22 Mayıs 2022

Danışmanından Demirtaş kitabı: Gözaltına alınırken kızlarına ne dedi; çıplak arama girişimine nasıl yanıt verdi, neden aşı olmayı reddetti?

Zınar Karavil imzalı Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi, Dipnot yayınlarından çıktı

“Zulmün çamurundan korunma ya da ortaklaşmama adına, küçük hücrelerde temiz kalmanın duygusunun yaşamayı neyle değiştirebiliriz? Zalimlerin gölgesi altında serinlemek yerine, güneşe hasret hücrelerde kendi güneşimizi yaratmanın çabasına düşmek sence de değeri değil mi? Linç koroları ve savaş hezeyanları arasında, günü kotaracak bir nefes alıp vermeyi sağlıklı yaşamdan saymaktansa, barış şarkıları ve yaşanabilir bir dünyanın tasavvuruyla, hasret ve ayrılık bıçaklarının bedenimizde, ruhumuzda açtığı yaralarla yaşamayı yeğledik. “

Hekimlikten reel siyasete atılan, çözüm sürecinin aktif isimlerinden İdris Baluken, tahliye edilip tekrar tutuklandığı davadan 16 yıl 8 ay ceza aldıktan sonra Sincan Cezaevi’nde yazdığı son kitabı “Sincan’dan Edirne’ye Hasbıahal-Name” de fiziki mesafesi uzak, duygusu yakın, Selahattin Demirtaş’la dertleşiyor. “Küçük hücrede, beyaz plastik sandalyede” öyküler, romanlar yazan, şarkılar besteleyen, resimler çizen, gündelik siyasete söz kuran, yer yer siyaseti kurmaya çabalayan yol arkadaşıyla yaşadığı ruh halini ortaklaştırıyor.  

Demirtaş’ın uzun yıllar danışmanlığını yapan, resmi danışmanlıkları son erdirildiği için Demirtaş’ın “Birilerinin haksızlığına uğradı” dediği Zınar Karavilin “Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi” kitabı ile “Sincan’dan Edirne’ye Hasbıhal-Name” yi okurken, kilometreler ötesi duygudaşlığa, “Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi” kitabının önsözünü yazan Sırrı Süreyya Önder de katılıyor:

O gün geldiğinde, bugünleri anlatacak bir sergi, belki de sadece iki nesneden ibaret olacaktır. Biri gösterişli bir taht, diğeri ise plastik, beyaz bir sandalye. Beyaz sandalyenin üzerinde küçücük bir not: Bu beyaz sandalye, o fırtınalı günlerde hep dik durdu. Gösterişli tahtın üzerindeyse hiçbir şey…”

Zınar Karavil, Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışının ürünü olan, bombalamalara, saldırılara rağmen HDP’nin yüzde 13 oy aldığı 7 Haziran 2015 seçimlerinden başlatıyor Demirtaş’ın sürecini.  

Sırrı Süreyya Önder’in “Adıyla ya da soyadıyla serbestçe anılan birkaç kişi vardır; birisi Selahattin’dir, diğerlerini biliyorsunuz” cümlesinde vurguladığı gibi, ezik Kürt prototipini geride bırakan, vakur ve özgüvenli yeni kuşak Kürt siyasetçi Demirtaş’ın toplumsal karşılığını kitap yeniden hatırlatıyor okurlara. Bunu bir kronoloji içinde anlatırken dün gibi olan son 7 yıl, okuyucunun zihninde daha iyi canlanıyor.

Kitapta daha önce kamuoyuna yansımayan yeni bilgiler de yer alıyor. Zira Zınar Karavil kitap için Demirtaş’ın en yakınındakilerle; Başak Demirtaş’la, avukatlarıyla, dostlarıyla görüşmüş. Demirtaş’ın anlatımlarını da avukatlar aracılığıyla kitaba taşımış. Mesela Demirtaş’ın gözaltına alındığı gece:

Demirtaş’ın itirazı üzerine sivil memur talimat verdi ve kar maskeliler kapının önünden ayrıldılar. Demirtaş götürülürken eşi Başak ve kızları Delal ile Dılda’ya sarıldı. Demirtaş o anı şöyle anlatıyor: “Küçük kızım Dılda, ben tam kapıdan çıkarken ‘Baba gitme’ dedi. Kendimi zayıf hissettiğim tek an o andı diyebilirim. Dönüp Dılda’ya tekrar sarılarak ‘Döneceğim’ dedim.”

