06 Mayıs 2013

15 soruda 1 Mayıs olayları, 1 Mayıs açıklamaları, hukuk ve devlet

Türkiye'de 1 Mayıs ile ile özdeşleşmiş olan Taksim'de miting yasağı, hem “demokratik toplum düzeninin gereklerine, hem de izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının özüne” aykırı görünüyor

1 Mayıs'ta yaşanan olaylar, Türkiye'nin çok alışık olduğu bir devlet anlayışının fotokopisini de bir kez daha karşımıza koydu. Sadece askeri vesayetin geriletilmesiyle demokratikleşmediği anlaşılan, peşin kabulle vatandaşını suçlu olarak görürken memurunun şiddetini savunan çok tanıdık bir devletin fotokopisinden söz ediyorum.

Emek Bayramı için Taksim'de toplanmak isteyenlere karşı sergilenen tavır ve sonra yapılan açıklamalar hangi açılardan sorunlu, soru ve cevaplarla anlamaya çalışalım:

 

1- Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının dayanağı ne?

Anayasa.  Anayasa uyarınca, herkes önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahip bulunuyor. Anayasa'nın Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” başlığını taşıyan 34. maddesi şu hükmü taşıyor:

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak,  millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması  amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

 

2- Anayasa önce izinsiz gösteri hakkını, ama hemen ardından da bu hakkın sınırlanabileceğini hükme bağladığına göre, İstanbul Valiliği'nin yasaklama kararı Anayasa'ya uygun mu?

İki nedenle hayır. Birincisi; Taksim'de toplanmanın yasaklanması “milli güvenliği, kamu düzenini, suç işlenmesinin önlenmesini, genel sağlığı, genel ahlakı ve başkalarının hak ve özgürlüklerini korumayı” kendiliğinden sağlamıyor. Aksine; valiliğin, hükümetin talimatı doğrultusundaki yasaklama kararını orantısız güç kullanarak uygulama çabasının kamu düzenini bozduğuna, suç işlenmesine (polis şiddeti) neden olduğuna tanık olduk.

Yasaklama kararını Anayasa'ya aykırı kılan diğer nedenlere gelince... Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlığını taşıyan 13. maddesi şu hükmü taşıyor:

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın, yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

Madde metni, hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına iki temel sınır getiriyor. Birincisi; “sınırlanacak hak ve hürriyetin özüne dokunulmaması.” İkincisi de, “sınırlamanın demokratik toplum düzeninine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaması.”

Türkiye'de 1 Mayıs ile ile özdeşleşmiş olan Taksim'de miting yasağı, hem “demokratik toplum düzeninin gereklerine, hem de izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının özüne” aykırı görünüyor.

Diğer yandan; “toplantı ve gösteri yapma hakkı”, bu hakkı kullanacakların “toplantı ve gösterinin nerede yapılacağını belirleme hakkını” da kapsıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de (AİHM), bu konuda bir içtihat geliştirmiş bulunuyor.

 

3- Anayasa'nın dili, yasaklama yorumuna da olanak vermiyor mu?

Özünde, devletin temel örgütlenişinin yanı sıra devlete karşı temel hakları güvence altına alan anayasaların yasaklayıcı bir anlayışla yorumlanmaması gerekir. Güncel tartışma; temel hakların sınırlanmasında “öze dokunma yasağı” ve “demokratik toplum düzeninin gerekleri” gibi kısıtlamalar getiren kriterlere rağmen yapılan uygulamaların, anayasaların yanı sıra anayasaların nasıl yorumlandığının da ülkedeki demokrasi anlayışı hakkında fikir verdiğini gösteriyor.

 

4- Taksim yasağının Anayasa hükümleri karşısındaki durumu bu maddelerden mi ibaret?

