“Demokratik Özerklik” tezinin PKK lideri Abdullah Öcalan’a ait olduğu ileri sürülür. Ayrıca Kürdistan Topluluklar Birliği – KCK’nın Mayıs 2005’de deklare ettiği KCK Sözleşmesi’nin önsözünde Öcalan’ın imzası bulunur. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Aysel Tuğluk, 14 Temmuz 2011’de söz konusu sözleşemeye dayanarak Demokratik Özerkliği ilan ettiklerini Diyarbakır’da açıkladı. Açıklamanın yapıldığı gün ve saatlerde PKK ile TSK arasında çıkan çatışmada 13 asker hayatını kaybetti.
BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ise, ilan edilen Demokratik Özerkliğin üzerinden üç yıl geçmesine karşın, 30 Mart 2014 Yerel Seçim kampanyalarında “seçimlerin ardından ‘Demokratik Özerkliği’ ilan edeceklerini” tekrardan duyurdu. Yeni kurulan Halkların Demokrasi Partisi (HDP) de, siyasi programını Demokratik Özerklik üzerine inşa etti.
Aysel Tuğluk’un 14 Temmuz 2011’de ilan etmiş olduğu Demokratik Özerkliğin resmi olarak ne zaman geri çekildiği bilgisi net olmasa da, bir süre sonra DTK, BDP çevreleri ilanın erken bir hamle olduğunu çok cılız bir sesle ifade ettiler. Başta Öcalan olmak üzere PKK, KCK ve BDP’de siyasi manevra kabiliyeti haddinden fazla hızlı ve değişken olduğu için süreci takip etmek oldukça zor.
Demirtaş’ın ilan edeceklerini söylediği Demokratik Özerkliğe, hükümet adına Kürt sorunundan sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay cevap verdi. Atalay: “Söylenenler seçim atmosferinin romantizmidir” dedi.
Açmak istediğim nokta Demokratik Özerkliğin kaç kez ilan edilip edilmediği değil; içeriğinin, hedefinin ve sonucunun ne olduğuna ilişkindir. Özerklik talebi, Kürdistan sorununda savunula gelmiş bir çözüm alternatiflerinden biridir. Öcalan, PKK, KCK, DTK, BDP ve son olarak HDP’nin savunduklarından ayrı olarak, toprağa dayalı bir özerklik anlayışı savunulmuş ve bu yönde mücadele edilmiştir.
Toprağa dayalı özerklik (otonomi), kültürel özerklik ve federasyon bir statüdür ve dünyanın hiçbir devletinin siyasi sınırları içinde tek yanlı olarak ilan edilmemiştir. Her iki statü egemen merkezi güçle anlaşılıp, uzlaşılarak, anayasal güvenceyle garanti altına alınarak hayata geçmiştir.
Çöküşe giden İspanya özerklik modelinin kötü kopyası
Bilindiği üzere İspanya’da Francisco Franco’nun ölümünün ardından 1975 yılında yeni bir süreç başlamıştı. Bu süreç, İspanya’nın demokratikleşmesine paralel olarak Baskların, Katalanların ve Galiçyaların 1978 yılında özerkliklerini kazanmalarıyla son buldu. Özerklik fikri Katalan, Bask ve Galiçya sorununu çözmek için ortaya atıldı. Her üç ulusun özerklik talebine karşın, özerklik talep etmeyen ve buna ihtiyaç duymayan İspanya’nın diğer 14 bölgesine de özerklik statüsü verilerek, ara bir çözüme ulaşıldı.
Bundan amaç, ulusal demokratik talepler içeren Bask, Katalan ve Galiçya bölgelerinin özerk statülerine benzer statü, diğer 14 bölgeye verilerek; İspanyol halkına ülkenin bölünmediği, ulusal sorunları bir nebze de olsa idari sorun düzeyine indirgeyip, yerel yönetimleri kuvvetlendirip, tüm ulusları İspanya üst kimliği içinde tutmaya çalışmaktı.
