Şili Devlet Başkanı Salvador Allende, 11 Eylül 1973 sabahı kendini, üzerinde yün ceket, gri boğazlı kazağıyla ‘Lo Moneda’ adıyla bilinen Şili Devlet Başkanlığı sarayının içinde kurdukları barikatın arkasında elinde Fidel Castro’nun hediye ettiği bir kaleşnikof silahla direnirken buldu kendini. Latin Amerika’nın seçimle iktidara gelmiş ilk sosyalist devlet başkanı olan Allende ve 67 yardımcısı başkanlık konutunu kuşatmış darbeci Şili ordusuna karşı kendilerini savunmaya çalışıyordu. Saat 11:00 civarında darbenin lideri General Augosto Pinochet, Allende ve yardımcılarını hala teslim alamamış olmanın öfkesiyle saraya hava saldırısı emri verdi. Yaklaşık 1 saat sonra havada, İngiliz savaş jeti Hawker Hunter’lardan ikisi belirdi. İki savaş uçağı 4 sorti yaptı ve devlet başkanlığı sarayının üstüne 18 bomba bıraktılar. Milli hazine değerinde eserler, antika mobilyalar, Latin Amerika tarihinin en ünlü ressamlarına ait bazı tablolar alev alev yanmaya başladı.
Saat 13:15 civarı devlet başkanı Allende kendisine bağlı emniyet müdüründen bütün ülkenin ordunun kontrolüne geçtiğini öğrenince yenilginin kaçınılmaz olduğunu anladı. Etrafındakilerden teslim olmalarını istedi. Saatlerdir kendisiyle beraber devlet başkanlığının içinde dışardaki kuşatmacı cunta ordusuna karşı savaşan herkesle tek tek tokalaşarak teşekkür etti. Onlar teslim olurken o üst kata çıktı. Radyodan son kez Şili halkına seslendi: ‘’Teslim olmayacağım. Halkıma sadakatimin bedeli ölüm de olsa…’’
Askeri birlikler onu almak için sarayın içine girdiğinde onlara ‘’Allende no se rinde!’’ diye bağırışı sarayda yankılandı. Bu son sözleri oldu. İki kurşun sesiyle sessizlik oluştu. Resmi açıklamaya göre elindeki kaleşnikofla kafasına iki kurşun sıkarak intihar etti. Ancak çoğu kişiye inandırıcı gelmedi bu. Son yapılan araştırmalara göre iki kurşundan birinin kaleşnikofa değil bir tabancaya ait oduğu anlaşılacaktı. Bunun açıklaması şuydu: Tabancayla kafasına sıkılarak öldürüldü. İntihar süsü vermek için de bir kurşun da kendi kaleşnikofuyla kafasına sıkıldı.
O sabah Şili’de Anayasa askıya alındı. Parlamento kapatıldı. Yoğun sansür ve sokağa çıkma yasağı kuralları konuldu. Bütün siyasi partiler kapatıldı ve politik faaliyetler yasaklandı. yoğun bir tutuklama furyası başladı. Dev bir toplama kampına dönüştürülen Milli Stadyuma binlerce kişi getirildi. Ülke çapında on binlerce kişi tutuklandı. Binlercesi tutukluyken ‘öldü’. 100 binden fazla Allende destekçisi kaçarak ülkesini terketmek zorunda kaldı. ‘Desaparecidos (göz altında kaybolma) sıradan hale geldi. Tutukluyken kaybolanlardan bin kadarının akıbeti 40 yıl sonra bugün bile belli değil. O dönemde Allende için çalışan ve darbeden sonra ABD’ye kaçan Şilili yazar ve insan hakları aktivisti Ariel Dorfman, Pinochet’nin ilk şiddetle bastırma eylemlerinden sonra ‘artık geri dönülemez bir yola girdiğini gördüğünü’ aktarıyor: ‘’Bu şekilde şiddet uygulamaya başladıktan sonra Pinochet gibi adamlarda artık asla geri adım atmamaları ve teröre devam etmelerine yol açan korku başlar. Bunu sessizliği sağlamanın tek yolu görürler’’
Pinochet sonraki 17 yılda teröre devam etti. Güney Amerika bir çok darbeci yönetime sahne oldu. Ama Pinochet yaptıklarıyla tüm dünyada darbelerin ve darbeciliğin sembolü haline dönüştü. Aslında Allende devlet başkanı seçildiğinde bir disiplin subayıydı ve solcu devlet başkanından rahatsızlığını açıkça belirten diğer subay arkadaşlarının aksine siyasi otoriteye itaatkar kaldı. Ariel Dorfman, o günlerde Allende yönetiminin Pinochet’yi ‘bizim adam’ şeklinde gördüklerini anlatıyor. İktidara itaati nedeniyle ödüllendirildi ve Allende tarafından Haziran 1973’te Şili Silahlı Kuvvetleri komutanı yapıldı. Üç ay sonra Allende’ye darbeyi o vurdu.
