Birinci konu-geçici
Bazı sözcükler bir gün birileri tarafından kullanılır ve tam da zamanın ruhuna, ihtiyacına, gerçeğine uygun düşer ve hızla kalıplaşır. Hızla da anonimleşir. Bizim alana (psikoloji) yakın kelimeler de böyle durumlara çokça muhataptır. Örneğin "bugün çok depresyondayım, bizim çocuk okulda çok hiperaktif, bu kadının sağı solu belli değil kesin bipolar, ay ne narsist adam bu…" Bir dönem herkes depresyondaydı, hatta bir gün depresyona giriyor, ertesi gün öğleden sonra çıkıyordu. Bir dönem herkesin çocuğu hiperaktifti, hareketliliği zeki olmasına atfediliyordu, ve bir teşhisle bundan uzaklaşılıyordu; öfkeli kimseler bipolar, kibirli davranışlar varsa narsist... Hem kavram karmaşası, hem kötüleme-iyileme aracı…
"Patoloji" işaret eden böylesine terimleri, sıfat olarak kötü niyetle kullanmayı yanlışlık, düşüncesizlik ve kötülük olarak yorumluyorum. İki temel sebeple. Birincisi, eğer bir tanı konulacaksa bu belli koşullar altında ve belirli kişilerce yapılabilir, milyon tane gözlem gerektirir, hiç de kolay bir şey değildir. İkincisi teşhis ve tanı koymaya teşne meslektaşlar ve eski moda kuramlar olsa da; kişinin içinde bulunduğu durumu bu terimlerle ifade etmeyi, bu isimlere indirgemeyi, kişileri böylesine etiketlemeyi beğenmeyen, psiko-politik bir yerden karşı çıkan bizim gibi meslektaşların sayısı da az değildir, ben de böyle bir gruba dahilim. Bu önemli konuya bir uğrayıp, esas bahsetmek istediğim meseleye geçiyorum.
Güç savaşı
Yukarıdakine benzer bir çok "daha iyi ifade edilemeden halk arasına karışıvermiş" tarifler var. Bunlardan bir tanesi ikili ilişkileri için kullanılan "bizim aramızda güç savaşı var" ifadesi.
Psikoterapi odasına kişiler, çoğu zaman kendi durumlarına dair teşhis ve hatta teorilerle gelirler. Geliş sebeplerine dair bir tanımlamaları ve bunun gelişimsel olarak bir açıklaması çok defa vardır. Ben de bunu çok merakla dinlerim esasen. Sorarım da. "Siz aranızdaki bu durumu nasıl adlandırırsınız?" veyahut, "sizce, bütün bunların sebepleri nelerdir?", "olanlara dair bir teoriniz var mı?" Bu sorulara verilen cevaplardan ve halk arasında klişeleşmiş, ancak gerçekten de bir şey anlatan ifadelerden biridir, "güç savaşı". Ancak aynı ifadeyi bir çok çift kendi ilişkileri için kullansa da, her biri başka bir türlü hali tarif etmek için kullanır.
"Bizim aramızda güç savaşı var"ı, bir psikoterapist veya bir çift terapisti olarak formülize etmek için ilişkiyi, partnerleri ve hem ilişkinin hem de partnerlerin geçmiş hikayelerini iyi bilmek, anlamaya çalışmak, o çerçeveden birlikte bakabilmek gerekir.
Bazı çiftler çatışmalarını "güç savaşı" teorisiyle açıklarlar. Kavgalarını, küslüklerini, eleştirilerini bu başlığın altında tarif ederler. "Biz ikimiz de güçlü karakterleriz, ondan dolayı aramızda güç çatışması oluyor" açıklaması, biraz daha ileri izâhat gibidir. Peki ama bu çift için ne demek güçlü karakter, ne demek güçler çatışması, neden çatışır güçler birbiri ile? Terapistin bunları sorgulamadan "güç çatışması" teşhisini satın alıp, reçeteye buna uygun bir ilaç yazması, söz konusu olamaz.
