29 Nisan 2010

Türkler yabancı düşmanı mı?

Son yıllarda Türklerin yabancı düşmanlığı üzerine sıkça böylesi haber ya da anketler yayınlanıyor.

Başlık “BBC Araştırması: ABD'ye En Olumsuz Bakan Ülke Türkiye” şeklindeydi ve haber devam ediyordu: ABD'ye dünyada en olumsuz bakan ülkenin Türkiye olduğu belirlendi.BBC dünya servisinin 28 ülkede yaptırdığı uluslararası ankete göre, Obama faktörüne rağmen Türkiye'de ABD hakkında olumsuz düşünenlerin oranının yüzde 70'e ulaşıyor. … Anket, Türkiye'de halkın hiçbir ülke konusunda çok olumlu görüşleri olmadığını da gösterdi. Nitekim Türkiye'de hiç bir ülke için "dünyada etkisi olumlu" görüşü yüzde 50'yi bulmadı.”
Son yıllarda Türklerin yabancı düşmanlığı üzerine sıkça böylesi haber ya da anketler yayınlanıyor.
Ben de her seferinde soruyorum kendime, neden diye! Neden bir toplumda bu tür düşmanlıklar vardır ve sürer?
Önce bizim araştırmalarımızdan bazı bulguları okurla paylaşayım. Konusu yabancıya veya ötekine bakış olan doğrudan bir araştırmamız yok maalesef. Fakat farklı araştırmalar içinde bu konu ile bağlantılı bazı sorular ve bulgularımız var. O nedenle bulgular birkaç farklı araştırmadaki benzer soruların bulguları.
Ülkenin en önemli sorunu olan Kürt meselesine bakış düşünmeye başlangıç için önemli bir bulgu içeriyor. Her on kişiden sekizi Kürt sorununu yabancı devletlerin kışkırtması olarak görüyor.  Bu oran kendini Kürt olarak tanımlayan yurttaşlar arasında yarıya düşüyor. (Bir başka bilgi 3 yıl önce bu oran onda yedi iken şimdi onda sekize yükseldi.)
Ülkenin son otuz yılına damgasını vurmuş bir iç mesele hakkında doğru veya yanlış böyle bir kanaat varsa doğal olarak o toplumun diğer ülkelere genel bakışı bu meseleden etkilenir. Fakat bizde meselenin yalnızca güncele bağlı olmayan tarihsel ve sosyolojik nedenleri de var.
Bizim araştırmalarımız gösteriyor ki, Türkler için öncelik sıralamasında birinci aile, ikinci ülke, üçüncü kendisi geliyor. Ahmet İnsel’in de sık sık belirttiği gibi bu durum son derece şovenist bir zihniyet ikliminin sıralaması. Bireylerin önceliklerini bu şekilde sıralamalarının müsebbibi ise eğitim sistemimiz.
Bir dönem yöneticiliğini de yapmaktan gurur duyduğum Tarih Vakfı’nın “Ders Kitaplarında İnsan Hakları” projesi kapsamında tüm ilk, orta ve lise ders kitaplarının insan hakları ilkelerine göre taranması sonucunda ortaya çıkan temel bulgu, eğitim sisteminin ve müfredatın şovenizmi doktriner bir temel olarak benimsediğini göstermişti. Bu tercihi meşru veya anlaşılabilir kılacak döneme dair birçok karine bulunsa bile dünya ve hayat değişiyor ama bizim eğitim sistemimizin temel tercihi hala değişmiyor. Belki de medyanın da desteğiyle bu yaklaşım daha da pekişiyor, pekiştiriliyor. Bu eğitim sisteminden çıkan ortalama algı ve zihniyet yapısındaki birey de ülkenin dört bir yanının düşmanlarla çevrili olduğuna, bütün dünyanın Türkiye’nin düşmanı olduğuna, Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığına içtenlikle inanıyor.
Bu algı ve zihniyet dünyasının ortalama kanaatleri de bu tür araştırmalarda ortaya çıkıyor doğal olarak: Toplumun onda dördü yabancı sermayeye karşı, onda altısı yabancıların ülkemizde mal, mülk almasına karşı, onda yedisi yabancıların gayrimenkul alabilmesine karşı, onda altısı şirketlere yabancı ortaklara da karşı.
Ama tüm bunların yanı sıra Avrupa Birliği’ne üyeliğe toplumun yalnızca dörtte biri kesinlikle karşı tutum alıyor. Diğer dörtte üç, günün siyasi gelişmelerine ve özellikle AB ile ilişkilere bağlı olarak ikiye ayrılıyor: kesinlikle üye olmalıyız diyenler ve olsak da olmasak da olur diyenler. Kesinlikle üye olmalıyız diyenler hiçbir zamandan yarıdan aşağıya düşmüyor. Diğer ülkeler ile AB’ye bakış arasındaki bu fark dikkat çekici. Çünkü bu ülke insanı AB’ye bir farklı ülke, öteki olarak değil değişim talebinin hukuki ve kurumsal ifadesi olarak görüyor. Bu bakış ve anlam farkı da oldukça önemli bana göre. Sonuçlardan mutluluk duyanların ve kategorik olarak AB karşıtlarının dikkatine sunulur...

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"