Allende, Latin Amerika’nın seçimle gelmiş ilk sosyalist devlet başkanıydı ancak bazı Amerikalı şahinlerin iddia ettiği gibi Sovyetler Birliği’nin uydusu gibi hareket etmeye hiç niyeti de yoktu. Robert Dallek’in ‘’Nixon ve Kissinger’’ adlı kitabında (syf:234) aktardığına göre, daha Allende seçilir seçilmez dönemin ABD Başkanı Nixon, CIA’ye ‘Şili ekonomisini bağırtın’ ve ‘Dominik Cumhuriyeti tarzı bir müdahaleye hazırlanın’ emri vermişti. Soğuk Savaş ikliminde ABD’nin desteklediği otoriter liderlerin altın çağı yaşanıyordu. Arjantin’den Panama’ya, Dominik Cumhuriyeti’nden Guatemala’ya yüzbinlerce kişi bu cuntalarca öldürüldü. Milyonlarca kişi işkencelerden geçti. Kuşaklar boyu sürecek sosyo-politik travmalara neden oldu.
Diktatörlüğün dönüm noktası
Pinochet’nin 11 Eylül 1973 sabahı başlayan diktatörlüğü tam 17 yıl sonra 11 Mart 1990 tarihinde sona erdi. Bu kanlı diktatörlüğün dönüm noktası ise 25 Nisan 1988 akşamı yaşandı. O akşam Santiago sokakları adeta boşalmıştı. Çünkü, 15 yıl sonra ilk kez Şili televizyonunda bir siyasi program De Cara El Pais (Ülkenin Yüzü) adlı politik TV programı yayınlanacaktı. ABD’nin baskıları sonucu Pinochet askeri cuntanın devam edip etmeyeceğini Şili halkına sunacağı bir referanduma razı olmak zorunda kalmıştı. Bu ortamda yeni kurulan muhalif Demokrasi Partisi’nin lideri Ricardo Lagos ve arkadaşları 25 Nisan akşamı televizyonda yuvarlak bir masanın etrafında kendilerine çok agresif sorular soran ‘rejim gazetecileri’nin önünde açık oturumdaydı. Lagos, konuşmasının bir yerinde, ‘’Şili halkının muktedirleri 25’nci yıllarına kadar iktidarda tutacak kadar kudret açlığı içinde olduğunu düşünmüyorum’’ dedikten sonra kameraya bakarak, parmağıyla işaret ederek doğrudan Pinochet’ye seslendi: ‘’Ve işkenceler, suikastlar, insan hakları ihlalleriyle dolu 8 yıl daha vaat ediyorsun’’. Diktatör için artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı andı bu.
Şilili yazar Marco Antonio de la Parra daha sonra, ‘’Lagos’un o parmağı Şili’nin parmağıydı’’ diye yazacaktı. Pinochet çok öfkelenmişti. Hemen o gece orduyu yeniden sokağa çıkarmak istedi ancak yardımcıları bunun hiç öngrülemeyen reaksiyonlara yol açabileceği uyarısıyla onu vazgeçirdiler. Havaya kalkan tek bir parmak, 15 yıldır ülkeyi demir yumrukla yöneten diktatörün bütün otoritesini sarsmıştı. Lagos ve arkadaşları bile o gece o parmağın etkisinin tam farkında değillerdi. Yıllar sonra devlet başkanı olacak Lagos’un yardımcısı olacak Heraldo Munoz, yayından birkaç gün sonra bir mitinge gitmek için trene binmelerini hatırlıyor: ‘’O yayının etkisinin farkına o gün vardık. İnsanlar Lagos’u kucaklamaya en azından dokunmaya çalışıyordu. Korumalar bile yetersiz kaldı. Miting alanına vardığımızda hepimizin üstü başı yırtılmış, düğmelerimiz kopmuş, ter içinde kalmıştık’’
Diktatör çok kızgındı. Lagos artık rejimin baş düşmanıydı. Lagos’un adını konuşmalarında hiç anmayan Pinochet 1,5 ay sonra yine onun adını anmadan televizyondan şöyle konuşacaktı: ‘’Sırf demokrasiye geçiyoruz diye onlara bir şey yapmayacağız düşüncesiyle televizyondan bizi aşağılayan kötü Şilililere sesleniyorum; Dikkatli olun. Sabrımızın da bir sınırı var!’’
Ancak artık korku halkın değil diktatörün kalbindeydi. Tehdit işe yaramadı. O yılın Ekim ayında 400 uluslararası gözlemcinin gözetiminde yapılan referandumda Şili halkının yüzde 55’i askeri yönetimin 9 yıl daha sürmesine ‘hayır’ dedi. 18 ay sonra da Pinochet koltuğunu seçilmiş devlet başkanına bırakmak zorunda kaldı. Diktatörün terör ve korku imparatorluğu bir ülkenin on yıllarını, yüzbinlerce canını, milyonlarcasının geleceğini karartmıştı. Tamiri de on yıllar alacaktı.
Şili’nin efsane oğlu şair Pablo Neruda, bugün 40’ncı yılını andığımız 11 Eylül 1973 darbesinden sadece 11 gün sonra öldü. 40 yıl sonra yapılan araştırmalar artık Neruda’nın da iddia edildiği gibi hastalıktan ölmediğini, Şili’yi terkederek dışarıdan bir muhalif sese dönüşmesini istemeyen cunta tarafından öldürüldüğünü gösteriyor. Bütün darbeler şiiri öldürür önce…
‘’Soracaksınız, leylaklar nerede diye
Soracaksınız, niye
Şiirleri düşten ve yapraklardan
Yurdunun büyük yanardağlarından
Söz etmiyor diye?
Gelin görün sokaklardaki kanı,
Gelin görün
Sokaklardaki kanı…’’
– Pablo Neruda -