Denklik
Eskilerin "herkes dengi dengine" diye tavsiye ettiği, özellikle romantik/duygusal ilişkiler için kullanılan, evlenme öncesi uyarılar listesine üst sıralardan girmiş bu öneri, aslında tümüyle yabana atılacak bir konu değildir. Öncelikle itirazlara söyleyeceklerim: evet aşk kapıyı çalınca artık düşünemeyiz, evet iki gönül birbirini sevince samanlık seyran olur, evet aşkın önünde hiç bir şey duramaz, evet denklik sadece bir mantık ilişkisini çağrıştırır. Velhasıl bütün bunlarla birlikte ve bunların ötesinde ilişkinin bir alışveriş meselesi olduğunu da kabul edelim.
(Ve hayır hiç de materyalist bir yerden yazmıyorum, bu konuda idealist ve oldukça romantik biriyim.)
Peki ne alır, ne veririz bir romantik ilişkide?
Partnerler birbirlerine ne verir, birbirlerinden ne alır? Sevgi, cinsel doyum, ilgi, takdir, güncel ortak işler (ev/banka/tamirat/yemek pişirmek), para, güzellik, gençlik, entellektüel deneyim, bilgi, olgunluk, cesaret, şefkat, hoşgörü, karizma, prestij, kollamak, kollanmak, sarmalamak, sarmalanmak, bakım vermek, sükunet, mizah, neşe, huzur, rahatlık, doğallık, yuvada olma hissi, özlem, kavuşma, kötü günde yanında olma, iyi günü paylaşma, saygı...
Bunların hepsini her partner, her ilişkide, aynı dozda veremez. Her partnerin hepsini vermeye kapasitesi yoktur. Herkesin ihtiyaçları da verebilecekleri de birbirinden farklı kombinasyonlar yaratır. Bazısında şefkat çok, diğerinde güzellik çoktur. Başka bir ilişkide partnerlerden biri huzur hissi yaratmak konusunda ve örneğin sorunlar karşısında olgun davranmakta çok iyidir, diğer partner de örneğin sekste ve mizahta çok iyidir. Bir başka ilişkide birinin entellektüel birikimi diğerine iyi gelir, diğerinin de ikisi için imkanlar yaratacak ekonomik birikimi diğerine iyi gelir. Birbirimize verebildiklerimiz, ötekinin ihtiyacına göre değer kazanır. Çok sıkı kurallarla dolu bir aileden gelen bir kadın için, partnerinin çok otantik ve spontane hayat tarzı bir ödül olabilir, bir başkası için katlanılmaz bir şey olacakken. Cinsel hayatında çok aktif olmak isteyen biri için, seksî bir partner bir ödülken, bir başkasının ilgisini bu durum pek çekmeyebilir. İhtiyaç ve hayallerimiz, bu alışverişte bizi denk getirdiği sürece, ilişkimizde tatmin oluruz. En güzel kombinasyon, alma ve verme kapasitesinde, birbirinin duygusal ihtiyaçlarını karşılıklı karşılayabilen kişilerin kombinasyonu, ilişkisidir. Bu düşünme biçimi bir çoğumuz için, uzaktan garip görülen ve eleştirilen bir çok ilişkiyi de anlamlandırmaya yarayacaktır.
