“Stresten kaçının” ya da “her şeyi bu kadar çok kafaya takmayın”, “sizi rahatsız eden insanlardan uzak durun” gibi önerileri almış olabilme ihtimaliniz yüksek.
Bel ağrısı, adet öncesi sendromu (PSM), egzama, peklik, sedef, fibromiyalji, kalp rahatsızlığı, tansiyon hatta kanser gibi bir hastalık tanınız var ise ya da bu hastalıklara eğilim gösteriyorsanız doktorunuzdan bunları duymuşsunuzdur.
Hatta çoğu kadın doğumcu, adet öncesi sendromu ile ilgili hastalarına yoga, nefes, meditasyon, yürüyüş gibi çalışmaların bu sendromu azalttığını vurguluyor. Tabii bu durumu açıklama konusunda ellerinde “bilimsel veriler” olmadığını da eklemekteler.
Peki nasıl oluyor da hastalıklar sadece fiziksel müdahale ve reçete edilmiş ilaçlarla düzeltilemiyor? Bilimin ve tıbbın yeterli olmamasından mı?
Zinhar hayır!
Belki biraz bakış açımızı genişletmeye ihtiyacımız var. Psikolojik sağlımız ile ilgili çok konuşuyoruz ama daha iyi bir seviyeye taşımak için çok çabaladığımız söylenemez, en azından bu bakış açısını yeni kazanmaya başladık diyebiliriz.
Kişisel gelişim alanı bir psikiyatristin ya da psikologun yerini asla tutmasa da ruh sağlımız üzerinde oldukça etkili.
Kişisel gelişim ve farkındalık çalışmaları denince ülkemizde hızla artan enerji çalışmalarından haberdar olmamak mümkün değil. Sadece bilimin ispatladığı durumların geçerli olduğunu düşünüyorsanız ve bilimsel teorilerle çok ilgilenmiyorsanız enerji çalışmalarını kabul etmeniz oldukça güçtür.
Neden?
Spiritüel olmak size çağ dışı geliyordur.
Gerçekten öyle mi, değil mi biraz yakından bakalım.
Fransızca kökenli “spiritual” kelimesini “spiritüel” olarak kullanıyoruz. Bu kelime felsefi bir deyim ve “tinsel” kelimesine denk gelir. Tinsel kelimesi her ne kadar Türkçe’de ruh ile özdeşleştirilse de, doğru değil. Ruh Latince “anima” iken tin Latince “spiritus” kelimesinden geliyor.
Ne anlama gelir bu kadar kavram ve anlam ayrıştırması?
Ben değil, Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Sözlüğü diyor ki; ruhsaldan bahsettiğinizde (Arapça:can) canlı bir organizmanin duygusal yanından, tinselden bahsettiğinizde ise canlı organizmanın algılama ve düşünme bölümünden bahsetmiş oluyorsunuz yani sıklıkla kullanılan “tinsellik maneviyattır” denilen şey bu. Bugünkü size çağrıştırdığı anlamlar sonradan yüklenmiş olanlar.
Antik Yunan’dan beri insanın varoluşu, gezegenimiz ve hayat ile kurduğu ilişki hep açıklanmaya çalışırken bir çok farklı görüş geliştirilmiş, bir çok akım farklı yorumlarda bulunmuş ama günümüzde modern tıbbında geldiği noktaya bakarsak bütünsel bir bakış açısına doğru hızla ilerleniyor. Bilim ise eski uygarlık bilgilerini her geçen gün deneysel ispatlarla daha anlaşılır kılıyor.
İnsan ve diğer canlılar üç ayrı yapının birleşmesi sonucu oluşuyor; fiziksel (beden,corporis) , duygusal (can,anima) ve zihinsel (tin, spiritus). Şöyle de diyebiliriz; elle tutulur gözle görünür yanımız bedenimizden, hissettiklerimiz duygusallığımızdan, algılama düşünme becerilerimizden oluşuyoruz.
Bu üçlü her zaman birlikte hareket etmekle birlikte esas olarak duygusallığımız zihinsel süreçlerimizle her zaman paralel ilerliyor.
Burası çok önemli, tam da burada yatıyor kişisel gelişim çalışmalarının önemi. Algımızı değiştirdiğimizde yaşam da, ilişkilerimiz de değişmeye başlıyor.
Nasıl?
Holografik Evren isimli fizik teorisinin yaşamımıza etkisini göze aldığımızda her şey açıklanıyor. Bu teori özetle üç boyutlu dünya teorisinin iki boyutlu olduğunu söyler. Kuantum fizikçisi David Bohm ve Stanford Üniversitesi nörofizyoloğu Karl Pribram tarafından bu teorinin üzerinde duruluyor.
Bu teoriye göre biz algıladığımız, ulaştığımız verileri yorumluyoruz ve buna göre bir dünya oluşturuyoruz. Bunun içine kültürler arası farklar, kişisel farklar ve uzlaşamadığımız her konu giriyor.
Diyelim ki, siz ve arkadaşınız bir cafede oturuyorsunuz ve yan masanızda konuşan iki insan var. Biriniz bu konuşmaya takılmaksızın sohbeti sürdürebilirken diğeriniz orada oturanın ne kadar yüksek sesle konuştuğundan ya da sesinin çok rahatsız edici bir tınıya sahip olduğundan rahatsızlık duyup sohbeti sürdüremeyebilir. Bu tamamen sizin algınızla ilgilidir.
Algı ise çocukluğumuzdan itibaren öğrenmeye başladıklarımızın yorumlanmasından başka bir şey değildir. Bizi öfkelendiren durumların çoğunlukla öğrenilmiş davranışlar olduğu psikolojinin içerisinde geçer. Yere tükürenlere sinir oluyorum diyorsanız yere tükürülmesinin kötü olduğunu öğrenmişsinizdir. Tüküren ise bunun kötü olduğunu öğrenmemiştir. Bütün mesele bu. Bunların hepsi gerçek ile karıştırılmamalı. Gerçek ile doğru ayrı şeyler.
Ne ilgisi var tüm bunların seküler olmakla, spiritüel olmakla derseniz; bilim asla gerçekliği yadsımaz.
Siz de her insan gibi sevdiğinizi, üzüldüğünüzü, heyecanlandığınızı hissediyorsanız ve düşüncelerinize önem veriyorsanız, kendi gerçekliğinizi kucaklayın.
Kusura bakmayın ama tinselsiniz.