Hayır. 12 Eylül 1980'de darbe yapan generallerin son biçimini verdiği 1982 Anayasası'nda gerçekleştirilen önemli reformlardan biri, 90. madde üzerinde yapıldı. 90. maddeye 2004 yılında eklenen hükümle, temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmeler iç hukukun üzerinde sayıldı. 2004'te 90. maddeye eklenen hükmü hatırlayalım:

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

 

5- Bu ne anlama geliyor?

Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hükümleri ile bu sözleşmeye dayanarak yargılama yapan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının, iç hukuktan üstün olduğu anlamına geliyor. Taksim yasağı, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kapatılan parlamentonun tekrar açılmasına kadar geçen sürede ülkeyi yöneten Milli Güvenlik Konseyi döneminde çıkan ve hâlâ yürürlükte olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na dayanarak uygulansa da, Anayasa'nın 90. maddesi ile çelişiyor. Zira AİHM, yargılama yetkisini tanıyan Türkiye için DİSK ve KESK'in açtığı dava üzerine verdiği kararda, 2008 yılında 1 Mayıs'ın  Taksim'de kutlanmasının gaz ve su sıkılarak engellenmesini mahkûm etti. AİHM, polisin biber gazı kullanmasının da gösteri yapmak isteyenlere karşı “orantılı bir güç” olarak kabul edilemeyeceğine hükmetti. Mahkeme, gösteri hakkının, gösterinin nerede yapılacağını seçebilmeyi de kapsadığını hükme bağladı.

AİHM'nin, Anayasa'nın 90. maddesi kapsamına giren ve iç hukuktan daha öncelikli bir statü tanınan AİHS'ye dayanarak aldığı kararların Türkiye'de yargıyı da, idareyi de bağlaması gerekir. Ancak İstanbul Valiliği, AİHM'nin hukuksuz saydığı Taksim yasağını biber gazlarıyla, tazyikli sular ve coplarla bir kez daha uyguladı.

 

6- Taksim yasağının Anayasa'ya aykırı başka boyutu var mı?

Var. Taksim, 1 Mayıs günü, sadece burada miting yapmak isteyenlere değil, bütün İstanbullulara yasaklandı. Otobüs ve metro seferleri durduruldu, deniz ulaşımı engellendi, bölgeye yaya olarak girmek isteyenlere de akşama kadar izin verilmedi. Bu uygulama, 1 Mayıs'ta İstanbul'u felç etti. İstanbul Valiliği, bu kararıyla Anayasa'nın 23. maddesinde güvence altına alınan “Seyahat Özgürlüğü”nü ihlal etmiş oldu.

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun, uyarılarını dinleyerek gelmeyenlere teşekkür ettiği Taksim'e ulaşım, 1 Mayıs'ta sadece uçarak mümkündü! Zira Mutlu yer altından, yer üstünden, denizden ve yaya olarak Taksim'e ulaşımı yasaklamıştı.

Anayasa'nın 23. maddesi, seyahat özgürlüğünün ancak suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek” için sınırlanabileceğini hükme bağlıyor. Ancak 1 Mayıs'ta Taksim'e seyahat özgürlükleri çiğnenen insanlar için ortada ne bir soruşturma ve kovuşturma, ne de önlenecek bir suç vardı. 1 Mayıs'ta devlet Taksim'de suç öngördü ve bu öngörüsünü haklı çıkarmak için aşağıda örnekleyeceğimiz hukuk dışı gayretler sergiledi.

 

7- Peki sendikalar Taksim'de öne sürülen kazı gerekçesini dikkate alarak sembolik anmayla yetinebilirler miydi?

Elbette bu da mümkündü. Ancak, Taksim Meydanı kazılmış haliyle bile binlerce kişiyi alabilecek durumda olmasına karşın, buradaki “sembolik anma” sayıları valilik tarafından alabildiğine abartıldı. DİSK Genel Başkanı Kani Beko, emniyetin her konfederasyondan sadece “30 kişiye” izin verdiğini açıkladı. Yani, Taksim'de yapılan kazı nedeniyle işçi konfederasyonları için toplam 100-150 kişiye izin veren valilik, aynı Taksim'e binlerce polisi sığdırdı. Valiliğin her konfederasyon için meydanın alabileceği ölçüde bir kontenjan teklif etmesi anlaşmayla sonuçlanabilirdi.

