08 Temmuz 2010

Yarayı iyileştirmek yerine kol kesmek

Her meselemizi konuşurken genellikle bilgilerden değil kendi sanılarımızdan, varsayımlarımızdan...

Her meselemizi konuşurken genellikle bilgilerden değil kendi sanılarımızdan, varsayımlarımızdan hareket ediyoruz. Son birkaç gündür Kürt meselesi etrafındaki tartışmalara bakınca bazı somut bulgularımızı hatırlatmak gereği hissediyorum.
Birinci değinmek istediğim “Kürtler ne istiyor” sorusu. Kürtlerin veya toplumun herhangi bir kesiminin ne istediğini bilmenin yolu sezgiler, varsayımlar olamaz. Bilim, bilgi, analiz gibi kavramları siyasetten çıkarınca böyle anlamsız sorularla baş başa kalırsınız. Siyaset, farklı taleplerin örgütlenmesi, dillenmesi, diğer farklı taleplerle müzakereye girme ve uzlaşma arama zemini. Bu nedenle de Kürtler ne istiyor sorusunun cevabı, Kürtlerin hangi siyasi hareketlerde var oldukları, hangi siyasi örgütlenmelerin arkasında durduklarından daha net, başka bir gösterge yok kuşkusuz. Bunu görmenin, anlamanın yolu da en somut rakamlar olarak seçim sonuçları.
Aşağıdaki tabloda 2007 Genel seçimlerinde ve 2009 Yerel seçimlerindeki üç bölgenin seçim sonuçları görülüyor. Tabloda gösteriyor ki, Kürt yurttaşlarımızın ağırlıklı oldukları üç bölgede oyların üçte ikisini Ak Parti ve Bağımsızlar/DTP almış. Bu bile gösteriyor ki, bu iki parti birbirini muhatap almadan, ikisi bir müzakere ve uzlaşma zemini ve yolu bulmadan siyaset zemininde çözüm görünmüyor.

İkinci değinmek istediğim Kürt yurttaşların sayısı, ülkeye dağılımları. Aşağıdaki tabloda Kürt yurttaşların her bir bölge içindeki oranları ve toplam Kürtlerin bölgelere dağılımları görülüyor. Bu rakamlar KONDA bulgularıdır, “2006 Biz Kimiz?” araştırmasıyla ilk kez tespit edilmiş ve sonuncusu bir hafta önce yapılan elliden fazla araştırmanın bulgularıyla da teyit edilmiş rakamlardır.
Aşağıdaki tabloya göre tüm Kürt yurttaşların yüzde 17,5’i İstanbul’da yaşarken, İstanbul nüfusunun yüzde 14,8’i Kürt yurttaşlardan oluşmaktadır. Kürt yurttaşların ağırlıklı oldukları üç bölgede, toplam Kürtlerin yüzde 66’sı yaşarken, yüzde 34’ü ülkenin diğer bölgelerindedir. Toplam ülke nüfusunun yüzde 15,7’si Kürt yurttaşlardır. Bu rakamlara şunu da ekleyelim, birbiriyle evlenmeler yoluyla 3 milyon Türk ve 3 milyon Kürt de akrabadır.

Bu rakamları ve bilgileri hatırlatmayı şunun için gerekli görüyorum. Bu rakamlar, “bölünme dâhil konuşalım” denilen şeyin nasıl bir geçersiz laf ve hatta fiilen gerçekleştirilemez bir şey olduğunun altını çizmektedir. O dediğiniz olsa bile hala geride, kabaca 4 milyon civarında Kürt yurttaşlarınız, onların anadillerinde eğitim alma talepleri, kültürel kimliklerini kabul etmek gibi meselelerimiz baki kalacaktır.
Bu nedenle bölünmeyi konuşalım demek “parmağımı kestim, yara bandı nerede” diye sormak yerine  “parmağımla birlikte kolumu kessem mi” demek kadar anlamsız bir öneridir. Kendi yurttaşlarımızın “derdim var” çığlığını ciddiye almaktan başka yolumuz yoktur. Her baş edemediğimiz sorunda boşanmayı konuşmak, kendi başına ilişkimizi ve evliliğimizi problemli hala getirmektir.
Kaldı ki, yurttaşlarımızın bir kısmı şikâyetim var demektedir. Sizce haklı veya haksız olması, şikâyet dilinin veya yönteminin sizce yanlış olmasının bir önemi yoktur. Birileri derdim var diyor, nokta. Size düşen rahatsızlığı çözmektir.
Rahatsızlıkları nedir, istekleri nedir meselesi ise yukarıda da değindiğim gibi siyasi aktörlerin işidir. Bizdeki tıkanıklık, soruna yaklaşanların çözüm iddialarından çok, bu mesele etrafında oluşmuş var olan düzeni sürdürebilme ve bu çarpık düzenin rantının dağılımından pay alma iddialarının ağır basmasıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"