Türkiye’nin yaşamış olduğu kutuplaşma özellikle iktidarın tetiklemesi ve manipülasyonuyla sivil topluma sıçradı. 2011 seçimleri sonrası anayasa önerileri istenen sivil toplum, Gezi sonrası iktidarın ötekileştirme ve şeytanlaştırma söyleminin hedefi oldu. İktidar sivil toplumu yeniden biçimlemeyi seçti. Hemen her alanda var olan sivil toplum aktörlerinin karşısında iktidar yandaşı simetrik örgütler oluşturulmaya başlandı. Devletin maddi desteği, bürokrasinin katkısı ile yepyeni örgütlenmeler çıktı.
15 Temmuz darbe kalkışması ardından o güne kadar cemaat örgütlerine açılan alan ve devlet desteği hızla yandaşların oluşturduğu yenilerine devredildi. Son günlerde ortaya saçılan belgelerden anladığımız sivil toplum görünümlü bazı partizan örgütlenmeler ekonomik yağmanın araçları haline dönüşmüşler. Bazıları olası iç gerilimlerin sokak çeteleri rolünü üstlenmiş. Ekonomik yağma ve siyasi çıkar için sivil toplumculuk araç haline gelmiş. Siyasi iktidar etrafında oluşan alternatif örgütlenmelerin bazıları da siyasi gerilimin ve kutuplaşmanın silahşorları, algı operasyonlarının gönüllü trolleri olmuş.
Neredeyse hiçbir bürokratik ve siyasi karar sürecine sivil toplum aktörleri eğer muhalif etiketi taşıyorlarsa dahil edilmiyorlar artık. O kadar ki orman yangınları sırasında bile sivil gönüllü söndürme çabaları, yardımlaşma ağları, alan dışına çıkarılmaktan kurtulamadı.
İktidarın siyasi alanı daraltma politikasının bir sonucu olarak sivil toplumun hareket alanı, özellikle de muhalefet etme ve protesto hakkı daraldı. Çoğu zaman kadın örgütlerinin kadın cinayetlerini protestoları bile son derece hoyratça şiddetle durdurulmaya çalışılıyor.
İktidarın siyasi alanı daraltma, sıkıştırma politikaları bir yana,sivil toplum ülkedeki genel değişimin de etkisiyle bir süredir farklı dinamiklerin etkisi altındaydı.
Birinci dinamik toplumda örgütlenmeye ve sivil topluma dair algı ve ezberlerden kaynaklanan ruhi-zihni engeller. Bu toprakların ahalisi tarihte vakıf, ahilik ve imece gibi örgütlenme modelleri geliştirmiş. Yani dayanışma ve küçük alanlarda ortak iş yapma modelleri bu topraklar için yeni sayılmaz.
Fakat son yıllarda ‘sivil toplum’dan asıl kastedilen çok aktörlü-çok boyutlu gündelik hayatın içinde kararlara, siyasete ve hayata katılım. Buradan bakılınca, bu türden katılım ve hak temelli örgütlenmenin bu topraklarda son derece cılız olduğunu söyleyebiliriz.
Peki, dayanışma temelli örgütlenmeyi bir biçimde beceren toplum, hak temelli örgütlenmeden neden uzak duruyor?
Gelişmiş ülkelerin aksine Türkiye’de sivil toplum üyeliği değil, siyasi parti üyeliği yüksek. Araştırma bulguları toplumun sivil toplum katılımının düşük olduğunu gösteriyor. Toplumsal tepkiye ve bu tepkiyi ya da tepkisizliği belirleyen özelliklere dair güncel olaylardan bağımsız zihinsel ve duygusal dört soruna dikkat çekmek gerek.
Birincisi, toplumsal bellekteki hak arama mücadeleleri ve örgütlü muhalefet etmeye dair izler olumsuz. Tarih boyunca her hak talebi ve gayreti olumsuz sıfatlarla anılmış. Hatta ‘örgüt’ kelimesi bile bu topraklarda negatif bir tınıya sahip. Özellikle 12 Eylül sonrası ‘örgüt’ ve ‘örgüt üyesi’ kavramlarına yüklenen negatif anlamlar hala canlılığını koruyor.
