19 Mayıs 2025

Fesih olsun, hem pastam dursun hem karnım doysun

PKK’nın feshinden sonra kaçınılmaz olarak sıra demokratik adımlara gelecek… O güne gelinebilirse, DEM Parti seçmenini ‘parça başı demokrasi’ söylemiyle kafalayabileceklerini düşünenler, hayatlarının en büyük hatasını yapıyor olabilirler

PKK tam bir hafta önce -yani kurucusu Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki ‘fesih’ çağrısından yaklaşık iki buçuk ay sonra- örgütsel yapısını feshettiğini, silahlı mücadele yöntemini ve PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdığını ilan etti. Fesih açıklaması içinde aylarca, hatta yıllarca tartışacağımız anahtarları da mayınları da ziyadesiyle barındırıyor kuşkusuz. Bu metin üzerine bugünden kurulabilecek belki de tek net ve anlamlı cümle, Türkiye’nin defalarca ulaşılmaya çalışılan o başlangıç noktasına nihayet varmış olduğudur. Heba edilmemesini umduğumuz bu durak, aslında ilk durak. Asıl yolculuk şimdi başlıyor… Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet aygıtının bunun farkında olmama ihtimali yok. Ancak yolculuğun selameti, devlet bürokrasisinin ferasetine değil, siyasi iktidarı elinde tutanların bu yolculuğu siyaseten nasıl çerçeveleyeceğine bağlı olacak.

Son yıllarda üst üste yaptıkları yapısal hatalarla iktidarda kalma ihtimallerinin zayıfladığının farkındalığı içinde olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisinin bu durağı, iktidara tutunabilmek için ‘Allah’ın bir başka büyük lütfu’ olarak gördüklerini bir haftadır yetkili ağızlardan dinlediğimiz açıklamalara hâkim olan coşkudan da anlıyoruz.

Hükümet cenahından sızan bilgilere göre beklenti ‘silahların gömülmesi’ işinin sonbahara kadar paketlenmesi yönünde. Gerçi biz uluslararası literatüre geçtiği şekliyle ‘silahların gömülmesi’ ifadesini kullanmaya devam etsek de Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, devlet tarafındaki asıl talebinPKK’lıların silahlarıyla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri’ne teslim olması” olduğunu söylüyor. Hatta Irak’ın kuzeyindeki Türk üslerinin de ‘teslim olma’ faaliyeti için kullanılabileceğini ekliyor. İşin bu ‘teslim olma’ boyutunu AKP ve ortağı MHP’den pek duymuyoruz.

Bu sürecin Ekim 2024’ten beri taşıyıcısı ve adeta garantörü konumunu üstlenen MHP lideri Devlet Bahçeli fesih ilanı üzerine yaptığı yazılı açıklamada PKK’lıların TSK’ya teslim olmasından hiç bahsetmediği gibi ‘silah bırakma’ konusunda enteresan ifadeler kullandı:

Silahların ne zaman, nerelere, hangi şartlar dahilinde, hangi sınır ve ölçekte bırakılacağı,

Bunun zaman ve mekân parametrelerini analiz ederek teknik takip ve gözetiminin kimler tarafından ve nasıl sağlanacağı,

Feshedilen PKK’dan PYD/YPG’ye muhtemel geçiş ve intikallerin denetim ve kontrolünün eşzamanlı ve eşgüdüm halinde nasıl ve ne şekilde temin edilip edilmeyeceği,

Silah bırakan örgüt militanlarından suça bulaşmış ya da bulaşmamış olanların tasnif ve tefrikinin nasıl yapılacağı,

…ayrıca ele alınmalı, müştereken ve maşeri vicdana muvafık halde tatbik edilmelidir."

Devlet Bey’in ele alınmasını beklediği şeylerden biri ‘silahların hangi sınır ve ölçekte bırakılacağı’. Bu ifadenin, ‘PKK’nın bütün şube ve uzantılarının koşulsuz şartsız tüm silahlarını bırakması’ şeklindeki terminolojinin epey uzağında düştüğünü görmek için dilbilimci olmaya gerek yok. Devlet Bey’in alıntıladığım aynı açıklamasında ‘silah bırakan örgüt militanlarının suça bulaşmamış olanları’ gibi fantastik bir ifade de var.

