02 Haziran 2025

Yenilmişlik iklimini değiştirmeliyiz!

Yerkürede en büyük yıkımın nedenlerinden birisi enerji sistemleri kurulumu işletilmesi ve hammaddelerinin teminidir. Bunlara bağlı olarak da madencilik faaliyetleri. Peki, bütün bu sorunları engellemek için bir “iklim kanununa” gerek var mıdır?

Kapitalizm, sistemini daha çok kriz politikalarından besler. Bilindiği halde, yaşananlar birden bire oraya çıkmış gibi, ya da bilinmeyen sonuçlara gidilecek gibi bilgileri yayar. Gerçek olandan uzaklaştırmak, kazanç alanları yaratmak için topluluklara sürekli yanıltıcı verileri ulaştırır. Uygulamalarını gerçekleştirirken de topluluklara rıza-razı politikasını içselleştirir. Politikasını içselleştirmek için topluluklar içerisinden politikalarını tartıştıracak oluşumları da kurar. Böylece de toplumsal olanı dağıtır. Çıkmazlarını, toplulukların kendi sorununa dönüştürür.

Bütün bu işlemlerin yaşamda kanıksanması için en önemli işlevi “siyasal işletmecilik” görmektedir. Siyasal işletmecilik, önceden alınmış kararların hayata geçmesinin siyasetini yapmaktır. Bunun için çeşitli toplulukların siyasal işletmeciliğinde perakende pazarlamasını kullanırlar.

Propagandayı katılımcılık adı altında pazarlamacılara yaptıran sistem kendisini buradan besleyerek yenileyebilmektedir.

Bir coğrafyada yapılacak işlemden, orada yaşayanların haberdar olması, genellikle işlemin fiili olarak başlamasıyla gerçekleşiyor. Sorunu yaşayanlar başlangıçta devre dışı bırakılıyorlar. Sorun gerçeklikten uzak, tartışmalar istenilen başlıklarda ilerletiliyor. Gerçekliliğin ortaya konulması için, çeşitli toplumların bilgileri birleştirilmelidir. Oysa parçalı ve tartışmalı veriler üzerinden yaratılan söylemler gündem olmaktadır. Gerçeğin dışında, sistemin dayattığı veriler üzerinden yapılan tartışmalar yaptırılıyor. Sistemin tıkanıklığına, sistemin kurucularının belirledikleri tartışma konusu üzerinden çözüm sunuluyor. Bu yöntem bir yenilgi propagandasını topluluklara dayatarak kabul ettirmektedir. İşte bu yenilgi ikliminin yarattığı krizdir.

Toplumun temel gereksinimlerini tartışmak yerine, prestij projeleri ve statü ürünleri üzerinden yapılan tartışmalarla, sisteme çözüm aranmaktadır. Oysa sorun sistemin kendisidir. Sistem kimin gereksinimi? Kime ne kadar gerekli? Gerçekten toplumun gereksinimlerini karşılamanın aracı mı? Gibi birçok soru ile değerlendirilmesi gerekir. Ancak sistemin sunduğu çeşitlilikler üzerinden sadece dönüşümün alternatifleri tartışma konusu olmaktadır. Birbirine alternatif dönüştürme sistemleri tartışılırken, farklı sistemlerin kurucu, işletici, ileticisi ve dağıtıcısı, hammadde kullanımından en uç noktaya kadar sermaye yapıları olmaktadır.

Bütün yıkıcılığı ile sistemin sürekliliğini halkların üzerine yıkan sistem, istediği tartışmaları topluluklara yaptırarak, kendisini güçlendirmeyi başarabilmektedir. Topluluklar ise toplum olmaya karşı dirençlerini artırarak, sisteme çözüm tartışmasını gündem yapmada ısrar etmektedirler. Bunu yaparken sisteme karşı yenilmişliğin ikliminde kanal açmaya çalışıyorlar. Sisteme karşı dirençleri de yok saymada ısrarcılar. Sistemin verilerine karşı eleştirenleri yapanları da, çözümsüzlük üzerinden “inkarcı” ilan etmekteler.

Yenilmişlik iklimin göstergesi olarak da “iklim yasası” tartışmaları yoğun gündem olmuşken, meclis gündeminden çekildi. Ancak çekilme nedeni ve içeriği konusunda gerçek bir bilgi yok. Ama şu anda neredeyse her bölgede “iklim yasası” hazırlığı ile uğraşan gerçek sorunlara yabancılaşmış, sistemin dayattığı aralıkta çalışma yürüten birçok topluluk var. Daha çok temel gereksinim olan elektrik enerjisi dönüşüm sistemleri üzerinden, hangi teknolojik sistemle dönüşümün sağlanacağı gibi tartışmaları ve bunların yaratacağı sosyal işleyişi konu etmekteler. Ne demek istiyorum? Bir örnek vermek gerekir ise, “bir enerji dönüşüm sisteminde çalışan bir işçiyi başka bir sisteme geçişini sağlar isek sorunu çözmüş” gibi oluyoruz. Oysa sorun bir bütün olarak karşımızda duruyor.

Her türlü enerji dönüşüm sistemi yıkım yaratıyor. Temel gereksinim dışında bunca yoğun enerji sisteminin neden kurulduğu ve devreye alındığını tartışmalıyız. Bunların sadece atmosfere saldığı sera gazlarını değil, diğer gazlar ve bunların yaratacağı asit yağmurlarını, çeşitli toz ve gazların radyoaktif ve diğer etkileri gibi sıralayabiliriz. Yerkürede en büyük yıkımın nedenlerinden birisi enerji sistemleri kurulumu işletilmesi ve hammaddelerinin teminidir. Bunlara bağlı olarak da madencilik faaliyetleri.

Peki, bütün bu sorunları engellemek için bir “iklim kanununa” gerek var mıdır?

Anayasanın çeşitli maddeleri ve birçok yasa, atmosferi de kapsayan biyosferin bozulmasına engeldir. Bugün bu yasaların uygulanmamış olması, yeni bir yasa gerektirmez.

“İklim değişikliği sebebiyle oluşan sorunlar” olarak gündem olan ve “iklim kanunu” olarak, görüşmeye açılan ve geri çekilen kanun taslağı, var olan kanunlarda söz konusu bazı metinleri tekrar edip, birçoğunu da ortadan kaldırmayı amaçlayan biçimiyle sunulmuştur. Burada iç tartışma ile birçok kanun maddesini mülga ederek, yeni bir kanun ile doğanın finansallaşmasını gündeme taşımaktadır.  Böylece ekolojik yıkımı ticaretin aracı yapacaktır. “Kirleten öder” söyleminin gerçekleşmiş durumu karşımıza çıkmaktadır. Kim nereyi, kimin adına kirletiyor? Kime ödüyor?

Atmosferi gasp edenler, atmosfer üzerinden ticaret sömürüsünü kurma peşindeler. Buradan çıkışın yolu “iklim kanunu” değil! Öncelikle yasların uygulanmasında ısrarcı olmak gerekir. Yasaya uymayanların yürütme hakkı artık kalmamıştır.  

Çözüm; uzayın ve yerkürenin katmanlarını halklara yasak edip, gasp edenlere karşı yenilmişlik ikliminden çıkmaktır. Yenilmişlik iklimi özgürlükleri darboğaza sokar.

"
"