18 Haziran 2012

Türkiye’de 6 milyon çocuğun anadili Kürtçe!

Bence asıl mesele siyasi dilde kullanılan “Kürtçe eğitimi” meselesinden daha derin ve kapsamlı olarak “çift dilli eğitim” meselesidir...

Açıklanan doğruysa Kürtçe seçmeli ders olarak önümüzdeki eğitim yılında başlatılacakmış.

Şimdiye kadarki deneyimimiz bu tür değişikliklerin niyet edilmesi ile dillendirilmesi arasında, dillendirilmesiyle uygulamaya geçilmesi arasında oldukça uzun aralıkların olduğu.

Örneğin anayasa sürecine katılımın önündeki engellerin kaldırılması yani yol temizliği üzerine olduğu söylenen ve üçüncü demokratikleşme paketi olarak adlandırılan paket hazırlığı geçen sonbaharda açıklandığı halde hala hayata geçmiş değil.  Bu arada anayasa sürecine katılım aşaması da bitti. Üstelik paketin içeriğinin de ne kadar demokratikleşme sayılabileceği hala tartışılır!

Yine de Kürtçe eğitiminin 90 yıllık eğitim sisteminde ve asıl bu sistemin ardındaki felsefe ve zihniyette çok önemli bir çatlak oluşması anlamına geldiğinin de altını çizmek gerek.

Hangi sınıfta başlayacağı, kaç saat olacağı, içeriğinin ne olacağı tartışmaları ve buralardaki yetersizlikler nedeniyle itirazlar da anlaşılabilir, haklı ve meşru itirazlar. Fakat bu ilk çatlağın önemini de görmek gerekiyor. Oluşan çatlağın genişletilmesi, o çatlağın kocaman bir yarığa dönüşmesi fırsatı siyasetin ve özellikle Kürt siyasetinin önünde. O nedenle itirazlar kadar neyin, nasıl yapılacağına da kafa yormak, katkı ve müdahale yolları üretmek gerekiyor.

O nedenle, tam da bu sürecin içinde Kürtçe eğitiminin anlamını ve gereğini yeniden tartışmak gerekiyor.   

Bence asıl mesele siyasi dilde kullanılan “Kürtçe eğitimi” meselesinden daha derin ve kapsamlı olarak “çift dilli eğitim” meselesidir.

Çift dillilikten kastettiğim şey, bireyin iki farklı dilden kendini ve meramını anlatabilir olması, diğerleriyle iletişim kurabilmesidir. Yani her iki dilin de gramerini, kelimelerini biliyor olmak değil, bunları kullanabilir becerileri edinmiş olmasıdır. Bu becerilerini de hiçbir kısıtlama olmaksızın (resmi dil meselesi hariç) kullanabileceği yasal, toplumsal ve zihinsel iklimin var olması, bu iklimin devletçe korunuyor ve kollanıyor olmasıdır.

İkinci tanımım ya da benim anladığım şey olarak şunu söylemeliyim ki, dil ve eğitim meseleleri bugünkü Kürt meselesinin kaynağı değil, sonucudur. Yani karşımızdaki eğitim ve dil problemi, toplumda ve devlette var olan güç ilişkilerinin sonucu ve türevi olarak uzun süre yok sayılmış, ihmal edilmiş bir halkın bu yok sayılmanın sonucu olarak yaşamakta olduğu insan hakları ve kültürel sorunlardır. Bu nedenden yalnızca eğitim meselesinde bazı şeyleri yapmak kendi başına Kürt meselesinin çözümü değildir. Fakat aynı zamanda da ulaşılacak çözüm ve toplumsal barışın ihmal edilemeyecek bir boyutudur.

Bu tanımların gereği olarak da amaç, yalnızca Kürtçenin öğretilmesi değil, Kürtçede veya herkesin kendi anadilinde eğitimidir.

Anadilde eğitim derken aslında iki ayrı şeyi bir arada konuşuyoruz. Birincisi anadil eğitimi, yani kendi anadilinin, evinde konuştuğu dilin ve yaşadığı kültürünün yazılı kurallarının öğrenilmesi. İkincisi ise kendi anadilinden eğitim alması.

Anımsatmak isterim, yetişkin yedi milyon dolayında Kürt yurttaşın, 6 milyon dolayında 18 yaş altı Kürt çocuk ve gencin anadili Kürtçe. Bu rakamlar KONDA araştırmalarından.

KONDA / Biz Kimiz Araştırmaları, anadil bulgusu

2006

2010

Türkçe

84,5

84,0

Kürtçe

12,0

12,7

Zazaca

1,0

1,4

Arapça

1,4

1,2

Diğer

1,1

0,7

Toplam

100,0

100,0

 

 

Kürt çocuklar okula geliyor ve anadili dışında bir eğitim sistemiyle karşılaşıyor. Akranı, sıra arkadaşı alfabeyi, toplamayı, çıkarmayı öğrenmeye başlarken onun durumu çok zor. Zira hem anadilinden başka olan bir dili öğrenmek zorunda,  hem de toplamayı, çıkarmayı.

Tanımları böyle yapınca da bu amaca ulaşmak için daha gidilecek çok yol vardır. Ama yine de devletin ve devletçi zihniyetin kısacık ve yanlış kapsamda bile olsa eğitim müfredatındaki tekçiliğin artık sürdürülemez olduğunun görülmüş olması ve bu konuda yetersiz bile olsa bazı uygulama arayışları ciddiye alınmalıdır. 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"