17 Şubat 2019

Vincent ve Sibel: ‘Ötekiler’ hakkında iki film

Sinema, sanatçı biyografilerine dokunuşlar yapmayı seven bir sanat

Bu hafta “Ötekiler” hakkında yapılmış iki film vizyona girdi. Biri dünya sanat tarihine malolmuş Van Gogh biyografisi; diğeri bizden bir film, ele aldığı ayrıksı karakteri ile kadın üzerinden “işleyen” feodal dünya düzenine bir eleştiri olan “Sibel”… 

Modern zamanların terminolojisiyle ifade etmek gerekirse “kolektif bilinçaltı”, eski dönemlerde de toplumun önünde giden bilim adamı ve sanatçıların yakasını bırakmamıştır. Onlar geçmişte de, bugün de, özellikle “güzel ve yalnız coğrafyalarda” hep öksüz bırakılmış “ötekiler”dir.

Vincent Van Gogh, yaşadığı dönemde anlaşılamamış, yoksulluk ve depresyonlar yaşamış bir sanatçı. 2017 yılı yapımı ve Van Gogh’un sanat yaşamını anlatan yağlıboya animasyon “Loving Vincent”dan sonra, şimdi karşımızdaki “Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında” (At Eternity’s Gate), ressamın yaşadığı sorunları ve son yıllarını yansıtması açısından önemli bir seyirlik. Daha önemli yanı ise, sanat gibi yaratıcı bir eylemin öznesi olan sanatçının üretme nedenlerini ve  sancılarını başarıyla duyumsatması… 

Doğa’nın parçalarının ressamı

Renklerin ve özellikle de “Sarı’nın efendisi” Vincent Van Gogh, orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak doğan ve çağının ötesinde, zamansız dünyaya gelen, yaşadığı 19. yüzyılda bu durumun çilesini fazlasıyla yaşamış bir ressam. Meslektaşları yüzeysellik içinde hiyerarşi üretmeye çalışırken, onun yaptığı tarzda resimlerin o günün dünyasında müşterisi yokken, o sadece Paul Gauguin’le anlaşabilmiştir. Hollanda’nın sisi ve gri ışığından bunalıp, önce Paris’e, sonra 1888’de büyük şehrin kargaşasını sevmediği için güney Fransa’da Arles’e yerleşti. Burası ışığı ve doğasının renkleriyle onun için vaha gibidir. Zaman zaman yaşadığı krizler yüzünden akıl hastanesi Saint-Remmy’e kaldırılmış, kendisini huzursuz hissettiği bu dünyaya Gauguin’in katılmasıyla mutlu olmuştur. Gauguin onun resimlerini heykele benzetmekte ve hızlı çizmesini eleştirmektedir. Van Gogh “Ne kadar hızlı çizersem kendimi o kadar iyi hissediyorum” diyerek resmetme eylemini tanımlar. Gauguin Paris’e geri dönünce Van Gogh yıkılır ve onu engelleyeceği düşüncesiyle sol kulağını keserek Gauguin’e gönderir.  

Yaşamı boyunca 2000’den fazla sanat çalışması üreten, bunların 860 kadarı yağlıboya olan Van Gogh, son dönemini geçirdiği Auberge Ravoux in Auvers-sur-Oise’de silahla karnından vurulur ve 29 Temmuz 1890’da ölür. Armsterdam’da yapıtlarının büyük bir kısmını içeren ve adına ithaf edilmiş bir müze bulunmaktadır. 

Sinema, sanatçı biyografilerine dokunuşlar yapmayı seven bir sanat. Yönetmenliğini Julian Schnabel’in yaptığı “Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında” bu filmlerin ne ilk ne de son örneği olacak. Değişik karakterleri başarıyla canlandıran Willem Dafoe, Vangogh’a benzetilmiş fiziğiyle resim sanatının bu eşsiz dahisini, “ben resimlerimden ibaretim” diyen bu büyük sanatçıyı başarıyla canlandırmış. Dafoe’nin bu rolüyle 2019 Oscar ödüllerinde En İyi Erkek Oyuncu adaylarından olduğunu ekleyelim.

Julian Schnabel, biçimsel açıdan derdini nasıl anlatacağını iyi çözümlemiş. Van Gogh’un film için bir karakter olarak yaratılmasında, onun içsel dünyasının öne çıkarılmasında filmde renkler bir oyuncu gibi sarının öncülüğünde taşıyıcılık yapıyorlar.

