09 Kasım 2016

Öngörülmeyen bir başkan

Trump, Sadece Demokrat Partiyi değil Cumhuriyetçi Partiyi de yendi

Salı akşamı sandıklar açıldıktan kısa süre sonra Demokrat Partililer donup kaldı dersek abartmış olmayız. Salı akşamı Amerikalı Cumhuriyetçi Partililerin çoğu da donup kaldı dersek yine abartmış olmayız. Salı akşamı nerdeyse bütün dünya donup kaldı dersek yine abartmış olmayız.

Daha 1 yıl 5 ay önce adaylığını açıkladığı gün kimse onu ciddiye almamıştı. Sadece televizyon komikleri değil haber kanalları bile haberi gülümseyerek vermişti. Nitekim ilk anketlerde oldukça geride görünüyordu. Ancak kısa sürede bütün öngörüleri, parıltılı politik analizleri boşluğa çıkardı ve Cumhuriyetçi Parti içindeki yarışta ilk sıraya yerleşti.

Birinciliğe yerleşmesine rağmen Cumhuriyetçi Partide hiçbir zaman çoğunluğun desteğine sahip olamaması ile, bu kez, ‘’geri kalan Cumhuriyetçi çoğunluğun bir isimde birleşip bir noktada Trump’ı devre dışı bırakacağı ve bu karikatürün ‘ülkenin en büyük iki partisinden birinin adayı’ olmak gibi son derece önemli bir konuma gelmesini engelleyeceği’’ görüşü yaygın kabul gördü.

Öyle de olmadı. Trump, Cumhuriyetçi Partininin başkan adaylığını, partinin kuruluşundan beri delege çoğunluğunun oyu ile değil sadece adaylar içinde en fazla oy almış olarak kazanan ilk isim olsa da partinin başkan adayı olmayı başardı.

Çok geçmeden, ‘Cumhuriyetçi Partinin son yıllarda önseçimlerine dar görüşlü tutucu bir taban hükmediyor, genel seçimde mümkün değil’ rahatlığı gelip ‘politik uzman koltuğuna’ ve Demokratların zihin dünyasına yerleşti. Nitekim birkaç günlük istisna hariç son dakikaya kadar bütün anketler de Hillary Clinton başkanlık yolunun en kritik eyaletlerinin tamamında önde gösteriyordu.

Ama Salı gecesi, bir zamanlar şaka olan bir olasılık, son dönemde ise bir endişeye dönüşen olasılık, gerçek oldu; Trump yine Trumplığını yaptı’ kazandı. Ve çarşı pazar karıştı… 

İşte Salı gecesi böylesi bir şok ortamında, Trump ve destekçileri kutlamalar yaparken Amerikanın geri kalan atmosferinde, 'ne oldu neden oldu' şaşkınlığında boşluğa bırakılan -artık yararsız- birkaç görüş:

 

'Anketlere güvenmekle hata ettik'

 

Anketler, bir seçim stratesijinin belirlenmesinde belli oranda hesaba katılabilir ama bütün stratejinin anketlere dayalı olmasının siyasi intihar olacağı bir kez daha ortaya çıktı.
‘Merak etmeyin yeni bir Truman fiyaskosu olmayacak’ diyen anketçiler, sonuçların açıklamasıyla kendilerine bir günah keçisi aramaya başladılar. İlk buldukları gerekçe ise tanıdıktı: ‘Ortamlarda Clinton’a vereceğiz dediler sandıkta Trump’a oy verdiler’.

 

''FBI seçime müdahale etti''

 

Hillary Clinton, Demokratların çoğu için bile ‘gönül rahatlığı’ ile oy verecekleri bir isim değildi. Herşeyi ile ‘Washington DC’deki her yanlışı temsil ediyordu. Merkezdeki, bağımsız, Cumhuriyetçi veya Demokrat Partinin sol kanadı için Hillary gibi birine oy vermenin tek gerekçesi ‘Trump’ın başkanlığını engellemek’ti. FBI işte bu hassas dengede, seçime hem de birkaç gün kala şok bir açıklama yaparak Hillary Clinton’ın email skandalı konusunda yeni bir soruşturma yürüttüğünü açıkladı.

Clinton’ın Trump’a kıyasla güvenilir lider olduğu iddiası iyice zayıfladı. Comey’nin bu açıklaması ile ‘Hatch Act’ adlı yasayı çiğneyip çiğnemediği de önemli bir tartışma. Bu yasaya göre FBI, seçime 60 gün kaladan itibaren seçimin sonucunu etkileyebilecek bir soruşturmasını kamuoyu ile paylaşamaz. Devlet gücünün seçimleri manipüle etmesini engellemek için getirilmiş bir kural. Demokratlar seçimi kazanacakları rahatlığıyla tartışmayı çok büyütmemişti ama Salı günkü hezimetten sonra Comey’nin günah keçilerinden biri ilan edilmesi muhtemel. Nitekim Demokratların hezimet gecesinde en fazla kızdıkları isimlerden biri, FBI Başkanı James Comey’di. 

