Tarihin nasıl yazıldığıyla ilgili çok şey. “Milli Kimlik” inşaa edilirken “belirli günlerin” anlam ve içeriği tarih yazımının da belirleyeni. Bu da durulan zeminle ilgili. Tarihin bir dilimindeki bir gelişme birileri için” karaya çıkış”(landing), yeni “vatana” sahip oluş olarak yorumlanırken, birileri için pekala“istila”(invasion) anlamına gelebiliyor. Tarihsel çelişkiye daha yakından bakarsak; Avustralya’dan tabii ki, 26 Ocak 1788, İngilizlerin kıtaya geliş tarihi. Australia Day olarak kutlanan günde, kıtanın gerçek sahipleri Aborjinlerin “alternatif” kutlamalarına konuk oldum. Adına “Survival Day”(sağ/ayakta kalmak) dedikleri, aslında siyasi mesajlar içeren gün; “milli kimlik” çemberinin neleri dışarda bıraktığını gösteriyor; her ne kadar Australia Day’de Aborjin kültürel öğeleri kullanılsa da.
Kendisi de Aborjin ve bu toplumun “yaşlı/bilge” isimlerinden biri olan, kültürlerini yaşatmak, var etmek, genç kuşaklara aktarmak konusunda öncülük yapan Major Sumner Ngarrindjeri; Survival Day’i; “topraklarının işgali sırasında ayakta kalmak” olarak tanımlıyor. Yaşanılanları unutmak, unutturmak istemiyorlar; kin, nefret, öç açmazına düşmeden. “İnsanlarımız öldü, vuruldular, kıtaya gelenler tarafından taşınan hastalıklardan kırıldılar” diye anlatıyor. Bütün dünyadan uzak, kimselerin bilmediği bir coğrafyada mutluk yaşarken, “köleleştirildiler, kadınlar tecavüze uğradı, seks kölesi yapıldı, doğan çocuklar öldürüldü.”
Aborjinlerin neden Australia Day’i kutlamadıklarını sorduğumda “işgal ve hak gaspı anlamı taşıdığı için” diye yanıtlıyor. 1967’de Avustralya vatandaşlığı haklarına sahip olduktan sonra bu yerli halk için birşeyler değişmeye başladı. Zira bu tarihe kadar dillerini konuşmaları, kültürlerini yaşatmaları, törenlerini yapmaları yasaktı. Bilge yaşlı “Anayasada hala kabul edilmiyoruz, bu iyi birşey mi, yoksa iyi olan uzak kalmak mı” diye çelişkiye dikkati çekiyor. Gönlünden geçen uzak kalmak, “asimile” risklerine karşı direnmek. Onlar da farkındalar, artık ormana, çöllere gidip eski hayatlarını yaşayamacaklarını, iki dilli bir hayatın zorunluluğunu, baskın ve egemen olan kültürün gücünü, herkesin araba kullandığı bir dünya da yalınayak kalınamayacağını. Zorlansalar da gelecek kuşaklara dillerini aktarmak, varlıklarını inkar etmeden, utanmadan Aborjin olarak yaşamak için çabalıyorlar. 400’lerden 250’ye düşen yaşayan dil sayısını daha da kaybetmemeye çalışıyorlar.
Standların açıldığı, şarkıların söylendiği bu günde Aborjin gençlerin ne düşündüğünü merak ederek, 16 yaşındaki Joel Nicolas Lawrie’ye yaklaştım. Geçmişte neler yaşandığını biliyor gençler.” Aborjin olarak doğdum, “Beyaz” kültürle yetiştim” derken sorunun karmaşıklığını itiraf ediyor gibiydi. Birbirinden çok farklı iki hayat arasında seçim yapmak istemiyor, iki tarafa da ait olduğunu söylüyor. Ayrımcılık hissetseler de, “bununla birlikte yaşamayı biliyoruz, ayrımcılığı mücadele etmemiz gereken şey olarak kabul ediyoruz” diyor. Zorunluluğun bilinci bu olsa gerek.
Avustralyalı bir beyazla evli olan, gençlik liderlerinden Karina Lister Yankunyjatjara ise bir kadın olarak, dedelerinden, nenelerinden öğrendikleri dili çocuklarına öğretmeye çalışıyor. Survival Day, onun için tanınmak, acılara rağmen var olmak, sağ kalmak, hala burada olmak demek. Onun deyimiyle 26 Ocağı Avrupalı Avustralyalılar kendi anlayışlarına göre, Aborjinler ise başka anlamlar yükleyerek kutluyor.
Joylene Thomas ise geçmişin kara lekesini “etnik temizlik/soykırım” olarak tanımlıyor. Ne zaman “barışılır” diye sorduğumda; “eğer bir gün tarih başka türlü yazılırsa, eğer bir gün yazılan tarih hepimizi, göçmenleri de kapsarsa o zaman biz de “resmi” kutlamalara katılırız” diye yanıt veriyor.
Tarih ne zaman ki “birilerinin mutluluğu başkalarının acısı pahasına oldu” diye yazılır, işte o zaman egemen kimliğin inşaası “can simidi” niteliğini yitirir. Herkes gibi Aborjinler de daha mutlu yaşar.