İkincisi, bireysel hayatla toplumsal hayat ve ülke hayatı adeta ayrı ve paralel zaman dilimlerinde, ayrı zihin haritalarıyla yaşanıyor. Birey olmak konusundaki gayret yurttaş olmak konusunda tedirginliğe, temkinliliğe dönüşüyor. Dayanışma ve hayırseverlik için örgütlenme icatları ve niyetliliği yüksek iken ülke sorunlarına ve hak aramaya dair örgütlenme arzusu hem deneyim eksikliği hem de negatif toplumsal bellek yüzünden geriliyor.
Devlet de sivil toplumu teşvik etmeyi değil denetlemeyi esas alıyor
Üçüncüsü, sanayi toplumuyla yükselen ‘bireyselleşme’ toplumda güçlü değil. Bireyselleşememe hali, ‘kendini gerçekleştirme’, ‘toplumsal meşruiyet arama’ gibi bazı arzuları duygusal planda kontrol altında tutuyor veya zihinsel olarak sınırlıyor. Kendini gerçekleştirme arzusu aile kapsamına, toplumsal meşruiyet ihtiyacı ise ‘tanışlar evrenine’ sıkışıyor.
Dördüncüsü ise örgütlenme faaliyetlerine yönelik yasal engeller güçlü ve diri biçimde sürüyor. Siyasi alanı düzenleyen yasalar, siyasi partiler yasasından, dernekler, vakıflar yasalarına, toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasından polis vazife ve salahiyetleri yasasına her türlü yasa düzenlemeyi değil kısıtlamayı ve denetlemeyi esas alıyor.
Tüm bu nedenlerle toplum sivil katılım konusunda ikircikli davranıyor. Bir de bu unsurlara Gezi’den sonra yoğunlaşan iktidarın sivil toplum karşıtı politika ve söylemleri eklendi. Ne yazık ki sivil toplumun önemli bir kısmı ülkenin meseleleri ile siyasi aktörleri arasında sıkıştı. Bununla birlikte, aynı sivil toplum aktörleri sivil toplumculukla siyasi cengâverlik arasında salınıp duruyorlar.
İktidarın ve devletin merkeziyetçi ve güvenlik esaslı politika ve uygulamaları ikinci dinamiği oluşturuyor. Gerek bölgesel ve küresel dış politika tercihleri, gerek bunların iç politikaya yansımalarından beslenen güvenlikçi politikalar siyasi alanı iyiden iyiye daraltıyor ve sivil toplumun hareket alanını kısıtlıyor. Siyasi kutuplaşma ve bu daralma birbirini beslerken, sivil toplumun kapasitesini azaltıyor. Merkezi yönetim ile sivil toplum diyalog ve işbirliği kanallarında hükümetin tercihleriyle yaşanan daralma, sivil toplumun başarı biriktirme şansını yok ediyor. Dahası toplumun sivil toplumun ulusal politikalara bakışını olumsuz yönde değiştirerek, desteğini ve katılımını engelliyor. Başarı biriktirme şansı daraldıkça sivil toplum genç insanlar gözünde cazibesini kaybediyor.
Bütün bu nedenlerle sivil toplum bir süre bocalamış olsa bile şimdi bir başka filizlenme var. Bu alan daraltma sonuçta sivil toplum için yeni fırsat alanları açıyor. Ulusal ölçekte örgütlenen ve çalışma alanlarını böyle tanımlayan sivil toplum aktörlerinin yerelleşme eğiliminde oldukları gözleniyor. Bir başka deyişle yerel sivil toplum güçleniyor. Ulusal ölçekteki siyasi kutuplaşmanın ve kimliklere sıkışmanın ürettiği zihinsel ve ruhsal ambargolardan kaçınan gönüllüler ve özellikle gençler yerel örgütlere yöneliyor. Çünkü yerel örgütler ulusal siyasetin ürettiği gerilimleri ve kimliklerin dışında kalmayı mümkün kılıyor.
