Beyti Engin, Kanal D ekranında yer alan ‘Ulan İstanbul’da canlandırdığı Hayati karakteriyle dikkatleri çekiyor. Engin ile diziyi, karakterini ve sinema projelerini konuştuk.
‘Ulan İstanbul’, içinde o kadar renkli karakterler barındırıyor ki... Bu renkli karakterlerden biri olan Hayati’yi canlandıran Beyti Engin’i de, büyük beğeniyle izliyorum. Engin, “Oyuncu olarak önüme gelen bir karaktere yaklaşımım öncelikle ona hak vermekten geçer” diyor...
Ulan İstanbul’un senaryosunu ve rolünüzü okuduğunuzda ilk neler hissettiniz?
Ulan İstanbul, daha senaryoyu okuduğunuzda bile sizi içine çeken bir enerjiye sahip, bu sebeple okuduğum anda içinde olmak istediğim bir iş oldu. Hayati karakterinin işlevi, Nevizadeler için tehlike oluşturan unsurlardan biri olmaktı ama ilerleyen bölümler içerisinde oğlu Gıyasettin ve eşi Cemile ile birlikte giderek garip ve komik bir aileye dönüştüler.
Dizinin tutma nedenleri ne sizce?
Samimi ve gerçek olması. Türkiyenin herhangi bir mahallesinde herhangi bir evin kapısını çaldığınızda karşılaşabileceğiniz karakterler var dizide ve bu da o çok klişe olan “herkesin kendinden bir şeyler buluyor olması” cümlesini tam anlamıyla karşılıyor. Bir de ekip olarak herkesin birlikte eğleniyor olmaya öncelik vermesi de hem işe hem de seyirciye yansıyor.
Dizi çok renkli karakterler barındırıyor. Siz Hayati’yi ve diğer karakterleri nasıl yorumluyorsunuz?
Dediğiniz gibi dizinin karakter skalası oldukça renkli, tekdüze bir karakter nerdeyse yok. Bu sebeple de her karakterin kendine has durumları ve komikleri olmuş oluyor. Oyuncu olarak önüme gelen bir karaktere yaklaşımım öncelikle ona hak vermekten geçer, kendisine göre haklı olduğu tarafları bulup o kısımların altını çizerek o karakteri yorumlamayı daha doğru buluyorum. Hayati, istemediği bir evlilik yapmış ve bu evlilikten çok da memnun kalmadığı bir oğlu olmuş. Kısaca Hayati’nin hayatı pek de hayal ettiği gibi gitmemiş, bu sebeple kendine yeni bir hayat kurmak adına hep kurnazca yollar arıyor. Yıllardır peşinde olduğu Gazanfer Nevizade’nin altınlarına tam ulaşmak üzereyken de bizim Nevizadeler ile karşılaşmış ve önüne çıkan bu engeli de aşmak istiyor.
Hayati de çok enteresan bir karakter, sizce karısı ve çocuğuyla derdi ne, hep başkalarıyla bir derdi var sanki? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Bana kalırsa Hayati’nin asıl derdi kendisiyle! Yaşadığı şartları doğru ve yeterli bulmadığı için hep kendisine kaçış noktaları arıyor. Dediğim gibi istemediği bir evliliği ve memnun olmadığı bir oğlu var ama hayatından Cemile ve Gıyasettin’i çıkarsanız daha mı mutlu olur, bence hayır. Hayatinin yaşam enerjisini depoladığı alan zaten eşi ve oğlu çünkü başka bir kadın ve başka bir çocuk onun yaşama bakış biçimini kaldıramayabilir. Bence bunu da bildiği için içten içe oğlunu da eşini de seviyor.
Hayati’nin şivesi, jestleri sizin karaktere katkınız mı yoksa senarist ve yönetmenin müdahalesi de var mı?
Çok uzun yıllar yabancı dizi ve filmlere dublaj yaptığım için Türkçeyi doğru konuşma kaygısı en yüksek olan oyunculardan oldum ve bu sebeple işin içine şive girdiğinde hep bir tedirginliğim olmuştur. Bunu ilk yendiğim iş Keşanlı Ali Destanı oldu ikincisi ise Ulan İstanbul. Senaryo ilk elime geldiğinde parantez içinde “Niğde şivesi ile konuşur” diye bir not vardı. Ben yönetmenimiz Murat Onbul’a bunun yerine aklımda bir şey var onu denesem olur mu diye sordum ve bu şekilde devam ediyoruz. Kullandığım şive nereye, hangi yöreye ait bunu bilmiyorum ama muhtemelen daha önce karşılaştığım birinden ödünç aldım, kim olduğunu henüz ben de hatırlayamıyorum ama hatırlarsam gidip teşekkür edeceğim.
Yeni sezonda tiyatro çalışmalarınız devam ediyor mu?
Evet, Bakırköy Belediye Tiyatrolarında üç sezondur oynamaya devam ettiğimiz Külhanbeyi Müzikali bu sezonda oynamaya devam edecek. Bir de BKM ile provalarında olduğumuz bir oyun var, Levent Kazak’ın yazıp yönettiği bu oyunda Mete Horozoğlu, Gökçe Bahadır, Selen Uçer ve Bülent Alkış ile birlikte oynuyoruz, o da Ekim ayı içerisinde seyirci ile buluşacak.
Sinema ile ilgili hayalleriniz var mı ya da yakında bir projeniz var mı?
Sinema ile ilgili birçok hayalim var tabi ama tiyatro ve televizyon projelerinin yoğunluğundan ötürü son iki yıldır bir çok filmde konuk oyuncu olarak yer alabildim. Bunlardan biri Murat Düzgünoğlu’nun yönettiği “Neden Tarkovski Olamıyorum” bu hafta Altın Koza’da yarışıyor. Çekimleri devam etmekte olan, Ömer Faruk Sorak’ın yönettiği “8 Saniye” isimli filmde de rol alıyorum. Sinema başka bir dünya ve gerçekten her biriminde oldukça yoğun emek gerektiren bir iş, belirli bir yaştan sonra ağırlıklı olarak sinema yapmak tiyatro ve televizyonda kendimi bir süre dinlendirmek istiyorum.
Sesler ve Harfler adında internet üzerinden yapılan bir radyo programınız var, bence çok güzel ve farklı bir fikir... nasıl başladınız kapsamından bahseder misiniz?
Şiir başka bir dünya ve benim için yeri çok ayrı, bir solistin şarkı söylerken aldığı haz gibi benim için şiir okumak. Şiir seslendiriyor olmak ve bu işe de bir oyuncu gibi yaklaşıp her şiirin duygusunun peşinde koşmaktan keyif alıyorum. 2006 yılından beri seslendirdiğim şiirleri internet üzerinden paylaşıyordum. 2011 yılında internet üzerinden canlı yayın yapabileceğim bir radyo kanalı oluşturmak fikri aklıma geldi. Sesler ve Harfler bu noktada ortaya çıktı, bunu bir görev gibi her hafta şu saatte yapıyor olmaktansa sadece canım şiir okumak istediğinde yapmalıyım diye düşündüm. O dönemden beri sahiden sadece canım istediğinde, programı Twitter üzerinden duyurup, canlı yayına giriyororum. Öncelikli olarak dinleyilerin istediği ve kendi istediğim, okumaktan keyif aldığım şiirleri seslendiriyorum, bir çeşit şiir istek programı gibi. Oldukça güzel geri dönüşler alıyorum, birçok sabit dinleyicim oluştu ve uzun süre yapmadığımda “hadi artık, lütfen yapın” diyorlar.
(Hafta Sonu Dergisi)