Nitekim dün akşam, binlerce Galatasaray taraftarı, takımının şampiyonluğunu kutlamak üzere flama ve meşalelerle kutlamak üzere Taksim'e geldi ve hiçbir özel güvenlik önlemi bulunmamasına rağmen önemli bir sorun yaşanmadı.

Bu durum devletin ve siyasetin kriterlerinin, gösteri hakkını kimin kullandığına göre değişebildiğini de gösreriyor. Türkiye'ye ilişkin olarak bu yönde bir gözlem,  ABD Dışişleri Bakanlığı'nın son insan hakları raporuna da yansımış durumda. Raporda, "Yasalar toplanma özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Bununla birlikte hükümet, seçici bir şekilde, belli tarihler ya da mekanlarla sınırlamış ve özellikle hükümeti eleştiren bir nitelik taşıyorsa ya da hassas konularla ilgiliyse gösterileri peşinen yasaklama yoluna gitmiştir" deniyor. (Sedat Ergin, Hürriyet, 2 Mayıs 2013)

 

8- Taksim'de 1 Mayıs 2013'ün sembolleri kim oldu?

Polisin sıktığı biber gazının kapsülünün isabet etmesi üzerine ağır yaralanan 17 yaşındaki Dilan Alp ve onu suçlu göstermek için ısrarla yanıltıcı açıklamalar yapan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu.

Rizeli olan ve 1 Mayıs olaylarına kadar özenli bir dil kullanmaya çalıştığı izlenimini veren Mutlu, İstanbul Üniversitesi'nde hukuk eğitimi aldıktan sonra mülki idare amirliği kariyerine başlamış bir isim. Mutlu'nun 1 Mayıs olaylarındaki tavrı, Türkiye'de en önemli valilik makamı olan İstanbul'a atanmadan önce sadece iki ilde (Siirt ve Diyarbakır) valilik yapmış olmasının bir tecrübe açığı yarattığı sorusunu da zihinlere taşıdı.

 

9- Vali Mutlu hangi yanıltıcı açıklamaları yaptı?

Birincisi; olayların ardından yaptığı ilk açıklamada, yaralı polis ve sivilleri anlatırken sivil yaralının “biber gazı kapsülüyle değil, göstericilerin attığı taşla yaralandığını” öne sürdü. Mutlu burada isim vermedi, ancak bu sözlerini dinleyen herkes, Taksim İlk Yardım Hastanesi'nde kafatası ameliyatına alınan Dilan Alp'i anladı. Nitekim, hastanede Dilan'ın durumunu izleyen BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel telefonla aradığında, Vali Mutlu'nun kendisine, “Dilan Alp'i kastetmediğini söylediğini” açıkladı.

Sivil yaralılar için “Üçü de militandır” diyen Mutlu, “Dilan adlı kızımız da yaralıdır. Dilan örgüt üyesidir, marjinal grup üyesidir. Bizde kayıtları vardır. Çatışma içindedir. Tam bir radikal mensuptur” ifadelerini kullandı.

 

10- Örgüt üyesi olmak suç mu?

Değil. İhtimal İstanbul Valisi Mutlu da birçok örgüte üye. Ancak Mutlu, Dilan'ı suçlarken “Örgüt üyesidir” vurgusu yaparak  “yasadışı örgüt ve / veya yasadışı silahlı örgüt üyeliği üyesidir” demek istiyor.

 

11- Peki öyle mi?

Hayır, bugüne kadar polisten gelen bilgiler Dilan'ın yasadışı bir örgüte üyeliğini kanıtlamadı. Mutlu neyi kast ediyor bilmiyoruz, ancak yasalarda “marjinal ve radikal olmak” gibi bir suç da bulunmuyor.

