir Anayasa değişikliği ile değil, bu kez bir yasayla, TBMM'de 4 Aralık 2004'te kabul edilen CMK ile kuruldu. AKP Hükümeti; bu yasadaki özel yetkili mahkemeler, tutuklamayı kolaylaştıran katolog suçlar ve 10 yıla varan tutuklama süreleri konularında yöneltilen eleştirilere rağmen bugüne kadar iyileştirici bir düzenleme yapmadı.
11- Kriz, özel yetkili savcılar ve mahkemelere tanınan yetkilerden mi kaynaklanıyor?
Krizin; Kürt sorununa barışçı çözüm arayışının da sorgulandığı izlenimini veren bölümü için cevap “evet.” Zira, CMK'nın 251. maddesi, “terör, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu, malvarlığı değerini aklama, haksız ekonomik çıkar için kurulan örgüt faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar, devlete karşı işlenen suçlar, devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, milli savunmaya, devlet sırlarına karşı suçlar ile casusluk” suçlarında özel yetkili savcıların “doğrudan” soruşturma yapabileceğini hükme bağlıyor. Maddenin birinci fıkrasında “Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır” hükmü bulunuyor.
251. maddenin 6. fıkrasında da özetle, “kolluk güçlerinin, şüpheli veya sanığı, tanığı, ağır ceza mahkemesi veya başkanının, cumhuriyet savcısının (…) emirleriyle belirtilen gün, saat ve yerde hazır bulundurmaya mecburdur” deniliyor.
Fıkrada geçen “ağır ceza mahkemesi ve savcısının”nın “özel yetkili mahkeme ve özel yetkili savcı” olduğunu belirtelim.
Başbuğ'da 'Yüce Divan' hükmüne uyulmadı
12- Peki CMK'da, belirli makamlardaki kişilerin soruşturulması ve dava edilmesi özel bir prosedüre tabi tutulmuyor mu?
Tutuluyor. CMK'nın 250. maddesi, bu istisnayı “Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hâli dahil askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır” hükmüyle ifade ediyor.
Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun “Cezai takibat izni” başlığını taşıyan 26. maddesi de, “MİT mensuplarının görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan ötürü haklarında cezai takibat yapılması Başbakanın iznine bağlıdır” hükmünü içeriyor.
13- İki yasadaki bu açık hükümlere rağmen, İstanbul Özel Yetkili Savcısı Sarıkaya MİT Müsteşarı ile diğer MİT görevlilerini Başbakan'ın izni olmadan nasıl ifadeye davet edebiliyor?
AKP Hükümeti'nin yıllardır göz yumduğu “uygulama”nın artık yerleşmesinden kaynaklanıyor. Eski Genelkurmkay Başkanı İlker Başbuğ da, aynı MİT Müsteşarı Fidan gibi, İstanbul özel yetkili savcılığının kendisi hakkında soruşturma yapmaya yetkili olmadığı yönünde itiraz etti. Özel yetkili savcılık ve mahkeme, yargılama yerinin Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi, yetkili savcının da Yargıtay Başsavcısı olduğu yönündeki itiraza ve Anayasa'nın 148. maddesindeki “Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar” hükmüne rağmen Başbuğ'u sorguladı ve tutukladı.
Aynı şekilde, Erzincan'da Başsavcı'yken makam odası basılan, evinde arama yapılan ve gözaltına alınan İlhan Cihaner'i de özel yetkili mahkeme tutukladı.
Özel yetkili mahkemeler genel yetkili mahkeme oldular
14- Yani özel yetkili mahkemeler ve savcılar yetkilerini yasada öngörülenden de geniş mi yorumluyor?
Evet. O kadar ki, çevre eylemcilerinden üniversitedeki protestolara kadar birçok demokratik hak bile “terör suçu” olduğu öne sürülerek özel yetkili savcılar ve mahkemelerce ele alınıyor. Bu yorumla adeta “genel yetkili mahkemeler” haline gelen özel yetkili mahkemelerin çok sayıda üniversite öğrencisini, şiddet eylemine karıştıkları yolunda somut ve kesin deliller olmamasına rağmen iki yıla varan sürelerle tutuklaması yıllardır seyrediliyor.
