Düşlüyorsun; mutluluğu, aşkı, hazzı, coşkuyu, neşeyi. Oysa, düşlerin erteliyor yaşamını.
Bir mutluluk tanımı var aklında, yanına bir aşk koyuyorsun, onun da yanına neşeyi. Her şeyin bir tanımı var aklında, o tanımlara uygun olursa yaşamın o zaman mutlu olacağını sanıyorsun. Ve koyuluyorsun bir şeyleri yoluna sokmaya, bir şeyleri düzeltmeye.
Olaylar, insanlar, tarihler, geçen günler, geçmeyen günler… Hepsi birer görgü tanığı hayatında. Sen onları aklında tuttuğunu sanıyorsun, oysa onlar senin aklını tutuyor. Büyüyor tutulma. Tutulma büyüdükçe zihnin, bedenin, kalbin giriyor içine.
İşte tam burada bitiyor hissetmek. İşte tam burada başlıyor tanımlara göre yaşamak.
Anı yaşamak ya da yaşamamak, bu değil olay. Olay anın seni yaşıyor olmasında.
Kır, boz artık o öğrendiklerini. Dünya seni sarmaz, yeni gün seni almazsa koynuna sen hangi anı nerede yaşayacaksın?
Bir nefes dolmazsa içine, sen nerede, hangi nefese liman olacaksın?
Ah işte, o büyüklenmelerin, o bilmelerin, o eğriltilmiş düşüncelerin seni çekiyor kaldırım taşlarının yanına.
Ah, o tanımların, o kuralların seni büyük insan yapıyor. Çocuk kalmak suç çünkü bu dünyada. Her yerden üzerine fırlatılan yetişkinlik okları daha çok tanıma boğuyor zihnini. Daha çok tarih yazıcısı yapıyor seni.
Ve hayat tersten akan bir nehir oluyor senin tanımlarında. Sen akıntıya karşı yüzen değilsin zinhar!
Tanımlar, tarihler, insanlar girdikçe düşüncelerine birlikte bir şekle girmekten çok şekillendirme çabası ellerinde. Yönetmek; o kudretli, o muktedir duygu.
Yönetmek! Küçük bir karıncayı, büyük bir topluluğu, bir iş yerini, bir aileyi, bir çocuğu. Ama illa da yönetmek!
Muhteşem tatmin, muhteşem haz.
Tanımların en muhteşem işlediği yer, alan yönetmek işi. Kısıtlanmış zihinler, koyulmuş kurallar, üst akıl, hepsi senin, ne muhteşem bir deneyim!
Gel şimdi otur bir köşeye. Sessizce izle zihnini. Mesela düşün mutluluğun tanımı nasıl senin için?
Mesela aşkın büyüklüğü, yüceliği nasıl senin için? Hangi yollardan hangi dönemeçlerden geçiyor aşk? Hangi tarihçinin, hangi felsefecinin bakış açısından giriyor hayatına?
Bir felsefecinin sözlerine sığınmadan bir şairle konuşarak, bir şiire gömülerek hissedebilir misin aşkı?
Aşkın kendisinin içinde kalabilir misin? Ya da aslında aşka sorgusuz teslim olabilir misin? Hani teslim olmak; fırtınalı denizin içine çırılçıplak, yüzme bilmeden atlamak ve yaşama tutunabilmek orada.
Sahi yapabilir misin bunu? Yoksa tanımlarında yaşamak mı kolay?
Bence yaşadığını sandığın, boşa geçen bir hayat: Tanımla, tasnifle, tarihleri düzenle ve yönetmeye devam et. Kuralları koyuyorsun: İnsanlar senin piyonların oluyor. Ve sen bunu yaşam sanıyorsun.
Oyuna girmiyorsun hiç büyük insan!
Üstün hiç kirlenmiyor, çünkü hiç bata çıka yaşayamıyorsun. Ya bir kaldırım taşında oyundan atılmış ağlayan çocuksun ya yönetim katında hükmetmek için gömleğinin kollarının sıvamış eline kalemi almış oturuyorsun.
Bence bırak kirlensin üstün başın. Annen de kızarsa kızsın, baban konuşursa konuşsun!
Yoksa çamaşırlarını annen mi yıkıyor hâlâ?