 

12- Vali'nin açıklamalarındaki yanıltmalar “Dilan'ın örgüt üyesi olduğu”ndan mı ibaret?

Hayır, ne yazık ki bununla sınırlı kalmadı. Mutlu, kamera görüntülerine dayanarak, kameralar önünde, Dilan'ın, gaz bombası kapsülüyle ağır yaralanmadan önce elinde “molotof kokteyli” taşıdığını da iddia etti. Ancak Dilan'ın elindeki şişede “molotof kokteyli” değil, biber gazı etkisine karşı önlem olarak düşünülen sirke olduğu anlaşıldı.

Kendisine “faşist” denmemesini isteyen, “yufka yürekli bir vali” olduğunu öne süren Mutlu, kelimelendirme konusunda kendisi için talep ettiği hassasiyeti 17 yaşındaki bir çocuk için göstermek bir yana, gerçeğe aykırı iddialar dile getirebildi.

 

13- Vali Mutlu'nun açıklamaları hangi hukuki sorunları içeriyor?

Birincisi; Vali, 1 Mayıs olaylarının hemen ardından, daha hiçbir inceleme ve soruşturma yaptırmadan, polisin halka karşı “fevkalade orantılı güç kullandığını” öne sürdü. Ancak, binlerce polise aynı anda ve bir savunma refleksiyle kefil olmadan önce, polis müdahalesiyle Dilan gibi ölümün eşiğine getirilmiş, şiddet görmüş insanlar olup olmadığını, yetkisini kötüye kullanan polis ve polis şefleri bulunup bulunmadığını araştırması gerekirdi.

Hüseyin Avni Mutlu, emrindeki polisler hakkında idari soruşturma yapılması izni verme yetkisini “vali” olarak elinde bulunduran bir isim olmasına rağmen, bu statüsünü de ihmal ettiğini gösteren bir tutum sergiledi. Böylece, olayların hemen ardından, hiçbir inceleme ve soruşturma yaptırmadan, ihtimal Türkiye'nin AİHM'de bir kez daha mahkûm edileceği kötü muameleler konusunda topyekûn bir savunma yaparak bu kadar tartışmalı bir süreç için gündeme gelmesi gereken idari soruşturmayı daha baştan gölgeledi.

Aynı hatayı, Mutlu'nun selefi İçişleri Bakanı Muammer Güler de, polise nedensiz bir şekilde yapılan saldırıları tasvip eden varmış gibi bir varsayımı öne sürerek yaptı. Güler, polise yöneltilen eleştirilere “Bu eleştirileri yapanlar önce polise yapılan saldırıları soruştursunlar bakalım''  cevabını vererek, hakkında idari soruşturma yaptırması gereken valilik ve emniyeti baştan savunan bir tavır sergiledi.  

Vali Mutlu'nun açıklamalarında hukuki açıdan sorunlu ikinci nokta, yasaların bile reşit saymadığı 17 yaşındaki bir çocuğa karşı, gerçek olmayan bilgilerle aleyhte bir kamuoyu oluşturmaya çalışmasıydı. Dilan'ı “terörist” gibi göstermeye çalışan Mutlu'nun açıklamaları gösterdi ki, İstanbul polisinin elinde, yargıya iletilmeyen, ama valinin eline tutuşturulan “fişleme bilgileri” vardı. “Yasadışı bir örgüt üyesi” hakkında savcılığı harekete geçirmesi gereken valilik ve polis böyle bir şey yap(a)mamış, ancak ölümün eşiğine getirilmiş bir çocuk hakkında hiçbir hukuki değeri bulunmayan fişleme bilgilerini kamuoyunun önüne sürmüştü. O bilgilere göre, Dilan “TKP’den ayrılan Türkiye Devrim Partisi üyesi ve Söz adlı dergiyi dağıtan” bir tehlikeli vatandaştı. Hey Tekstil işçisi olan babası Ali Ekber Alp aylardır ücret alamayan, üniversite sınavlarına hazırlanan, “suçlu” değil ama “tehlikeli” bir vatandaş!

