Usulca süzülen bir kuş tüyünün peşi sıra düşüyor çiy taneleri çimenlerin üzerine.
Sabahın serinliğinden mustarip burun uçları kızarıyor.
Yanaklar kızıl bir pembeliğe kesiliyor bu sabah.
Ellerini cebine sokmak ve sokmamak arasında kalıyor düşünceler, oysa sırası mı şimdi? Düşünülecek onca büyük iş varken…
Belki biraz daha yavaş adımlamak gerekiyor sokakları… Bilemiyor ki insan.
Belki bırakmalı acıtan, üzen, kırıp geçiren ne varsa… Bilemiyor ki insan.
Tüm ağırlıklar sırayla bırakılırken hafifliğin yarattığı tuhaf his korkutuyor geceleri. Sanki bir kuş tüyü kadar hafifleyecek ve savrulacak rüzgârda benliğin… Ve öylesine konacak bir kaldırım kenarına ya da takılı kalacak bir ağaç dalına, kim bilir.
Kim gelip kurtaracak seni? Kim azaltacak acılarını?
Uyansan keşke, görsen, fark etsen, anlasan. Bu çok eski bir lanet insanlık üzerinde dolaşan.
Ne zaman ki insanlar insanlara yaşamayı, düşünmeyi öğretmeye kalktılar işte o zaman bozulan bir ritmin akışına kapıldı tüm ruhlar, tüm zamanlar.
Misyoner bir sevgi ne zaman girdiyse benliğimize, zihnimize işte o zaman bozulmaya başladı yaşamın koru, yanan ateşi.
Ne zaman birileri kendi doğrularının senin kalbinin derinliğine sokmaya kalktı, işte o zaman bozulmaya başladı toprağındaki kahkahalar, göğünde yüzyıllar boyu çağıldayan ağıtlar.
Doğruluk, dürüstlük dediler. Sanki sen yamuksun ya da yamuk bir çokgenin yansıttığı altın oran olamazmışsın gibi.
İyilik güzellik saydılar ilkesel doğrularının yarattığı mutlaklığı ve durmadan bozup durdular senin yamuk aklının güzelliğini.
Ve şimdi sen ellerim cebimde mi kalsa, yoksa dışarıda mı diye düşünüyorsun. Kendiliğinden olmuyor artık hiçbir şey.
Bir söyleyen olsa, bir bilen olsa bu eller şimdi nerede durmalı?
Boş ver ellerini, boş ver uçuşan tüyü, boş ver mühim işleri.
Sen şimdi neredesin? Hangi tarihte, hangi günde, hangi saattesin?
Bugün ne yiyeceksin?
Bırak konuşsunlar. Bırak anlatsınlar.
Bugün ne giyeceksin?
Onlar biteviye bir inatla yeninin içinde kendi iklimlerini sürdürmeye istekli. Peki, senin ikliminde bugün ne var?
Onlar en büyük kürsülerin üzerine çıkmış beylik nutuklarını nefessiz kalarak anlatırken, bugün sen kendine hangi şefkatli sözleri söyleyeceksin?
Onlar en büyük işleri özenli titizlikleri, şaşmaz doğru ilkeleriyle yaparken, bugün sen hangi gereksiz işleri yapacak, hangi gereksiz kelimeleri dökeceksin ortalığa?
Onlar uzayacak bugün. Evet biraz daha büyüyecek ve gökyüzüne uzanan bir sırık gibi çıplak, yoksul ve arsızlıklarıyla dikilecekler günün ortasında.
Peki sen, bugün hangi köklerini uzatacaksın toprağın derinliklerine? Bugün hangi yapraklarını güneşe döndüreceksin?
Onlar dünde olduğu gibi bugün, bugün de olduğu gibi yarın doğruluk ilkelerinin dev aynalarında izleyecekler seni.
Peki sen, bugün hangi lunaparkta seni olduğundan yamuk, olduğundan şişman, olduğundan kısa gösteren aynalara güleceksin?
Bugün diyorum, acaba paçalarını sıvayıp soğuk bir deniz suyuna ayaklarını sokup içindeki ürpertiyle eğlenebilecek misin?