Salt bu perspektiften bakınca dahi hükümet bloğunun bu süreci, hayatında terör örgütlerinin yakınından geçmemiş, sadece ifade ya da gösteri özgürlüğü gibi anayasal haklarını kullanmış olan kişileri kriminalize etmeye devam ederek sürdürmesi mümkün değil. Yani PKK’lı olup dağdan inseniz bile ‘suça bulaşmamış’ diye nitelendirilme şansınız var ama eğer 2013 yılındaki Gezi protestolarını destekleyen iki slogan ya da tweet attıysanız TCK’nın en ağır maddelerinden yargılanmaya devam edebilirsiniz. 12 Mayıs 2025 denklemi böyle bir yerden kurulursa, işte sürece asıl sabotaj bu olur.

Ancak anlaşılıyor ki hükümet, Türkiye’yi bekleyen bu hassas süreçte muhalif kamuoyunda zaten kemikleşmiş olan ‘çifte standart’ duygusunu pekiştirme potansiyeli olan hukuki adımlardan pek de imtina etme niyetinde değil.

Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan PKK’nın fesih açıklamasının ardından partisinin grup toplantısında Cumhuriyet tarihinin eşi benzeri görülmemiş bir suç örgütü örneği’ ifadesiyle Ekrem İmamoğlu’nu hedef almıştı. Erdoğan’ın İBB soruşturmasının mevcut şekilde yürütülmesinden rahatsız olabileceğine dair tevatür üretenler de gerekli yanıtı almış oldu sanırım. Bu açıklamayı fesih denklemiyle birlikte okuduğumuzda ise ortaya şöyle bir gerçeklik çıkıyor; PKK’lıların normalize edilerek topluma ve bir kısmının da muhtemeldir ki siyasete kazandırılmaya çalışılacağı bu yeni dönemde de İmamoğlu ve ekibi kriminalize edilmeye devam edilecek.

O da yetmeyecek… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın grup toplantısında ‘müjde’ verdiği olası kayyım düzenlemesi de aslında yine iktidarın siyasi çıkarını gözetecek şekilde yazılacak belli ki. Erdoğan detay vermemiş, “Terör örgütünün kendini feshinin ardından siyasetin daha güçlü şekilde devreye girmesiyle belediyelerdeki kayyım uygulamasının yeniden istisna haline geleceğini düşünüyoruz” demişti. Bunun üzerine herkes daha önce kayyım atanan CHP’li ve DEM’li belediyelerde seçilmiş belediye başkanlarının yeniden görev başına gelebileceği yorumları yapmaya başlamıştı. Oysa AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in katıldığı Habertürk yayınındaki sözlerinden öğrendik ki, “PKK terör örgütüyken geçmişte ilişki geliştirmiş olan belediyeler varsa yargı bunlara bakmaya devam edecek.”  Yani ancak hükümetin paşa gönlünün isteyeceği tarihten sonra kayyımlar ‘istisna’ olacak.

Ömer Çelik’in verdiği ipucu üzerinden şu çıkarımı yapmak mümkün; AKP’ye göre Ahmet Özer de Emrah Resul Şahan da Mehmet Ali Çalışkan da pekâlâ ‘terörden’ yargılanmaya devam edebilir. İktidar, Cumhuriyet Halk Partisi’ni de pekâlâ 31 Mart 2024 seçimlerde DEM Parti ile yaptığı seçim iş birliği nedeniyle ‘terörle iltisaklıymış’ gibi suçlamaya devam edebilir.

‘Kişiye özel hukuk’ ya da ‘duruma özel hukuk’ uygulamalarında ülke zaten küresel şöhrete kavuşmuş vaziyette. Dolayısıyla kimse şaşkınlıktan komaya girmez. Ancak şurası muğlak: Erdoğan ve kurmaylarının kendilerine ‘geçmişte terör seviciydiniz ama bugün canımız ciğerimizsiniz” muamelesi yapmasını DEM’li seçmen sineye çekecek ve içselleştirecek mi? Daha geçen sene sandıkta ortaya koydukları iradenin gasp edilmiş ve seçtikleri adayların hapse atılmış olmasını unutup başka bir dalga boyuna geçebilecekler mi?