Kitapta kendisi gibi 6 yıldır tutuklu bulunan Figen Yüksekdağın Diyarbakır Adliyesi’ndeyken cebindeki 400 lirayı nasıl eşit bölüştüğünü de, Diyarbakır’dan bindirildikleri uçaktaki karanlık tipleri de anlatıyor Demirtaş:

Sivil bir kadın polis ve sivil bir erkek polis bizimle birlikte uçağa bindi. İçeri girdiğimizde arka tarafta üç sivil erkeğin oturduğunu gördük. Oldukça karanlık tiplerdi. Çok yorgun görünüyorlardı. Hemen uyudular, yol boyunca da uyanmadılar. Kimdiler ve uçakta ne işleri vardı, anlayamadım. Bizimle hiç ilgilenmediler. Sanki başka bir görevden İstanbul’a dönüyorlarmış gibiydi.

Ve Edirne F Tipi Cezaevi günleri…

“Edirne Cezaevinin önünde birkaç dakika, gardiyanların kapıyı açmasını bekledik. Bu arada polisler sürekli demir kapıyı çalıyorlardı. Bir ara ‘İçeride yoklar galiba. Gidelim’ diye espri yaptım. Tam o sırada kapıyı açtılar. Bir anda hayalet görmüş gibi oldular çünkü dediğim gibi, beni beklemiyorlardı. Son derece nazik davranarak işlemlerimi hızla bitirip kalacağım hücreye götürdüler beni. ‘Aç değilim’ dememe rağmen bolca yemek de bıraktılar. Çok yorgundum. On dakika sonra kıyafetlerim üzerimde uykuya daldım.”

Kitapta Seher kitabını bazı matbaaların korkudan basmak istemediklerini, Ahmet Kaya’ya Magazin Gazeteciler Derneği gecesinde yaşatılanları izlediğinde Demirtaş’ın “sessizce gözyaşı döktüğünü”, çıktığında Ahmet Kaya’nın kızı Melis, kızları Delal ve Dılda ile birlikte bir stüdyoda bir Ahmet Kaya şarkısı kaydetme hayali olduğunu öğreniyoruz.

Demirtaş çıplak arama ile de karşı karşıya bırakılıyor ama reddediyor: Sincan Cezaevine götürüldüğümde çıplak arama yapılmak istendi. Şiddetle karşı çıktım. Siz gidin, Cumhurbaşkanınız veya Adalet Bakanınız gelsin. Eğer onlar ceketimi bile çıkarmayı başarırlarsa siz de çıplak arama yapabilirsiniz dedim. Bunun üzerine ceketimin çıkarılmasından bile vazgeçtiler. Zınar Karavil’in 2015 sonrası bütün siyasi ve yargısal gelişmeleri parantezlerle geliştirerek anlattığı kitapta Türkiye’nin gündeminin Edirne Cezaevi’nde nasıl yaşandığını da okuyoruz. Mesela pandemi ve aşı günleri… Yine Demirtaş anlatıyor:

Aşı günü geldiğinde bize tulum ve maske verip ‘Hastaneye götüreceğiz’ dediler. Hazırlıklar yapıldı, cezaevi çıkış kapısına götürüldük. Üst rütbeliler ile çok sayıda asker bekliyordu. Ring aracına binecektik. Komutanlarıyla selamlaşıp hal hatır sordum, o da bizi sordu. Komutanın arkasında genç bir astsubay, elindeki kelepçeyi konuşmamız boyunca açıp kapatarak ses çıkarıyordu. Daha sonra komutan ‘Buyurun, kelepçelerinizi takalım’dedi. Ben de ‘Bugüne kadar hiç kelepçe takılmadı’ dedim. Komutan ‘Mevzuat böyle. Takmak zorundayız’ dedi. Bunun üzerine Abdullah Bey’e dönüp ‘Haydi, odaya dönüyoruz’ dedim ve dönüp cezaevine doğru yürüdük. … On beş-yirmi gün kadar sonra ‘Tamam, kelepçesiz götürebiliriz’ deyip bizi aşıya götürdüler.”

Kitapta Demirtaş’ın HDP’ye bazı süreçler için “yetersizlik” eleştirisi yaptığını, “Dışarıda küçük bir avukat grubunun, birkaç danışman arkadaşının ve ailesinin destekleri sayesinde planlamalarını” hayata geçirebildiğini söylediği, yer yer iğne-çuvaldız atasözünü hatırlatan satırları okuyoruz.

2015 sonrası, yasamadan medyaya, yargıdan cezaevine ince bir planın nasıl ilmek ilmek örüldüğünü, CHP’nin o dönemdeki sınavını hatırlatan kitap, Demirtaş’ın Selvi Boylum Al Yazmalım filmine atıf yaptığı son sözüyle bitiyor: Ve asla unutmayın; sevgi neydi?

-