Dolayısıyla işlevli bir ilişkide bu karşılıklı alma ve verme eylemlerinde bir biçimde denklik olabilmelidir diyorum. Denklik burada hem niteliksel hem de niceliksel anlamıyla düşünülmeli. Bir partner ortaya pek bir şey koymuyor, diğeri çok şey koyuyorsa bu iyi bir alışveriş olmayacaktır uzun vadede. Daha somutlaştırarak söylemek gerekiyorsa, Ayşe’yi oldukça tatmin eden üç ihtiyacını eğer Ahmet ilişkilerine koyabiliyorsa; Ahmet’i tatmin eden 2-3-4 özelliği de Ayşe’nin koyması denklik anlamına gelebilir. Can’ın verebileceği pek bir şey yoksa (yukarıdaki örneklerden düşünebilirsiniz, sevgi, ilgi, heyecan…), Leyla’nın verdiği güzellik, bakım ve iyi yemek pişirme bir süre sonra denkliği zorlayacaktır. İlişkide denklik önemlidir ancak denklik aynı yaşta, aynı ekonomik seviyede, aynı eğitim seviyesinde ve aynı güzellikle insanların bir araya gelmesi demek değildir.
Denklik olmadığında ne olur?
Taraflardan, "veremeyen" bir süre sonra daha fazla karşılıksız alamayacağı da için (borcu büyümektedir) kendisini yetersiz hissetmeye başlar. Bu yetersizlik hissi ilişkilerde sonun başlangıcı gibidir ve üzerinde durulmazsa, kronik bir hâl alıp ilişkiyi kökünden çürütebilir. Yetersizlik hissi çok defa yukarıda bahsettiğim denkliğin olmadığı durumlarda ortaya çıkar. Çoğu zaman başlangıç itibariyle açıktan olmayan bir savaş başlar. Alttan alta tekmeler, çimdikler, ısırmalar, çelmeler diye benzetebileceğim, söz dalaşları başlar. Kendini yetersiz hisseden partner zamanla açıktan da eleştiriler, aşağılamalar, hor görmeler, görmezden gelmelerle, "partnerini yetersiz, kendisini daha yeterli hissettiren bir konum" yaratmaya çalışır. Bu, ötekini yetersizleştirme üzerinden kendini yeterli hissedebilme döngüsü uzun bir süre devam edebilir. Yetersiz hisseden partner ilişkide kendine barınacak, ilişkiyi sürdürmesine yarayacak bir yol, bir yer arıyordur aslında. Ancak böyle sürmez ve zaman ilerledikçe sözler, bakışlar, imalar, davranışlar ile bu durum karşılıklı bir hal almaya başlar. Artık iki partner de birbirini yetersiz hissettirecek savaşlara, mücadelelere girmiştir. Ve bu durumun içinde kaybolmuş, "geçinemiyoruz, bizim aramızda güç savaşı var" diye ya ayrılır, ya bir çift terapistinin kapısını çalar.
İnsanın yetersizlik duygusuyla arası hiç iyi değildir. Bu hissi başından hemen savmak ister. Ve elinden geleni yapar.
Cinsiyet farklılıkları
Özellikle erkeklerin bu duygudan kaçınarak büyütüldüğünü hesaba katarsak, kültürümüzde erkeklerin öfkesinin altında çoğunlukla yetersizlik hissini yattığını görebiliriz. Onlar soyu, soyadını, yürütecektir. Onlar ağlamaz ve her zaman güçlü durmalıdır. Onlar kadından ekonomik, zihinsel ve tüm hak edişler anlamında her zaman üstün olmalıdır. Yetersiz olamaz, yetersiz hissedemez, hissettirilemez, öyle bir şey olduğunda ise hızlıca saldırganlaşma hakkına sahip görür kendini.
Ezcümle, ilişkilerdeki güç savaşının altında partnerlerden birinin, (çoğu zaman erkeğin-bu kültürel bir saptama, her zaman doğru değil) kendini bir sebeple yetersiz hissetmesi ile başlayan itişmeler yatabilir. Kişilerin yaşamlarının ilk yıllarına veya sonrasındaki hayat hikayelerinde yer alan duygusal yaralanmalar da, yetersizlik duygusunu bireysel olarak açıklayabilecek bir çok veriye sahip olabilir. Bu yazıda yetersizlik hissi sadece, ilişkilerdeki güç savaşı çerçevesinden, ve partnerlerin etkileşimsel davranışları üzerinden ele alınmıştır.