11 Aralık 2011

Yeni anayasa 'olmazı oldurmak' çabası mı?

... Yine Cemil Çiçek’in açıklamalarından binlerce sivil toplum örgütüne...


Gazetelerdeki haber şöyleydi: “TBMM Başkanı Cemil Çiçek, amaçlarının yeni bir anayasa yazmak değil, yapmak olduğunu söyledi. … (1961 ve 1982 anayasalarının) demokratik ülkelerde olduğu gibi halka danışılarak değil, askeri müdahaleler sonucunda, bu müdahaleyi yapanların oluşturduğu komisyonlarca oluşturulduğunu kaydetti. … Cemil Çiçek şöyle devam etti, yeni anayasa yapacaksak bu işin içinde halkın her kesiminin ve onun örgütlerinin mutlak surette bulunması gerekmektedir. Halka gidip sormak lazım. Küçümsemeden, saygı duyarak, çok önemli şeyleri bizden isteyeceğini hesaba katarak bunun sorulması lazım…”

Yine Cemil Çiçek’in açıklamalarından binlerce sivil toplum örgütüne doğrudan davet mektuplarıyla görüş ve önerilerinin istendiğini biliyoruz. TBMM’de Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu, komisyon kendi çalışma esaslarını belirledi ve kamuoyuna ilan etti. Paralel olarak da internette  http://yenianayasa.tbmm.gov.tr/  sitesi açıldı ve http://yenianayasa.tbmm.gov.tr/gorusgonder.aspx adresine girerek de bireysel önerilerinizi yazabiliyorsunuz.
Partilerin niyetleri, komisyonun handikapları, siyasetin bizdeki yapılış tarzı ve benzeri birçok konudaki eleştiri ve zorlukları esas alarak birçok şey söyleyebilir, yeni anayasa için umutsuzluk üretebiliriz. Üstelik umutsuzluğu besleyecek çok doğru eleştiri ve analizler yapabilir, umutsuzluğumuza çok doğru siyasi gerekçeler de üretebiliriz. Yine de yukarıda alıntıladığım Cemil Çiçek’in ve uzlaşma komisyonunun şimdiye kadarki açıklamalarını ve görüş toplama gayretlerini çok değerli bulduğumu söylemeliyim. Gerek Cemil Çiçek’in gerek partilerin tümünün ideolojileri ve halka bakışlarının ne denli sorunlu olduğunun yüzlerce örneğini yaşamış, görmüş ve biliyor olsak da, yukarıdaki dile gelmiş olmaları biraz da hayatın ve toplumun bugün onlara dayattıklarına ayak uydurmaya çabaladıklarını gösteriyor. 
Fakat bugün ben yurttaş-aydın-sivil toplum gönüllüsü olarak biraz da kendimize bakmamız gerektiğini düşünüyorum.

Halka, seçmene, üyeye güvenmemek

Henüz yaygın olarak sivil toplum örgütlerinin üyelerine yukarıdaki TBMM sitesini ve görüş bildirmeleri gerektiğini kampanyaya dönüştürmediklerini gözlüyoruz. Adeta üyelerin görüşleri önemli değil, her örgütün yönetim kurulları, üyeleri adına görüşünü yazacak, söyleyecek. Bu tavrın sürekli eleştirdiğimiz partilerin demokratik olmayan iç işleyişlerinden ve otoriter karakterlerinden ne farkı var ben anlamış değilim.
Medyada da henüz bu yönde bir sahipleniş görülmüyor. Adeta elbirliğiyle vatandaşların kendi bireysel görüş ve taleplerinin TBMM’ye iletilmesi önemsenmiyor. 
Ama o sade vatandaşlar adına parti ve sivil toplum örgütleri yönetimleri düşünüyor, yazıyor. Sözün özü ne partiler ne de sivil toplum örgütleri üyeyi seçimlerindeki oyları hariç önemsiyor. 
İkinci zihni sorun, aslında kimsenin yeni anayasa konusunda umutlu olmamasında yatıyor. Ak Parti karşıtlığı ve yandaşlığı üzerine pozisyon alış o denli zihinlere, davranışlara işledi ki, adeta hemen herkes yeni anayasayı dikkate alarak değil, büyük muharebe öncesi o muharebeye göre konumlanmaya çalışıyor.         
Halbuki bu tutum alışta haklı bile olsak, yeni anayasa tüm eksiklikleriyle bizim de içine uyanacağımız yeni hayatın kuralları olacak. Bu yeni kurallara müdahale isteksizliği yeni anayasanın öngörülebilir eksikliklerini azaltmaya değil, aksine çoğaltmaya yarayacak. 
Üçüncü zihni sorun, neredeyse yirmi yıldır yeni anayasa hazırlığı yapmış, birikimi yaratmış sivil toplum, hala şehvetli demokrasi nutuklarıyla meşgul ama taleplerini somutlamak konusunda hala çok ama çok çalışmaya muhtaç. 
Bu noktada daha da dikkate değer mesele, hemen herkes yeni hayatı kendisinin özgürlük alanı üzerinden düşünüyor. Farklılıklarımızın olduğunu anladık son yirmi yılda ama o farklılıklarımızla bir arada ve iç içe yaşamanın gerektiği bilincini ve kurallarını oluşturamadık.
Siyasi partiler kadar sivil toplum örgütleri ve öncüleri hala ve yalnızca kendisinin haklı olduğu, karşısındakilerin veya ötekilerin de haklı olabileceğini kabul etmekten uzak görünüyor.  

Ötekiler de bizim kadar haklı olabilir

Dolayısıyla var olan bugünkü hayatın ve farklılıkların meşrulaştırılması öne alınıyor. Aslında ihtiyacımız olan farklılıklarımızla birlikte ve iç içe bir hayatın kurallarını geliştirmeye çalışarak, birbirimizi etkileme süreç ve dinamiklerinin önünü açmak olmalı. Bu nedenle de esas olan bugün değil, yarın ki hayat için ne düşündüğümüz, ne önerdiğimiz. Ama şunu unutmadan: o yeni kurallar bizi de dönüşmeye, değişmeye zorlayacak. Ve galiba sorun tam da burada… Hiç birimiz değişmeye, dönüşmeye hazır değiliz ve hatta istemiyoruz da!
Dördüncü zihni sorun ise hala kendi gücümüzün farkında olmayışımızda yatıyor. Yazının başında alıntıladığım Cemil Çiçek’in sözlerini bir de yedi sene önce Ermeni Konferansı öncesi TBMM kürsüsünden söyledikleriyle kıyaslayın. Cemil Çiçek de, Ak Parti de ve diğer partiler de kendi ideolojik bakışlarının, gerçek karakter ve niyetlerinin ötesinde bir şey söylüyorlar. Niye? Çünkü toplumdaki değişim talebinin, gündelik hayattaki değişim yoğunluğunun ve bu değişim dalgasının getirdiği değişimin hukuku ihtiyacının gücünü hissediyorlar her gün. Bu dalganın karşısında olabilmeyi göze alamadıkları için ayak uydurmaya, mümkünse de o dalgayı kendilerince yönlendirmeye ve yönetmeye çalışıyorlar. 
Bu dalgayı yaratan aktörlerin, unsurların arasında olanlar ise kendileri hala bu dalgadan habersiz.

 

 

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"