Başbakan Davutoğlu Fransa'da 'daha çok ifade özgürlüğü' için yapılan yürüyüşe katılırken Türkiye'de televizyon kanalları sırf bazı gazetelerin haberlerini okuduğu için ceza alıyor.
O kadar polisin önünde yürüyüş kolunun yolunu kesti iki kişi.
Biri "Müslüman kanları dökülüyor" diye yumruk sallıyordu.
Diğeri pankartı kapmaya çalıştı.
Saldırının cevabını verince yürüyüş kolunun önündeki gazeteciler, araya girdi polis, iki saldırganı hemen midibüslerden birinin içine aldı.
Herhalde o anda gözaltına alındıkları polis aracından dayak yemeden kurtulmanın yöntemini de öğrenmiş olmalı gençler, kadınlar, işçiler, emekçiler...
Çünkü polisin gözaltına aldığı muhalifler bindirildikleri araçların içinde olmadık eziyetler görüyordu.
Ama bu kez camları tel kafesli polis aracına bindirilen saldırgan baş ve işaret parmaklarını açarak İBDA-C işareti yapıp yürüyüş kolundakilerine kendisini yuhalatırken, resmi üniformalı bir el sürekli sırtını sıvazlıyordu.
Oysa Galatasaray'da "olağan bir yürüyüş günü"ydü.
Polis midibüsleri ve panzerleri her zamanki yerlerlerini almıştı.
Araçların çevresinde onlarca sivil ve resmi polis vardı.
En önde "Hepimiz Charlie'yiz" pankartıyla başladı yürüyüş.
Katılanların çoğu gazeteciydi.
Ellerindeki kalemleri kaldırmışlardı havaya; çoğu artık kullanamadıkları kalemlerini...
Çünkü AKP iktidarı döneminde işsiz kalmıştı hemen hepsi.
Ama bundan utanmıyorlar, hatta bir "şeref madalyası" olarak taşıyorlardı işsizliklerini.
Belki de tek utançları Fransa'da aynı pankartın arkasında yürüyen Başbakan Ahmet Davutoğlu'yla aynı saatte, aynı amaç için yapılan bir eylemin birbirine "paralel" iki kolunda olmalarıydı.
Gazeteciler Forumu yapmıştı çağrıyı.
"İfade özgürlüğümüz, mizah hakkımız, gülme hakkımız, eleştirme ve sorgulama hakkımız, özgür sanat hakkımız, tabulara direnme hakkımız için"di yürüyüş.
Dünyaca ünlü mizah dergisi Charlie Hebdo'ya yapılan saldırı, Paris'te dünya liderlerinin ve yüz binlerin katılımıyla yapılan yürüyüşle eş zamanlı bir eylem gerçekleştiriliyordu Galatasaray'tan Taksim'deki Fransız Konsolosluğu'nun önüne kadar.
Benzer bir saldırı yolun sonunda konsolosluğun önünde de bekliyordu yürüyüşçüleri.
Oysa Fransa'da aynı saatlerde Başbakan Davutoğlu'da yürüyordu "Cumhuriyet için", "İfade Özgürlüğü" için...
Ama orada kastedilen Cumhuriyet Fransızlara aitti ve elbette ki Fransızların ifade özgürlüğü için yürünüyordu.
Yoksa Türkiye'de değil ifade özgürlüğü, pek çok temel hak ve özgürlük ortadan kalkarken Türkiye'nin başbakanı neden Fransa'da yürüsündü ki...
Belli ki geçen yıllar içersinde ülkeyi yönetenlerin "intikal süresi" uzamıştı.
Tansu Çiller'in, Mesut Yılmaz'ın döneminde başbakanlar uçağa biner binmez, ayakları yerden kesilince "demokrat" kesilirken, artık anca gittikleri yere vardıktan sonra kısmen "demokrat" oluyordu başbakanlar.
İnsanların düşüncelerinden dolayı öldürülmesine karşı çıkmak için yürünüyordu...
İfade özgürlüğü için, eleştiri hakkı için, hatta mizah hakkı için yürünüyordu.
Korteje saldıran siyasal İslamcılar çok kızıyordu bu yürüyüşe.
Aslında "Öldürülen Fransızlar için niye yürüyorsun, öldürülen Müslümanlar için yürüsenize" diyordu.
Çık sen yürü... Bir engel mi var önünde?
Hatta teşvik bile görürsün.
Nitekim aynı saatlerde, iktidarın onay vermediği eylemlerin yasaklandığı Taksim alanına Suriyeli muhalifler çıkıp ellerini kollarını sallaya sallaya diledikleri gösteriyi yapıyorlardı.
Yok ama, hem kendi yürümeyecek, hem kendi istediği eylemi sen niye yapmıyorsun onun yerine, diye hesap soracak.
Hem tembel, hem de küstah bir anlayışa sahipti yani yol kesen siyasal İslamcı zorbalar.
İktidar yanlısı gazeteler de Paris'te çizdiklerinden ötürü katledilen karikatüristleri görmek yerine, ya "Fransa da bunu hak etmişti" türünden kılıf arıyorlardı vahşete, ya da "Canım ne kadar da hata yaptı Fransız polisi" türünden yan çizmenin yollarına düşmüşlerdi.
Hatta sadece yandaş gazeteciler değil, bazı ulusalcı kalemler de meselenin üzerine gitmek yerine kaçacak yer aradıklarından aynı ortak soruyu soruyorlardı:
"Neden saldırganların hepsi öldürülerek geriye hiç tanık bırakılmadı?"
Çok doğru ve haklı bir soru da, insan merak ediyor acaba bu arkadaşlar aynı soruyu Bingöl Emniyet Müdürü'ne suikast yaptıkları gerekçesiyle dört kişi olaydan kilometrelerce uzakta, hem de hiç ilgileri olmadığı halde yargısız infaz edildiklerinde neden sormadılar?
Fransa'daki "ifade özgürlüğü" yürüyüşüne katılan Başbakan Davutoğlu da elbette sormamıştır, Fransızların neden bu vahşi saldırıyla ilgili soruşturma dosyası için "gizlilik kararı" almadığını, ya da "yayın yasağı" koymadığını...
Yaşanan vahşet karşısında değil özgürlükleri kısıtlamak, insanlar daha çok özgürlük talep etmek için yürürken, bu ülkede temel hak ve özgürlükler bulunan her bahaneyle ortadan kaldırılıyor.
Artık yasak olan sadece gazetelerin yazması değil Türkiye'de...
Gazetelerin yazdıklarını televizyonlarda okumak bile suç.
Sadece günlük yayınlanan bazı gazetelerin birinci sayfalarını okudukları için birçok televizyon kanalına RTÜK ceza kesiyor.
Yani Türkiye'de sadece yazmak değil, artık okumak da suç!