''Beyaz ırkçılığı mı?''

 

Elbette ki ilk kez bir seçimde siyahlar veya Hispanikler gibi ‘grup psikolojisi’ ile hareket eden beyaz gruplaşmasının brikaç eyalette kısmen payı var. Ama bu teori resmin tamamını açıklamaya yetmez. Trump’a oy veren kilit Midwest eyaletleri, North Carolina ve Florida, bundan önceki iki seçimde, Trump’a verdiklerinden yüksek oranla ‘siyahi’ bir adaya oy verdiler.
Hillary Clinton’ın kişiliğinde Washington DC’ye bir isyanın rolü küçümsenemez. Tıpkı Trump’ın Cumhuriyetçi Partinin establishment’ine isyanının Cumhuriyetçi tabanda gördüğü destek gibi. Cumhuriyetçi liderlerin Trump’a destek vermemesinin onu zayıflatmak yerine güçlendirdiğini söylemek bile mümkün.  

Clinton’ın asıl başarısızlığı beyazların oyunu alamaması değil, gençleri, Hispanik ve Afrika kökenli seçmenleri Obama gibi harekete geçirememesi oldu. Florida ve North Carolina’yı bu şekilde kaybetti. Trump, Hispanikleri aşağılayan bazı görüşlerine rağmen bu seçmen grubundan yüzde 30’a yakın bir destek bulabildi. Obama, 2012’de Latinoların oyunun yüzde 75’ini almıştı. Ve bir diğer önemli nokta ise Clinton, Bernie Sanders’ı destekleyen dinamik kitleyi Obama gibi kazanıp mobilize edemedi. Bu kesimin enerjisi ve sandığa gitme oranı düştü.

Midwest’teki ağır yenilginin bir diğer nedeni ise ekonomi. 20’nci yüzyılın büyük bölümünde Amerikan endüstrisinin bel kemiği olan bölge eyaletleri, serbest ticaret nedeniyle büyük bir işsizlik krizi ile yüzyüze. Trump’ın serbest ticaret karşıtı yaklaşımı bu eyaletlerde önemli bir karşılık buldu.

 

Sanders olsa kazanır mıydı? 

 

Demokrat Partideki önseçimde Clinton’a rakip olan ‘Vermont’lı solcu senatör Bernie Sanders’ın ideolojik görünümü nedeni ile Amerikalı seçmenin genelinden kabul görmeyeceği iddiası yaygındı. Ancak marjinal görüşlere sahip Trump’a verilen kitlesel destek, ‘seçmen sistem dışı bir Demokrat adaya, Hillary Clinton’dan daha mı çok oy verirdi?’ sorusunu da gündeme getirdi. Özellikle sosyal medyada, önseçimlerde bütün Demokrat stratejistlerin dile getirdiği ‘Sanders iyi bir aday ama genel seçimde kazanamaz, o yüzden merkezdeki Clinton aday olmalı’ görüşüne öfkeyle atıf yapıldı.

 

Devletin bütün erkleri Cumhuriyetçilerin eline geçtiyse kutuplaşmanın sonu mu?

 

Hayır. Ama devletin bütün erkleri Cumhuriyetçilerin eline geçmedi mi? Yine de evet demek kolay değil. Aksine daha büyük krizler yolda olabilir. Öncelikle Trump, halk oyunda oldukça az bir farkla kazandı. Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisi ve Senato’da çoğunluğu korusalar da sandalye farkı oldukça azaldı. Yani tam ortadan bölünmüş ve kutuplaşmış bir Amerikan politikası görünümü var. Obama gibi üslup sahibi ve uzlaşmaya açık bir başkan döneminde bu çok ağır krizlere yol açmadı ama Trump kişiliğinde birinin başkanlığında Amerikan politikasını nasıl bir maceranın beklediğini kimse kestiremiyor.