Ancak İstanbul özel yetkili savcılığının MİT'i, siyasi iradeyi de sorgulayacak bir dosyayla takibe aldığı haberleri, hükümette belki “damdan düşme” etkisi yaratabilir. Böylece adil yargılanma hakkını ihlal eden CMK'dan TCK'ya, “terör örgütü üyesi olmasa da eylemleri örgütün amacına uygun görülenleri de terörist” sayan Terörle Mücadele Kanunu'na kadar son derece sorunlu mevzuatın demokratikleştirilmesi TBMM gündemine gelebilir. MİT krizi, bu açıdan belki hayırlı bir sonuç yaratabilir.
Özel yetkili savcılar Başbakan'a da celp çıkarabilir!
15- Özel yetkili mahkemeler ve savcılıklar kaldırılmazsa veya yetkileri daraltılmazsa daha nelerle karşılaşılabilir?
Türkiye'de adil yargılama sorunları önce mevzuattan, sonra da “uygulama”dan kaynaklanıyor. AB'nin Ekim ayında açıkladığı 2011 Türkiye İlerleme Raporu'nda da, adil yargılama ihlallerinden söz edilirken “uygulama”ya da özel bir vurgu yapılıyor. Bugün özel yetkili bir savcı, Başbakan'a bile “şüpheli” sıfatıyla ifade çağrısı yapabilir.
16- Başbakan'ın dokunulmazlığı bunu önlemez mi?
Önleyemez. Çünkü Anayasa'nın 83. maddesi “ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri”ni dokunulmazlık dışında tutuyor. Özel yetkili bir savcı,Başbakan'ı “terör”le suçlayıp, bunun “ağır cezayı gerektiren bir suçüstü hali” sayabilir. Özel yetkili bir mahkeme de, İlker Başbuğ'un itirazının reddinde olduğu gibi, yöneltilen suçlama için “göreviyle ilgili değil” diyerek Başbakan'ı yargılama yerinin Yüce Divan olmadığına karar verebilir!
Savcı ne yapabilirdi?
17- Peki savcı bu dosyayı görmezden gelebilir miydi?
Hayır. Mevzuat bu açıdan da sorunlu. Savcı Sadrettin Sarıkaya'nın neden yakalama ve arama kararı çıkardığını, MİT mensuplarını neyle suçladığını henüz bilmiyoruz. Bu kaydı düşerek, devam edelim.
KCK operasyonunun ne kadarının özel yetkili savcılık, ne kadarının emniyet insiyatifiyle yürüdüğünü de bilmiyoruz. Eğer son olay da, Türkiye'deki genel uygulamaya paralelse, yani polis savcının önüne bir dosya yığmışsa, savcı CMK'daki yetkilerini ihmal edemez. Zira, daha sonra kendisi hakkında bir soruşturma açılabilir ki, Türkiye'de hâkim ve savcı teminatının ne düzeyde olduğunu Deniz Feneri dosyasının görevden alınan savcıları eşliğinde düşünebilirsiniz.
Ancak savcılık, CMK'daki hükümler yerine MİT Yasası'nın Başbakan iznini şart koşan 26. maddesinin “özel” ve bu nedenle “öncelikli” düzenleme olduğunu düşünerek doğrudan harekete geçmek yerine Başbakanlığa başvurabilirdi. Sarıkaya, bunu yapmak yerine doğrudan harekete geçti.
18- Peki bundan sonra ne olabilir?
İfadeye çağrılanların ifade vermemesi yargı adına büyük bir darbe, yargı uygulamaları adına da büyük bir çelişki olur. Ancak savcı, her an Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Başsavcılığın kararıyla bu görevden başka bir göreve atanabilir.
19- MİT soruşturmasını neden İstanbul özel yetkili savcılığı yapıyor?
