Elleri açık bir dilenci bekliyor sokak lambasının altında. Kayıyor yıldızlar, en parıltılı anlarında. Gökyüzü yoğun karanlık bir siyah. Siyahın parlaklığı ile aydınlanıyor gece.
Sokak lambasının altında bekliyor bir dilenci elleri umutsuzca açık. Gözleri ışık ışık kirli yüzünün ortasında. Otomobiller geçiyor arkasından. Gecenin karanlığına ışık fren lambaları. Kırmızılar uzanıyor yol boyunca.
Bir dilenci bekliyor, elleri umutsuzca açık, sokak lambasının altında. Usul usul düşüyor yağmur taneleri kirli avuçlarına, parmak uçlarındaki çatlaklardan sızıyor pantolonun paçalarına.
Kirli bir dilenci duruyor sokak lambasının altında. İnsanlığın akşam manzarasında bir figüran. Açık adresi belli; sokak lambasının altı. Gecenin yağmurları dökülüyor kirli ak saçlarından, sakallarından insanlığın üzerine.
Elleri çatlak, tırnakları kirli bir dilenci bekliyor sokak lambasının…
Kadınlar kaçışıyor etrafından, çekiştiriyorlar çocuklarını hızla. Duruyor öylece. Yüzü alabildiğine kirli, kırışıklıkları yarı gölgeli…
Bir dilenci… Bir sokak lambası… Bir de gece, bir de hain puslu kalabalık geçip gidiyor yanından öylece.
Bir sokak lambası bir dilencinin tepesine dikiliyor. İnsanlığın spot ışıkları şavkıyor kirli elbiselerinde. Dilencinin işi ne? Avuçları öylesine açık işte…
Bir dilenci sokak lambasının altında efsunlu gözlerle izliyor geçenleri. Gözleri soluksuz, kesintisiz, kıpırtısız. Geçip gidiyorlar. O bakıyor öylece…
Kimin resmi geçit töreni bu? Hangi şölenin izleyicisi olmuş ıssızlık, yoksulluk? Hangi şanlı zaferi izliyor elleri umutsuzca açık? İnsanlığın hangi kutlu gününe tanık?
Önünden geçiyorlar; mağrur, gururlu ve güvenli.
Kendinden eminlik geçip gidiyor, o yoksul ve ezik.
Onlar kendini biliyor. Onlar önemli ve özel. O yarım akıllı, o kimsesiz. Kimin resmi geçit töreni bu?
Bir dilenci, elleri nasırlı, gözleri yanık, sakalları kirli. İzliyor insanlığın büyük emeklerle yarattığı şaşalı dünyayı.
Bir dilenci, öyle tembel, öyle aç, öyle gurursuz, öyle yüzsüz. Elleri gökyüzüne açık, duruyor akşamın resmi geçit töreninde. Duruyor öylece üstü kirli, başı paslı.
Bir kadın. Duruyor birkaç saniye. Bırakıyor avuçlarına yirmi beş kuruşu. Niye baksın ki yüzüne? Topuklarının gürültüsüne kapılıp gidiyor.
Takım elbiseli, parlak boyalı ayakkabıları ile duruyor bir adam. Bir iki kâğıt para çıkarıyor cebinden, bırakıyor avuçlarına. Arabasının anahtarını sallayarak yürüyor, bir eli cebinde. Dilenci ve gözleri, açık seçik kimsesizlikte.
İri yağmur taneleri eriyerek akıyor yırtık burunlu ayakkabılarına. Elleri kirli, elleri açık. Duruyor gecenin içinde.
Geçip gidiyor acelecilik, geçip gidiyor çalışkanlık, geçip gidiyor insanlık.
Sevgi yirmi beş kuruş, ilgi birkaç kâğıt para. Dolduruyor işte yine avuçlarını. Gözler kimsesiz, kelimeler dilsiz.
Belli ki, yağmur eritiyor acıları.
Belli ki, ışık iyileştiriyor kimsesizliği.
Belli ki, rüzgâr ısıtıyor özlemi.
Belli ki, soğuk gülümsetiyor sevinci.
Bir dilenci. Duruyor. İnsanlığın resmi geçit töreninde. İnsanlığın aynası saklanmış gözlerine.
Bir dilenci duruyor, yanan gözleriyle yağmurun aydınlığında, kayan yıldızların karanlığında.
Ve otomobiller geçiyor fon yerine.