Vali Mutlu'nun açıklamalarında hukuki olarak kabul edilemeyecek üçüncü nokta, yine Anayasa'nın ve hukuk devleti olmanın temel ilkelerinden birini ihlal etmesi. Anayasa'nın 15. maddesi “Suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” hükmünü taşıyor. Mutlu, Dilan ve diğer göstericileri suçlu ilan ederek, Anayasa'nın bu hükmünü de açıkça ihlal etti.

 

14- Hükümet ve valiliğin, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı konusundaki yaklaşımı hukuki açıdan ne sorunlar taşıyor?

Bu seneki yasaklayıcı tutuma ilişkin talimatın, 1 Mayıs öncesinde konfederasyon liderleriyle de bir araya gelen Başbakan Tayyip Erdoğan'dan geldiğini biliyoruz. Erdoğan, olaylardan sonra, 4 Mayıs Cumartesi günü, “Bu medyaya göre taş atan, molotof atanlar çiçek çocuk; polis faşist! Belki yarın Taksim miting alanı olmaktan çıkarılacak, sana neresi gösterilirse orada miting yapacaksın. Yenikapı'da miting alanı yapılıyor. İnşaat bitince Kadıköy'de mitinge izin vermeyeceğiz" dedi.

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu da, birinci tekil şahıs kipi kullanarak, “Asıl sıkıntı yaşatanlar benim verdiğim karara riayet etmeyenlerdir. İhtiyaç olmasaydı vatandaşımıza sıkıntı yaşamazdık. Benim verdiğim karara uymazsınız çıkıp meydanlara çağrı yaparsanız bu yaralanmalar ortaya çıkar. Hukuken benim kararımı uygulamak zorundalar” dedi. Mutlu, seneye ne karar vereceğini henüz bilmediğini, ancak kişisel olarak Taksim'de mitinge karşı olduğunu da söyledi. İstanbul Valisi Mutlu'nun, Anayasa'nın toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını “önceden izin almaya bağlamayan” hükmü ile “sınırlamaların hakkın özüne ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı” kriterlerini dikkate almayan, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanımını kişisel takdirine bağlıymış gibi söz konusu eden tutumu sorunlu. Diğer yandan, Mutlu'nun yaklaşımı, “toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, toplantı ve gösterinin yapılacağı yeri belirleme hakkını da içerdiğini karara bağlayan” AİHM içtihadına da aykırı.

 

15- Bu tabloda ne eksik?

Atamayla gelmiş bir valinin, gerek göstericilere karşı, gerekse o gün ulaşım olanakları felç edilmiş herkese karşı tavrı tartışılıyor. Tabloda, İstanbulluları ve İstanbul meydanlarını bu kadar ilgilendiren bir konuda İstanbul'da yaşayanların oylarıyla seçilmiş belediye başkanı eksik. Burada, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'tan değil, Türkiye'nin yönetim alışkanlıklarından söz ediyorum. Düşünün; İstanbul'da meydanları düzenleyen, Taksim Meydanı'ndaki kazıyı yapan, toplu ulaşımı idare eden ve halkın oyuyla seçilen belediye yönetiminin, kentin kullanımına ilişkin olarak çıkan bu kadar büyük bir ihtilafta tek kelime edememesi normal mi?

İstanbulluların oylarıyla seçilen bir kişi, İstanbul'da ulaşım olanaklarını felç edecek bir kararı bu kadar kolay alabilir mi, insanların gaz ve su sıkılarak püskürtülmesini, yaralanmasını bu kadar kolay savunabilir mi?

1 Mayıs olaylarından sonra çıkan tabloya iyi bakın; yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, sadece Kürt sorunu ile sınırlı olarak tartışmamız gereken bir mesele midir? Yoksa, Tarhan Erdem'in yıllardır vurguladığı gibi, bütün Türkiye'nin çok daha iyi yönetilmesi için düşünülmesi gereken bir mesele mi?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?