12 Haziran 2022

Gece Gelen Telgraf'tan çıkan hakaret

'TCK 299' pusuya yatmış belalı bir eski sevgili gibi. Instagram'da stalklar, Twitter'da günü gününe kime ne yazmışsın diye bakar, Facebook'ta kimleri 'layk'lamışsın birer birer inceler ve her belalı âşık gibi hiç ummadığınız bir yerinizden sonunda yakalar

1933 yılında eski bir milletvekili / iş adamının, bir şaire açtığı 'hakaret davası' Türk basınında büyük bir ilgiyle izlenmiş. Bugünlerde gündemin rutini haline gelen 'Cumhurbaşkanı'na hakaret' gibi suçlamalar o günlerde pek yokmuş anlaşılan.

Günümüzde açılan 'Cumhurbaşkanı'na hakaret' soruşturmaları ve davalarının sayılarına bakacak olursak, hiperaktif bir grafiğe sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Üstelik hiperaktif çocukları 'anne terliğiyle' durdurabiliyorken, ivmesi giderek daha da fazla yukarıya yükselen bu grafik ne sözden ne de kötekten anlayacak gibi duruyor. 

Desen: Selçuk Demirel (solda), Tan Oral (sağda)

Gain Medya'nın hazırladığı "Türkiye'yi Sarsan Davalar" belgeselinin bu bölümünde anlatılana göre; 1933'te vuku bulan davanın kahramanları, dönemin ünlü milyonerlerinden Süreyya Paşa ve şair Nâzım Hikmet'tir. Süreyya Paşa'nın sahibi olduğu Kadıköy Süreyya Sineması'nın ilk müdürü de Nâzım Hikmet'in babası Hikmet Bey'dir.

Hikmet Bey, 1932'de bir köpek tarafından ısırılır ve gidip kuduz aşısı yaptırır. Ama birkaç gün önce başka bir yaralanma sebebiyle tetanoz aşısı da yaptırdığı için, iki aşının uyuşmaması nedeniyle hastalanır ve kısa süre içinde durumu ağırlaşarak hayatını kaybeder.

Hikmet Bey'in ağır hasta olduğu dönemde Süreyya Sineması'nın sahibi olan Süreyya Paşa; Hikmet Bey'in evine gider ve sinemanın küçük bir alacağı / hesabıyla ilgili duruma uygunsuz bir konuşma yapar. Bu sahneye tanık olan ve çok öfkelenen Nâzım Hikmet, babasının ölümünden sonra bir şiir yazar. Bu şiiri de 'Gece Gelen Telgraf' isimli kitabında yayımlar.

Ancak bu kitap 1933 yılında toplatılmış ve şair hakkında 'halkı rejim aleyhine kışkırtmak' iddiasıyla dava açılmış. Kitap toplatıldıktan sonra bir de Süreyya Paşa kitap yüzünden Nâzım Hikmet'e dava açmış.

Süreyya Paşa kitapta kendisine ve babasına hakaret edildiğini öne sürer. Nâzım Hikmet'in hem hapis cezası almasını hem de kendisine 20 bin lira tazminat ödemesini ister. Dava konusu olan şiirin adı, 'Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye'dir.

Nâzım Hikmet kitapta kendi babasıyla, adını vermeden 'bir zat-ı muhterem' diye işaret ettiği Süreyya Paşa'nın babasını (Sultan Abdülhamid döneminde, günümüzdeki Genelkurmay Başkanlığı'na denk gelen Seraskerlik makamında olan Rıza Paşa) karşılaştırmıştır. Adını anmadan Rıza Paşa'nın hırsız olduğunu, Yemen çöllerinde ölen askerlerin ekmeğinden, suyundan çalıp hanlar hamamlar yaptırdığını yazmıştır.

Nâzım Hikmet, mahkemedeki ilk ifadesinde; şiirinde Süreyya Paşa'nın babasını kastetmediğini, saltanat döneminin fenalıklarını anlattığını söyler ama savunması pek inandırıcı kabul edilmez.

İkinci duruşmada Nâzım Hikmet'in avukatı; “Şiirde anlatılanlar doğru ise, şair söz konusu kişilere az bile sövmüştür” diye başlayan ilginç bir savunma yapar.

Avukat Bey, mahkemeye diss atmış* desek yeridir. Avukata göre zaten yayın yoluyla hakaret suçu gerçekleşmemiştir, çünkü kitap toplatılmıştır. Kimseye ulaşmayan bir kitapta yazılanlar da hakaret davasına konu edilemez.

Bir sonraki duruşmada kitabın dağıtım bilgileri gelir. Buna göre 'Gece Gelen Telgraf' 3 bin adet basılmış; bunlardan bin tanesi satılmıştır, 2 bini ise toplatılmıştır. Mahkeme bu bilgiler ışığında bin kişiye ulaşan bir kitapla hakaret suçunun işlenebileceğine kanaat getirir ve Nâzım Hikmet'e bir yıl hapis ve 500 lira tazminat cezası verir.

Paşa'dan Cumhurbaşkanı'na giden yol

O günden bugüne memleketteki hakaret davalarının, özellikle de 'Cumhurbaşkanı'na hakaret' grafiğinin son dönemde (20 yıl) ne kadar da hiperaktif olduğunu söylemiştim…

Adalet Bakanlığı'nın, adli birimlere ait verilerine dayanarak hazırlanan 2020 yılı Adalet İstatistikleri raporunda (2021 raporu henüz çıkmadı) 'Cumhurbaşkanına hakaret' suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 299'uncu maddesi ile ilgili veriler de yer alıyor.