Bu da tartışmalı bir konu. Nitekim, MİT Müsteşarı Hakan Fidan da, karara yaptığı itirazda önce savcının “yetkisiz” olduğunu ve dosyanin Başbakanlığa gönderilmesi gerektiğini savunuyor.Fidan daha sonra, eğer bu yapılmazsa, öne sürülen suç yeri İstanbul olmadığı için dosyanın Ankara özel yetkili savcılığına gfönderilmesini, zaten Ankara'da bu konuda açılmış bir dosya bulunduğunu belirtiyor. Gerçekten, bazı CHP'lilerin Oslo görüşmelerinin basına yansıması üzerine yaptığı başvuru üzerine MİT'in katıldığı müzakerelerle ilgili olarak Ankara özel yetkili savcılığında açılmış bir dosya bulunuyor.
Diğer yandan, soruşturmanın İstanbul'da yapılmasına, İstanbul'daki şiddet eylemleri, molotoflu gösteriler v.s gerekçe gösterilmiş olabilir.
Krizin altında kim var; Gülen cemaati mi, İçişleri mi?
20- MİT krizinin Gülen cemaatinin İstanbul emniyetindeki mensuplarından kaynaklandığı yorumları ne kadar ciddi?
Emniyet içinde cemaate yakın isimlerin olduğu doğru. Ancak aşırı genellemeler, gazetecileri olayların ardındaki gerçeği aramaktan uzaklaştırıyor. Diğer yandan böylesine büyük krizleri tümdengelimci bir yaklaşımla sadece cemaatin icraatı diyerek kategorize etmek, tuhaf bir şekilde siyasi iradenin sorumluluğunu hafifletmeye başladı.
21- Bu olayda nasıl bir siyasi irade sorumluluğundan söz edilebilir?
Savcılığın ifade çağrısı üzerine hükümet ilk faturayı polise çıkardı. İstanbul Emniyeti'nin en önemli iki birimi olan İstihbarat Şube Müdürü ile Terörle Mücadele Şube Müdürü görevden alındı.
Eğer MİT Müsteşarı'nı bile “şüpheli” olarak ifadeye çağırmayla suçlanacak bir süreç bu iki şube müdürünün operasyonlarıyla şekillenmişse, iki yıla yaklaşan bu sürecin İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'ın bilgisi dahilinde olmadığı düşünülemez.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in, Büşra Ersanlı'yı da kapsayan KCK dalgası sırasında “bir tane profesörün gözaltına alınıp tutuklanmasında ne var” türündeki yaklaşımları da operasyonun arkasındaki siyasi iradenin gücünü gösteriyor.
Dolayısıyla, hükümet MİT krizinde polisi kusurlu görüyorsa, bu fatura iki şube müdürünün görevden alınmasıyla kapanamaz. Sorumluluk İstanbul Emniyet Müdürü'ne, oradan da İçişleri Bakanı'na uzanır. Anayasamızın bugüne kadar hiç işlediğine tanık olmadığımız 112. maddesi “Her bakan Başbakan'a karşı sorumlu olup, ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden sorumludur” hükmünü taşıyor!
22- “Cemaat üyesi emniyetçiler” bir efsaneden mi ibaret?
Elbette hayır. Örneğin, görevden alınan iki polis müdürünü en kollayan başlık, 9 Şubat Perşembe günü Gülen cemaatinin amiral gemisi Zaman'da kullanıldı. MİT krizine, ilk gün manşetinde sadece üç sütun ayıran Zaman, birinci sayfasında “KCK'yı çökerten iki şube müdürü görevden alındı” başlığını tercih etti. Bugün (10 Şubat Cuma) krizi manşetine bile çıkarmayan Zaman,MİT'in haber elemanlarının son yıllarda karıştığı suçlara da dikkat çeken bir bilgilendirme yaptı.
Cemaatin önemli isimlerinden Hüseyin Gülerce de Zaman'daki yazısında, yerinde sorularla MİT'in sivilleşmesi ve hesap verebilir olması gerektiğini vurguladı.