Resim yaparken düşünmeyi bırakan, içindeki ve dışındaki her şeyin parçası olduğunu hisseden,  “Tanrı doğadır doğa da güzellik… Kendimi bir yolcu, bir sürgün gibi hissediyorum… Resim yapamasam katil olurdum” diyerek kendini açımlayan bu ayrıksı sanatçının iç dünyasını yansıtmada görüntü yönetmeni Benoît Delhomme’nin yarattığı görsel dünya, hem yaratma sürecinin ipuçlarını hem de deliliğin sınırlarındaki bu büyük dehanın ruhsal dünyasını dışa vurma açısından, gerek tercih edilen çekim ölçekleriyle, gerekse de yaratılan optik yanılsamalar aracılığıyla olağanüstü sonuçlar içeriyor. Filmin başarısında sanat yönetmenliğinin önemli payı olduğunu da ekleyelim.  

Kadının, olmayan adı: Sibel

“Kadının Adı Yok”, Duygu Asena’nın 1987’de basılmış çok satan bir romanıydı. Atıf Yılmaz aynı isimle, bu romanın film uyarlamasını 1988’de çekmişti. Aradan 30 yılı aşan bir süre geçse de ülkemizde özellikle taşrada halâ kadının adı yok! İki yönetmenli yeni vizyon filmi Sibel, bunu düşündürüyor.

Film kuş dili üzerinden lanse edilmiş, ıslık dili filmin ‘leit motive’i olmuş. 25 yaşındaki Sibel, Karadeniz’in ıslık diliyle konuşulan küçük bir köyünde, babası ve kız kardeşiyle yaşamaktadır. Çocukluğunda geçirdiği hastalık sebebiyle konuşamayan, çevresiyle ıslık diliyle anlaşan Sibel’in hayatı tarla, orman ve ev arasında geçer. Babası ataerkil geleneklerine karşın, Sibel’e geçirdiği hastalık nedeniyle daha toleranslı davranmaktadır. Kız kardeşi Fatma, ondan utanmakta ve babasının toleransından ablasına kızgınlık duymaktadır. Köyde kendini yalnız ve dışlanmış hisseden genç kadın, yörede efsane olmuş bir kurdun peşindeyken, bir gün ormanda saklanan ve Sibel’e asker kaçağı olduğunu söyleyen Ali adında bir yabancıyla karşılaşır. Sibel, Ali’yle iletişim kurmaya başlayınca, içindeki gizli gücü fark etmeye başlar…

Guillaume Giovanetti ve Çağla Zencirci’nin yönettiği iki yönetmenli bir film olan Sibel, Karadeniz’in doğal güzelliğini fon seçen bir film. Yönetmenler kurdukları minimal bir dünyada, özellikle kadının tutsaklığı ve ülkemiz feodal erkek zihniyetinin bu durumdaki rolüne ilişkin etkili eleştirel bakışlar oluşturuyor.

Film mekân kullanımı ve etkili görüntü yönetmenliğiyle kendine özgü bir evren yaratıyor. Damla Sönmez’in başarıyla canlandırdığı ve filmin taşıyıcılığını üstlenen Sibel karakteri öne çıkıyor. Ancak Sibel, yeterince irdelenmeden ele alınmış bir karakter izlenimi de veriyor. Vahşi tabiatını yoğuran süreçler yeterince yansıtılmadığı için, doğa dışında bir dostu yokmuş gibi görünen güzel ve genç kadındaki dönüşümün nedenleri, tutarlı bir şekilde ortaya çıkmıyor.

Bu süreçte bir turnusol kâğıdı gibi işlev gören Narin (Meral Çetinkaya) ise, zorlama bir karakter gibi dursa da Sibel’in kaderi hakkında ipuçları içeriyor. Bu derinlik eksikliği içeren karakter yaratma süreci, Damla Sönmez tarafından karakterin üzerine çıkan bir oyunculuk başarısına dönüştürülse de, filmin kolaycılık içeren final sahnesinde zaaf yaratıyor. 

Sibel vizyona girmeden önce katıldığı film festivallerinde ses getirmiş, pek çok festivalde aday olup en iyi film seçilmiş ve baş rol oyuncusu Damla Sönmez, 2018’de Adana Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanmıştı. Sibel, kimi eksiklerine karşın Ali karakterini oynayan Erkan Kolçak Köstendil’in performansıyla da oyunculuk açısından öne çıkan bir yapım olarak dikkati çekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Burası cennet olmalı

Filistin’in anayurdu ile gittiği yerler arasında beklenmedik benzerlikler olduğunu gözlemleyen ana karakter, bumerang gibi ülkesine geri dönerken nerenin gurbet, nerenin ise memleket olduğu sorusunu da tartışmaya açıyor

Uzaylı "Kirpi Sonic"

Film, dinamik sinematografik anlatımı ve masalsı karakterleriyle öncelikle küçük seyircilerin ilgisine mazhar olabilecek keyifli bir seyirlik

92. Oscar Ödülleri'nde geri sayım başladı

Oscar töreninde kimlerin şansı olduğu hakkında görüşlerimizi paylaşmadan önce, adayları ve kategorilerini okuyucularımıza anımsatalım