10 Aralık 2009

Siyasi aktörler ve siyaset yolları değişti

Türkiye’de değişenin ne olduğunu analiz etmeye ve anlama çabasına devam edelim...

Türkiye’de değişenin ne olduğunu analiz etmeye ve anlama çabasına devam edelim. Değişen şeylerden bir tanesi siyaset yapma yolları. Doğal olarak siyaset yapma yollarına bağlı olarak siyasi aktörler de çeşitlendi ve değişti.
12 Eylül darbesinin tetiklemesi ve özellikle de hedeflediği depolitizasyon süreci sonrası siyasetin karakterinde ciddi değişiklikler oldu. Berlin duvarının yıkılmasından sonra tüm dünyada da geçerlilik kazanan yeni siyasi denge ya da dengesizlik, solun bir anda mihenksiz pusulasız kalması ve siyasi ağırlığını kaybetmesi siyasette büyük bir boşluk oluşturdu. Bu boşluk tüm dünyada da yeni bir siyasetsizlik iklimi üretti. Bu iklim ülkemizdeki iç dinamiklerden beslenen siyasetsizlikle birleşince, bildiğimiz dar anlamıyla partiler üzerinden gelişen ve üretilen siyaset güdükleşti.
Teknolojik değişikliklerden tetiklenen gündelik hayatın ritmi hızlandı. Yeni gündelik hayatın ritmi içinde bireyler ve bireylerin kendilerine biçtikleri kimlikler çeşitlenirken yalnızca bir kimlik üzerine oturan siyaset anlamını yitirdi. Yani bireyin kendini tanımlarken öne çıkarıp vurguladığı solcu, Kemalist, Milliyetçi, Kürt, ülkücü gibi kullandığı birinci kimlik sıfatı üzerinden siyaset, insanların kimlik çeşitliliğini kapsamaz hale geldi.
Bir başka problem üreten alan da var olan siyasi hareketler, dünyaya kafa tutmaya, soru sormaya kendini hazırlayan; son derece hareketli, duyarlılık noktaları değişmiş olan genç insanların karşısında; köklü ve değişmez, değiştirilemez imajı veren yapıları ile ayakta duruyorlardı (hala da öyle). Genç insanlar var olan siyasi yapılanmalar içinde kendilerini ifade etmek veya siyaset oluşturmaya katkıda bulunmak gibi fırsatların kendilerine tanınmadığı noktasına geldiler, giderek siyaseti kendileri dışında işe yaramaz bir yapı olarak görmeye başladılar. Partiler veya politik hareketler genç enerjiden faydalanamaz hale düştü ve giderek de güdükleşti.
Bunların sonucunda da siyaset güncelin dışında olan bir eylem biçimi gibi algılanmaya başlandı. Kendi günlük çıkarlarına cevap bulamayan insanlar siyasetten elini çekince, siyaset profesyonelleşti, meslekten siyasetçiler öne çıktı. Bu da insanları siyasetten daha da uzaklaştırdı.
Siyaset ve iktidar siyaset erbabı ve esnafı profesyonellerin eline geçince, insanlar da ortak sorunlarında çözüm üretme sorumluluğundan giderek uzaklaştılar. Çözümlerin ve tartışmaların dışına çıkan günlük yaşam sonucu profesyonel siyasetçiler günlük yaşamın denetiminden kurtuldular. Sonunda iktidar ve siyaset kendi profesyonelleri arası rant bölüşüm arenası haline dönüştü.
Sonuçta bugün ülkemizde siyaset üç düzlemde yapılır hale geldi: Sivil ve askeri bürokraside; profesyonel siyasetçiler ve particiler arasında;  sivil toplum kuruluşlarında, sivil inisiyatif ve girişimlerde.
2002 Yılından bu yana Ak Parti iktidarıyla beraber, uzun süreden sonra ilk kez bir partiyle gündelik hayatın içinde, sokaklarda, evlerde siyaset yapma çabası ortaya çıktı. O güne kadar siyasetin eksikliklerinden beslenen ve siyasetsizlik içinde kendince güç sahibi olanlar ile siyasi iktidar arasında gücün paylaşımı konusunda yeni bir çatışma ve gerilim doğdu. Bu tartışmalar son beş yıldır giderek tırmanarak bu kez de toplumun daha fazla politikleşmesini ve giderek de kutuplaşmayı doğurdu. Yani siyaseti normalleştirmemiz gerekirken bu kez de tam tersi yöne yeni bir savruluş ortaya çıktı.
Bugünün sorunlarını konuşurken ya da yeni Türkiye’yi anlamaya çalışırken, çoğu kimse tarafından hala gündelik hayattaki ağırlığı anlaşılamayan sivil toplum örgütlerini, girişimlerini, platformlarını dikkate almamak olanaksız. Bunun yanı sıra Anadolu sermayesi olarak adlandırılan yeni sermayedar grubunu, bunların bulundukları kentlerde ve bölgelerde ekonomi dışında özellikle siyasi hayatın içindeki rollerini ıskalayarak da yeni Türkiye’yi anlamak olanaksız. Tabi hala doğru yolunu üretemediğimiz, sanki bir sabah kapımız önünde bulduğumuzu sandığımız kimlik problematiğini, bunun siyasetteki yansımalarını dikkate almadan da yeni Türkiye’yi anlamak olanaksız.  Asıl önemlisi de yaşanmakta olan kutuplaşma içinde pozisyon alarak konuşarak ve düşünerek yeni Türkiye’yi anlamak tümden olanaksız ve de anlamsız.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"