 

'Sadece Demokrat Partiyi değil Cumhuriyetçi Partiyi de yendi' 

 

1960’lı yıllara kadar her iki partinin de merkez komiteleri, seçimlerde adaylarını belirlemede daha güçlüydü. 1968 Chicago kurultayı sırasında partinin adayını beğenmeyen gençlerin çıkardığı isyandan sonra önce Demokrat Parti ardından da Cumhuriyetçi Parti tüzüklerini değiştirerek partilerin kurumsal etkisini bu konuda oldukça zayıflattılar. Böylece ABD, tüm seçimlerde parti merkezli bir sistemden aday merkezli bir sisteme geçti. Ancak parti liderlerinin önseçimlerde kimi desteklediği geleneksel medya ve bağış toplama düzeninde yakın zamana kadar rol oynamaya devam etti. Parti tabanları sahip oldukları gücü kullanma ihtiyacı hissetmediler. Demokratların Clinton soyadında, Cumhuriyetçi Partinin merkez güçlerinin Bush soyadındaki ısrarları, her iki partinin tabanında ‘hanedanlık’ endişesini pekiştirdi. Muktedirlerin birbirlerini seçtiği bu kapalı devre işleyiş, ekonomik krizlerden, dünyadaki sosyal ve teknolojik değişimlerde kaybettiği hissine kapılan seçmenlerde, ‘establishment’e karşı öfkeyi ve güvensizliği daha da büyüttü ve patlamasına yol açtı. Dahası artık ellerinde internet gibi bir güç de var. 

Cumhuriyetçi önseçimde önde giden iki adayın da partinin müesses yapısına isyan bayrağı açmış isimler olması, bağımsız senatör Bernie Sanders’ın gördüğü ilgi, her iki partinin de iktidar koridorlarında endişeyi pekiştirdi. Eğer, partiler tüzüklerini yeniden değiştirmezse (ki artık geç de kalmış olabilirler), Demokrat Parti – Cumhuriyetçi Parti işleyişinde sona gelmiş bile olabiliriz.

Temel birçok konuda Trump ile Cumhuriyetçi üyeler arasındaki yaklaşım farkı, Trump ile Demokrat Kongre üyeleri arasındakinden az değil. Nitekim, partinin son iki başkan adayı, Cumhuriyetçi Partili son iki ABD başkanı, Kongrenin Cumhuriyetçi liderlerinin tamamı, Trump’a destek vermedi. Yani, Amerikan politikasını bundan sonrasını geleneksel Cumhuriyetçi – Demokrat ikilemi ile açıklamak hata olabilir. Kongre’de ilginç koalisyonlara tanık olabiliriz. Hakeza Cumhuriyetçi Partili başkana, Cumhuriyetçi çoğunluklu Kongre’nin fren görevi görmesi olasılığına da hazırlıklı olmakta yarar var. Nitekim Trump da, seçim zaferi konuşmasında, herkesi şaşırtan ve son 1,5 yıldaki üslubunun tamamen dışındaki yumuşak üslubu ile böylesi bir riski azaltmaya çalıştı. Ama gidermesi tamamen zor. Çünkü, 'Manhattan'ın ortasında adam öldürsem tek oy kaybetmem' diyen bir lider o. 

Donald Trump, halk oyunun yaklaşık yüzde 47’sini kazanarak başkan oldu. Bill Clinton’ın 1992 zaferinden (yüzde 43) beri en düşük halk oyu ile seçilmiş ABD başkanı olacak. Üstelik 1992 seçimde sandıkta iki değil üç aday vardı. O seçimde bağımsız aday Ross Perot da çok sayıda eyalet kazanmıştı.

Ancak bunların artık önemi yok. Donald Trump kazandı. Kazanmasına sevinenler ne kazanacak, üzülenler ne kaybedecek aslında kimse henüz emin değil.

Çünkü öngörülemeyen bir adam çoğunlukla öngörülmeyen bir zafere imza attı ve öngörülmesi zor bir dönemi başlattı.


@CemalTdemir

 

Yazarın Diğer Yazıları

İki Amerika'nın siyasi savaşının tarihine bir yolculuk (4)

Seçimde kimin kazanacağı ve kimin Amerika’sının egemen olacağı belirsiz. Kesin olan ise İki Amerika’nın siyasi savaşının bitmekten hala uzak olduğu… 

İki Amerika’nın siyasi savaşının tarihine yolculuk (3): Demokratik Parti ve Cumhuriyetçi Parti nasıl kuruldu?

“Onlara, daha önceki politik isimleri ve organizasyonları unutmalarını ve sana Lovejoy’s Hotel’de önerdiğim ismin altında birleşmelerini telkin et. ‘Cumhuriyetçi’ ismi altında…”

İki Amerika'nın siyasi savaşının tarihine bir yolculuk (2): “Demir demiri biler, insan da insanı”

Güneyli Thomas Jefferson ve kuzeyli John Adams’a “Amerikan devriminin kuzey ve güney kutbu” yakıştırması yapılacaktı. Birçok tarihçiye göre ABD’yi bu iki kutbun oluşturduğu denge bir arada tuttu

"
"