Madrid’in adı sanı belli olan tarihsel sorunları, diğerleri ile eşleştirerek idari bir düzeye indirgemeye çalışması, önemli bir manevra idi. Kökleri yüzyıllara giden ulusal sorunlar bir şekilde baypas edilerek hafifletilmeye ve üzerinden atlamaya çalışıldı.
Sonuç olarak günümüzde Baskların, Katalanların ve Galiçyaların, kendilerini İspanyol devletinin eşit ulusları ve vatandaşları olarak hissetmelerine yönelik özerklik modeli sonuç vermedi. Bağımsızlık hakkının kullanılmasına yönelik her üç ulusun girişimini, Madrid bir şekilde Avrupa Birliği’ni de arkasına alarak engellemeye çalışıyor.
Bugün Öcalan, PKK, BDP ve HDP’nin ‘Demokratik Özerklik’ olarak savundukları, Türkiye’nin toprak bütünlüğü korunarak, “ortak vatan” dedikleri Türkiye’nin 20-25 özerk bölgeye ayrılması programı, tam da buna benzemektedir. Türkiye’nin Tokat, Yozgat ve Çankırı illerinin, Kürdistan gibi bir özerklik talep ve ihtiyaçları yokken, Kürdistan’ı Tokat, Yozgat ve Çankırı illeri ile aynı statüde özerk bölge düzeyine getirmek, İspanya’da suni olarak özerklik verilen 14 bölge modeline benzemektedir.
Boşanma hakkının olmadığı bir evlilik zorla alı koymaya benzer
Öte yandan İspanya’da işlemeyen Bask çözümü ya da Katalan çözümünü Türkiye ve Kürdistan’da savunmak; Baskların, Katalanların ve Galiçyaların bağımsızlık çığlıklarını duymamak, görmemek anlamına geliyor.
Ne Basklar ne Katalanlar ne de Galiçyalılar, İspanyol üst kimliğini hiçbir zaman ortak kimlik olarak yüreklerinde hissetmediler. Basklı kendini Basklı, Katalan kendini Katalan, Galiçyalı kendini Galiçyalı olarak kabul ediyor. Bugün “Türkiyelilik” üst kimliği olarak Kürtlere ve Anadolu’da diğer uluslara kabul ettirilmeye çalışılan kimlik dayatmasının sonucu da bundan farklı olacağa benzemiyor.
Görüldüğü gibi Öcalan, PKK, BDP-HDP çevresinin gündeme getirmiş olukları ‘Demokratik Özerklik’ öz itibari ile İspanya’daki bugün sorunlu olan özerklik modeline denk düşmektedir. Ayrıca içerik olarak da Türkiye ve Kuzey Kürdistan dışında mevcut siyasi sınırları aşan, “Konfederal Ortadoğu-Kafkasya ortak evi” hedefi ile Ortadoğu ve Kafkasya haklarına program sunmasıyla da reel olmayan, ütopik yanı ağır basan bir programdır.
Öcalan, PKK, KCK, DTK, BDP ve HDP fonksiyon olarak İspanya devletinin duruşunu sergiliyorlar. Özerkliği daha geniş haklara, bağımsızlığa dönüştürmek isteyen Bask, Katalan ve Galiçya halkının bağımsızlık referandumuna, Madrid’in anayasaya dayanarak “halkların kardeşliği” adına karşı çıkması gibi, eğer bir gün Kürtler bağımsız bir Kürdistan isterlerse, bu hakkı kullanmalarını engellemeye yönelik siyaseti bizzat kendileri bugünden geliştirmiş oluyorlar. PKK ile Kürdistanlı diğer siyasal güçler arasındaki anlaşmazlık da bundan kaynaklanıyor.
Geçtiğimiz günlerde KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, ‘Barzani’nin küçük Kürdistan çözümü Kürtlerin lehine değil. Üç vilayeti al, işte Kürdistan devletini kurdum de!’ açıklaması basında geniş yer aldı.
Parçalanmış Bask ülkesinin dört ili İspanya’nın siyasi sınırları içinde, üç ili de Fransa’nın siyasi sınırları içindedir. İspanya siyasi sınırları içinde Basklıların dört ili kapsayan bağımsız devlet kurmaları durumunda, “dört şehirle Bask devleti kurulmaz, ulus devlete karşıyız” mı diyeceğiz? Bu tavır yukarıda belirttiğim gibi Madrid, Paris yönetimlerinin yanında egemen merkezci devlet tavrı ve Bask ulusunun kendi geleceğini belirleme hakkına karşı çıkmadır.