Bu sorularının yanıtlarını henüz bilmiyoruz. Ancak 12 Mayıs’taki fesih ilanından hemen önce yapılmış anketlerin bir kısmında 19 Mart’tan bu yana Silivri’de tutuklanan Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan’a yaklaşık 10 puan fark atıyor görünüyor. Bundan daha önemli olan ise şu; DEM Parti seçmeninin yüzde 100’ü İmamoğlu’nun tutuklanması ve etrafında gelişen olayları ‘keyfi ve adaletsiz’ görüyor. İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inancı kötüleşen DEM seçmeninin oranı ise yüzde 93. Gördüğüm farklı anketlerde İmamoğlu’nun tutukluluğunu yanlış bulan DEM Partililerin oranı iki aydır yüzde 80’in altına düşmedi. ‘Terörsüz Türkiye’ sürecine rağmen, Kürt seçmenin 2019’dan beri İmamoğlu ile kurduğu duygudaşlığın bugün de devam ettiğini söylemek mümkün.

PKK’nın feshinden sonra kaçınılmaz olarak sıra demokratik adımlara gelecek… O güne gelinebilirse, DEM Parti seçmenini ‘parça başı demokrasi’ söylemiyle kafalayabileceklerini düşünenler, hayatlarının en büyük hatasını yapıyor olabilirler de…

İngilizce bir deyiş vardır, 12 Mayıs’taki PKK’nın fesih ilanı üzerinde emeği olan MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın da iyi bildiğini sanıyorum: “You cannot have your cake and eat it too.” (Hem pastam dursun hem karnım doysun)

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tümünün hilafsız doyacağı bir hak hukuk pastasını önümüze koymadan, bu sürecin her aşamasına gözümüz kapalı destek vermemizi beklemek bir siyasi fanteziden öte değildir.

Cansu Çamlıbel kimdir?

Cansu Çamlıbel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor.

NTV'de diplomasi muhabirliği, 2005- 2008 arasında da Brüksel muhabirliği yaptı. 2008'den Şubat 2019'a kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı görevlerini üstlendi.

Yaklaşık 5 sene boyunca, "Yüz Yüze Pazartesi" köşesinde, Hürriyet'in haftalık siyasi söyleşilerini yaptı. 2015- 2016 döneminde ABD'de Harvard Üniversitesi'nin Nieman Bursu'nu kazandı.

Nisan 2017- Şubat 2019 döneminde ise Hürriyet Washington Temsilcisi olarak görev yaptı.

Gazetenin, siyasi baskı sonucu el değiştirmesinden sonra istifa ederek, Türkiye'ye döndü. Gazete Duvar'daki köşesinde, dış politika alanında yazılar kaleme almaya başladı. Eşzamanlı olarak Gazete Duvar'ın İngilizce edisyonu Duvar English'in kurucu Yayın Yönetmeni oldu. Bu görevi, Ekim 2021'e kadar sürdürdü.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi üyesi olan Çamlıbel, IPI için hazırlayıp sunduğu, "Özgür Sohbetler" isimli podcast serisinde, günümüz Türkiyesi'nde gazetecilik yapmanın bedeline, içeriden bir bakış sunmaya çalışıyor.
Ocak 2023'te, T24 ekibine katıldı. 
Lulu'nun annesidir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç: Trump’ın maden gündemiyle Meclis’teki torba yasanın ilişkisi olabilir; orman yangınlarında yaşadığımızın beterini maden kazalarında yaşayacağız

“Belki de İzmir Valisi yangının elektrik hatlarından çıktığını söylemesinin bedelini ödeyecek… Bizim gibi az gelişmiş ülkelerde altın madeni lobisi muhataplarını daha rahat kandırıyor. Mustafa Varank bize Meclis Komisyonunda ‘Ben Kanada’da bu işin düzgün yapılabildiğini gördüm’ dedi, siz kimyasal reaksiyonu gözünüzle göremezsiniz!”

Cengiz Çandar: PKK Türk solunun içinden çıktı, Öcalan’ın İsrail’e mesafesinin arkasında bu arka plan var; Öcalan Özgür Özel ile görüşmek istiyor çünkü CHP’nin rolünü önemsiyor

“Türkiye de SDG de yalanladı ama bendeki bilgiye göre Mazlum Abdi sınırlı şekilde de olsa İbrahim Kalın ile görüşüyor… İç cephenin tahkimi CHP’siz başarılamaz, hem CHP sayısal olarak birinci partiyken hem de başına gelenlerin bir kısmı DEM seçmeni ile ittifak yüzünden gelmişken”

CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisyona üye de vermeyiz

"İmamoğlu’na farklı davalarda ilk derece mahkemelerinde ceza verilecek, istinaf ve temyiz süreçleri Türkiye’nin seçim takvimine göre ayarlanacak"

"
"