“ÖDP (…) Kürtlerle barışın, "Türk-Kürt El Ele Bölgesel Seferberliğe" yaklaşımıyla Suriye, İran ve bölge halklarına karşı bir savaşa dönüştürülmesine (…) asla izin vermeyecektir.”
ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş’ın, Kürt sorununun çözümüne ilişkin partisinin pozisyonunu açıkladığı 6 Mart tarihli açıklamasında yer aldı yukarıdaki cümle.
İsrail’in, Mavi Marmara katliamından dolayı Türkiye’den özür dilediği haberinin ajanslara düşmesini takip eden birkaç gündeki gelişmeleri izleyince aklıma ister istemez ÖDP’nin açıklamasındaki seferberlikle ilgili ifade geldi. Tabii mevcut duruma uyarlanmış, başlıkta gördüğünüz haliyle.
İsrail’le Türkiye’nin barışması, Suriye-Hizbullah-İran aksına yönelik kuşatmanın son halkası gibi oldu. Bu son halkayla zincir tamamlandı. ABD Başkanı Obama’nın İsrail’i, Ürdün’ü ve (El-Quds el-Arabi’den Abdulbari Atvan’ın ifadesiyle “sahte bir formalite icabı” uğradığı) Batı Şeria’yı kapsayan gezisinde bu barışma kotarıldı.
İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkinin düzelmesi yolunda çok önemli bir ilk adım olan Mavi Marmara özrünü, Obama’nın gezisinin amaç ve bağlamından ayrı düşünemeyiz. Gezinin amacı bellidir; Obama Holokost’un bir kez daha yaşanmasına izin vermeyeceklerini, İsrail’in ilelebet ABD’den güçlü bir destek alacağını, İran’ın nükleer silah elde etme olasılığına karşı her seçeneğin gündemde olduğunu belirtti.
ABD Başkanı’nın Holokost’a yaptığı atıfla, Nazilerin uyguladığı soykırımda hayatını kaybeden 6 milyon insanın anısı bir kez daha Ortadoğu’nun en saldırgan ve yayılmacı devletinin güncel dış politika ihtiyaçları için istismar edilmiş oldu.
Abdulbari Atvan, yazısında Obama için “bu ziyaretinde zengin bir Arap şeyhi gibi davrandı” diyerek ABD’nin Filistin yönetimine verdiği yarım milyar dolarlık ve Ürdün Krallığı’na verdiği 100 milyon dolarlık yardım sözüne işaret etti. Ancak elbette gezinin odağında İsrail ve ona verilen koşulsuz destek yer alıyor. Obama’nın Filistinlilerin devlet kurma hakkından söz edip Batı Şeria’yı kolonize eden İsrail yerleşimlerindeki sürekli genişlemeyi eleştirmesi bu koşulsuz desteğe halel getirmemektedir.
Zira Amerikan Başkanı’nın son Ortadoğu turunun odağında, önümüzdeki birkaç yılda Suriye’yi, İran’ı ve belki Lübnan’ı da çatışma ve ölüm sarmalına sokacak bir eksenin inşası yer alıyordu. Obama bu yüzden İsrail’de ilk iş olarak, Amerikan desteğiyle inşa edilen füze savunma sistemi Demir Kubbe’yi teftiş etti. Bu yüzden İsrail ile Türkiye’nin arasını ısıttı.
Bundan sonra hiç şüphe yok ki sınırın öte tarafından ateş açıldığı gerekçesiyle kuzeyde Türkiye’den, güneyde de İsrail’den Suriye’ye atılacak füzeler ve top mermileri, arası limoni iki ülkenin barışmış olmasından ötürü daha “anlamlı” bir görüntü teşkil edecek. Belki de bu işler bundan böyle “koordine” olacak.
Peki İsrail’in dilediği özrün, ödeyeceği tazminatın, Netanyahu’nun ofisinden yapılan açıklamada sivillerin kullanımına yönelik maddelerin Gazze’ye girmesinin önündeki engellerin zaten kaldırıldığının ve sükunet sürdükçe bu durumun da süreceğinin belirtilmesinin hiç mi kıymeti yok?
Her ne kadar Türkiye’yle İsrail arasındaki buzların erimeye başlaması çok uzak olmayan bir gelecekte Gazze Şeridi üzerindeki ablukanın kalkabileceğine dair bir iyimserlik doğursa da, İsrailli ünlü muhalif gazeteci Gideon Levy Taraf gazetesine verdiği demeçte “Gazze’de belki bazı sembolik adımlar atılacak ama temelde değişen bir şey olmayacak” diyor.
Kaldı ki ambargo tamamen kalksa bile, insani krizin sona ermesinden ötürü duyacağımız mutluluk bir yana, İsrail barış için önemli bir adım mı atmış olacak? Hayır, yalnızca kârdan zarar etmiş olacak. Zaten 1994’ten beri resmen tanıdığı ve uzun bir süre işgal, abluka vs. uygulamadığı, Hamas iktidara geldikten sonra üzerine çöktüğü, Filistin Yönetimi’ne ait bir toprak parçasını rahat bırakarak eski statükoya dönmüş olacak.
Mavi Marmara’da öldürülen 9 kişinin ailesine verilen tazminat da “kârdan zarar”dan başka bir şey değil. Zaten haksız olan pro-aktif bir eyleminden dolayı (uluslararası sularda sivil bir gemiye askerlerle saldırıp insanları öldürmek) özür dileyip birkaç yüzbin dolar ödeyecek, karşılığında hem Suriye hem de İran meselesinde desteğine çok ihtiyaç duyduğu bir devletle arasını düzeltmiş olacak.
İsrail’in 20. yüzyıldaki “toprak karşılığı barış” politikası gibi. Önce komşunun toprağını işgal et, sonra (bir kısmını) geri ver, ve barış antlaşması imzala.
Tüm bu manzarayı nasıl özetlemeli? Şişirilmiş “İsrail’in haksızlıklarına karşı koyan devlet” imajıyla Ortadoğu’da (özellikle de Filistinliler üzerinde) nüfuzu artmış bir Türkiye, ABD’nin koordinasyonu altında, İsrail’e güvenlik üretmek için; topraklarına Patriot konuşlandırıyor, Suriye’yi kana bulayan çapulculara her türlü desteği veriyor, kavgalı göründüğü İsrail’in özrünü kabul ederek bu devletle yeni partnerliklere yelken açıyor.
Bu arada Filistinliler üzerindeki nüfuzuyla Hamas’ı sistem içine çekiyor, fiilen eylemsizliğe sevk ediyor, hatta zımnen İsrail’in varlığını tanıma noktasına getiriyor.
Hiç hoş değil, ama çok zekice. Suret-i haktan görünen, son derece başarılı ve kandırmacalı bir bölgesel PR (halkla ilişkiler) çalışması.
Mavi Marmara’da ölen 9 kişinin yakınları ve yaralanan onca insan, tüm bu olan bitenin neticesinde, bir özür ve bir miktar tazminat karşılığında, Türkiye ve İsrail’in Amerikan koordinasyonu altında Ortadoğu’yu yangın yerine çevirmesinde bir sakınca görmüyorsa biz de susarız.
Ama susmadan önce, bu barışmanın beraber savaşma amaçlı bir barışma olduğunu hatırlatırız.