Kürdistan’ın dört parçasında netleşen iki ana çizgi, iki ana akım yavaş yavaş yol ayrımına geliyorlar. Bunlar İrlanda’da olduğu gibi, Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallıktan kopmasını istemeyen Protestan “birlikçiler”, “sadakatçiler” ile Birleşik İrlanda için mücadele eden milliyetçi, cumhuriyetçi Katolikler. Kürdistanlı siyasal güçlerin hatta Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürt ulusunun da “bağımsızlıkçılar” ve “birlikçiler” olarak ikiye ayrılmaları gibi büyük ve tehlikeli bir riskle karşı karşıya oldukları ihtimal dahilindedir. Kürtlerin, Kuzey İrlanda’daki bu kamplaşmadan çıkaracakları dersin önemli olduğunu düşünüyorum.
Ulusların bağımsızlığını, kendi geleceğini belirleme hakkını ortadan kaldıran her model ve sistem anti demokratiktir. Ayrılma hakkının garanti altına alınmadığı ve bu hakkı kullanmaya karşı çıkan her tavır ve eylem, halkların kardeşliğine karşı bir tavırdır. Sadece birlikte yaşamayı savunarak, ayrılma hakkını garantiye almayan anlayış, egemen ulusun lehine anti demokratik bir haktır. Bu en basitinden evlilikte de böyledir. Boşanma hakkının olmadığı bir evlilik zorla alı koymaya dönüşür. Yaşanan pratik, demokratik işleyişe sahip devletlerde, ulusların birlikte yaşamaları için her zaman demokrasinin tek başına yeterli olmadığını ortaya çıkarmıştır. Çekoslovakya demokratik bir devletti, ama buna karşın Çekler ve Slovaklar ayrılmaya karar verdiler.
Bağımsızlığı sadece milliyetçiler mi savunur?
Öte yandan bağımsızlığı savunmak sadece milliyetçilere, liberallere özgü bir duruş değildir. Kürt sosyalistleri de bağımsızlığı savunmaktadırlar. Bu onların özde sosyalist olmadıkları, milliyetçi oldukları anlamına gelmez. PKK düne kadar bağımsızlığı savunuyordu. Bağımsızlığı savunduğu dönem milliyetçi bir hareket miydi? Hayır, hatasıyla sevabıyla Marksist – Leninist bir hareketti.
Bu açıdan Kürdistan'ın bağımsızlığını savunan farklı siyasal akımları küçümsemek ve horlamak için sol jargonda kasıtlı olarak kullanılan “ilkel milliyetçi”, “burjuva milliyetçi” kavramlarının özü, Kürtlerin kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakkını ipotek altına almaya yönelik haksız suçlamalardır.
Milliyetçiliğin, yurtseverlik ve ırkçılıkla arasındaki çizgi kalındır. Kürtler arasında ırkçı söylem ve eylemler elbette eleştirilmeli ve teşhir edilmelidir. Ama Kürt yurtseverliğini, Türk ırkçı milliyetçiliği ile yan yana sunmak, ırkçılıkla özdeşleştirmek bilinçli bir çarpıtmadan başka bir şey değildir.
İster egemen ulus temsilcileri, isterse Kürt ulusunun temsilcileri özerklik, federasyon ve konfederasyonu savunsunlar, Kürt ulusunun kendi geleceğini -bağımsız devlet- de dâhil olmak üzere, özgürce belirleme hakkını garanti altına almalıdırlar. Kürt ulusunun bu hakkı istediği şekilde ve zamanında özgürce kullanmasına yönelik her türlü ambargo ve karşı çıkışlar, Kürdistan sorununun çözümü önünde engeldir. Halkların kardeşliği, bu hakkı garanti altına almaktan ve bugün Kürt ulusunun vereceği kararı yarın değiştirdiğinde de saygı duymaktan geçer.
Twitter: @cetin_ceko