Zaman'ın tercihlerini, salt MİT'in faaliyetlerinin sorgulanması düşüncesinden değil cemaate yakın polislerin kollanmasından kaynaklandığı varsayıldığında bile bu kadar büyük bir krizi somut bilgi ve belgelere sahip olmadan aşırı bir genellemeye indirgemek objektif gazeteciliğe uygun bir yaklaşım değil. Bu yaklaşımın “siyasi irade”nin sorumluluğunu giderek hafiflettiği noktasına artık dikkat etmek gerekiyor.
Diğer yandan, devlet içinde en güçlü dönemini yaşadığı açık olmakla birlikte Gülen hareketinin hükümete bu kadar cepheden bir operasyona kalkışabileceğini düşünmek; cemaatin böyle bir stratejisi ve gücü olup olmadığı bir yana, Başbakan'ın mesajlarıyla da uyumlu değil. Başbakan Erdoğan'ın, 10 yıla yaklaşan iktidarında basına tek ve büyük övgüyü, 25. kuruluş yıldönümünde Zaman gazetesi için yaptığının altını çizelim.
Kürt açılımı ve müzakere sürecinde MİT'in rolü
23- Sonu gelmeyen, gelemeyen Kürt açılımında MİT'in işlevi ve payı ne?
Diyarbakır'da doğan, Mülkiye'yi bitiren, içinde yetiştiği MİT'in tepesine kadar tırmanan Emre Taner'in müsteşarlığı döneminde teşkilatın hükümetle birlikte önemli çalışmalar ve yoklamalar yaptığı biliniyor. Bu çalışmalar arasında, Taner döneminde MİT'in, yaklaşık 1500 kişiye anket uygulanan bir saha çalışması yaptırdığı, araştırma ile yapılan “Türkiye'nin bölünmesi” yolunda kuvvetli bir talebin olmadığı tespiti üzerine hükümetin Kürt açılımı sürecini başlattığı belirtiliyor. Bu araştırma kamuoyuna hiç yansımamakla birlikte, hükümetin hareket noktalarından biri olarak değerlendiriliyor.
Erdoğan, en güvendiği isimlerden biri olan Hakan Fidan'ı, itirazlara rağmen MİT'in başına getirmeden önce bu göreve hazırladı. PKK ile Oslo'da yapılan görüşmelerin beşincisinde MİT ekibine Fidan'ı da davet etti. Dolayısıyla Fidan, kendisinden önce başlatılan bir süreci devraldı.
24- İsrail'in Fidan'ın MİT Müsteşarlığı'na soğuk olmasının nedeni ne?
Fidan, İran'la yakın çalışmış bir bürokrat. Hatta Fidan, Oslo görüşmelerinde PKK'lı muhataplarına nükleer kriz sürecinde İran ile ABD arasında arabuluculuk yaptığını altını çizerek aktarıyor. İsrail'in, Fidan'ı, Ortadoğu'da kendisine en büyük tehdit olarak gördüğü İran'a yakın bulduğu belirtiliyor.
25- Tek cümleyle bu krizin yararı ve zararı ne olabilir?
Yararı “özel yetkili mahkemeler ve herkesi terörist yapabilecek mevzuat” ile uygulamaların demokratikleştirilmesi; zararı ise Kürt sorununa barışçı çözüm arayışlarını daha da zorlaştırması olabilecek.
T24, gazetecilikten başka hiçbir şeye ait olmayan bir yer. Editörlerimiz, muhabirlerimiz ve yazarlarımız; kelimelerle ifade edilemeyecek büyük bir çıkarsızlıkla bağımsız gazeteciliğin kurumsallaşmasına eşsiz katkılar sağladılar. 15 yıldır ilgilerini, övgülerini, eleştiri ve uyarılarını esirgemeyen takipçilerimize de sonsuz teşekkürler…
Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil… Devletin tam beş kez denetleyerek dışardan tek bir kör kuruş bulamadığı T24’te varlığını iddia ettiğiniz Alman sermayesi her neredeyse haber verin, bölüşelim! Bulamıyorsanız, gazetecilik yaptığınızı öne sürerek yıllardır inşa ettiğiniz utanç müzenize, bu nadide ‘Alman sermayesi’ eserinizi de ekleyelim…
Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!
© Tüm hakları saklıdır.