Bu rapora göre; bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası öngörülen maddeyle ilgili olarak bir yılda Cumhurbaşkanına hakaret suçundan açılan 31 bin 297 soruşturma, savcılıklarda karara bağlanmış. Bu soruşturmaların 9 bin 166'sında kovuşturmaya yer olmadığına, 7 bin 790'ında kamu davası açılmasına hükmedilmiş; diğer soruşturmalarda ise yetkisizlik, görevsizlik, birleştirme ve başka büroya aktarma kararları verilmiş. 

Yani 'TCK 299' pusuya yatmış belalı bir eski sevgili gibi. Instagram'da stalklar, Twitter'da günü gününe kime ne yazmışsın diye bakar, Facebook'ta kimleri 'layk'lamışsın birer birer inceler ve her belalı âşık gibi hiç ummadığınız bir yerinizden sonunda yakalar.

Son sözleri Nâzım Hikmet'in 1933 yılındaki davaya konu olan şiirine bırakıyorum. Ancak şiirin 'çingeneler'in geçtiği dizelerinde Nâzım'ın, Paşa'ya olan öfkesini dile getirirken kaş yapayım derken göz çıkardığını da göreceksiniz.

Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye

Bir varmış
bir yokmuş.

Develer tellallık edip satarken develeri,
bir benim babam varmış,
bir de bir zatımuhteremin pederi.

Benim babam,
dazlak kafalı ufak tefek bir adam.

O bir zatımuhteremin pederi
İkinci Sultan Hamidin
meşhur hırsız seraskeri.

Benim babam,
dolu koymuş
boş çıkmış,
bütün ömrünce çevirmiş simsiyah defterleri.

O, bir zatımuhteremin pederi -
Yemen çölünde açlıktan ölenlerin
suyundan, ekmeğinden çalarak,
kumun üstüne akan kandan
yüzde yüz komisyon alarak
han, hamam, apartıman yapmış...

Ey zatımuhterem!

Şaire, "Kısa kes, diyelim, sözlerini!"

Ölmüş sizin serasker
peder.

Benim de babam öldü.

Ve dünyaya yummadan evvel
ışıklı çocuk gözlerini
siz onun yanındaydınız.

Son beş papelin hesabını vermeden ölmesin, diye
kalbinin atışını saydınız.

Tutmuyordu babamın öpülesi elleri.

O eller…

Babamın gözleri artık
simsiyah defterleri göremiyordu...

Fakat yine siz haklısınız:
o gündü hesap günü.

Taktınız tenezzülen kendi elinizle siz
bir ölünün burnuna gözlüğünü,
beş papelin hesabını istediniz.

İşte o hesabı şimdi ben veriyorum.

Size bir tokat
borcum vardı.

Dikkat!

Kolumu geriyorum.

İkimiz karşı karşıyayız.

Sizin peder ölmüş.

Öldü benim babam.

Karşı karşıya kaldık iki meşhur adam.

Benim şöhretim nerden gelir,
ben neyimle meşhurum -
-MALUM!.

Size gelince:
sizi meşhur eden şey:
hırsız bir babanın kanlı altınlarını çalan
hırsız bir oğlun parasıdır.

Sizin şöhretiniz:
lanetle dolu bir yükün
çuval darasıdır.

Şöhretiniz:
kıvrak çengiler, büyük kemancılar veren
çingene çadırlarının yüz karasıdır.

İnanmazsanız eğer,
karıştırsın alim efendiler
kalın yapraklı kitaplar gibi seneleri:
anlarsınız ki, Edirne boyu
çingeneleri, görmemiştir soyunuz gibi bir soyu...

Bir varmış
bir yokmuş.

Develer tellallık edip satarken develeri,
bir benim babam varmış,
bir de bir zatımuhteremin pederi.

Ey zatımuhterem!
Ölmüş sizin serasker
peder.

Öldü benim babam.
Karşı karşıya kaldık
iki meşhur adam...

N. Hikmet - 1933



Diss atmak: Rap argosunda kullanılır. Karşı tarafı sözcüklerin gücüyle yenmektir. 

Yazarın Diğer Yazıları

Adnan Oktar mağduru baba Elvan Koçak’ın ‘Katarsis’i üzerinden sorular...

Bir çocuğun cinsel istismara uğramasını pornografik bir soruya dönüştürmekle hangi ‘Katarsis’ sağlanıyor? 

Deprem çocuğunun 'şah ve mat'ı: Hena, enkaz altında kalan satranç kupasına nasıl kavuştu?

"Enkaz altında kaldığına üzüldüğün, manevi değeri en fazla olan şey senin için neydi?”

‘Türkiyeli kadınlarda porno’, ‘Müstehcen’ belgeseli gibi yapımların yaratıcısı olan ve artık porno yönetmeni olarak anılmak istemeyen Mihriban Tandoğan anlatıyor

'Müstehcen' belgeselinin yönetmeni Mihriban Tandoğan'ın kapısını çaldım; belgeseli, son görüşmemizden bu yana neler yaşadıklarını, OnlyFans'te neler olduğunu ve sansürü konuştuk.