Sivil toplum yerelleşerek daha güçlü hale geliyor
Yerelleşme, yerel ama aynı zamanda reel sorunlarla uğraşma ve çözüm süreçlerine müdahil olmak imkânı sunuyor. İklim değişikliği ve çevre sorunları gibi, yerel toplumun bizatihi yaşadığı, tanıklık ettiği, kendi hayatını doğrudan ilgilendiren meseleler, ulusal ve soyut alanlardan daha uğraşılabilir ve dolayısıyla cazip geliyor insanlara. Yereldeki gündelik hayat sorunları, o yerde yaşayan herkesin doğrudan ve birlikte edindiği tecrübeyle çözülmek zorunda olduğundan herhangi bir kimliğe sıkışma riskini azaltıyor. Bu nitelikler yerel sivil örgütleri gençler için daha cazip kılıyor. Yine yerelin reel sorunları çerçevesinde verilen uğraş, sivil toplumun en çok ihtiyacı olan başarı biriktirme fırsatını ve toplumsal kabul fırsatını üretiyor.
Bu koşullar altında, yerel siyasetçilerin toplumla daha doğrudan ilişki kurma fırsatı bulduğunu da söylemek mümkün. Çünkü yerelde güçlenen siyasetçilerin, ulusal siyasette söz sahibi olma yolları diğerlerine oranla daha açık. Sivil toplum da yerel siyaset üzerindeki etkisiyle ulusal siyasete dolaylı olarak katılabiliyor. Bu nedenle yerel siyasetçiler yerel sivil toplumla işbirliğine ulusal siyasetin tersine daha açık ve gönüllüler.
Bilindik formlar içinde değil ağ tipi örgütlenme
Öte yandan yerelleşen ve reel sorunlar odaklı güçlenen sivil toplum hareketinin önemli özelliklerinden biri yasaların tanımladığı dernek ve vakıf gibi biçimlerin dışında şekillenmeleri. Tanımlı ve hiyerarşik bir düzen tutturmak yerine çoğu inisiyatif ve platform gibi daha esnek örgütlenme yollarını tercih ediyorlar. Dolayısıyla inisiyatifler ve platformlar, önerdikleri daha esnek ve yatay örgütlenme olanaklarıyla, zaman ve mekân kısıtlarını aşan ağlara dönüşüyorlar. Gençlerin de katılımıyla bu ağlar, yerelde hayata ve siyasete dinamik bir şekilde müdahale edebiliyorlar.
Çoğu zaman bir sorun etrafında belirli bir yasal formatı olmadan oluşan örgütlenme, o sorun çözüldükçe dağılıyor. Ama başarı ve toplumsal etki birikiyor.
Çevre, toplumsal cinsiyet eşitliği ve tüketici hakları gibi temel meselelerde ve özellikle de yoksullukla mücadele gibi alanlarda yaptıkları işlerle gündelik hayatta söz sahibi haline gelen çok sayıda ağ tipi örgütlenme dikkat çekiyor. Daha da önemlisi bu ağlar yeni bilgiden, yeni duyarlılıklardan ve yeni insanlardan besleniyor.
Kadın katillerinin hak ettikleri cezaları almaları, Kaz dağlarının delik deşik edilmesine engel olmak, Kuzey Ormanlarının yok edilmesine dikkat çekmek, İkizdere vadisinin, Yırca köyünün zeytinlerinin katledilmesini durdurmaya çalışmak, kağıt toplayıcılarının kısıtlanmasına karşı çıkmak bu yerel ağların derdi ve faaliyet alanı.
Yeni sivil toplumun bu ağlarının bir başka önemli avantajları bilgi ve enerji sahibi olmaları, küçük gibi görünse de biriktirdikleri başarı hikayeleriyle toplumsal etkilerinin sanıldığından büyük olması.
Siyasi aktörler için de ülke için de fırsat alanı burada. Yeni bilgiden, yeni duyarlılıklardan, genç insanlardan beslenme damarları kapanmış, tüm faaliyetlerini lider iletişimine bağlamış geleneksel parti örgütlenmelerinde olmayan bilgi ve enerji yeni sivil toplumda birikiyor.
Siyasete güveni yükseltmenin yolu
Ama bu yeni sivil toplum aktörleriyle siyasi partiler arasında karşılıklı güven eksikliği var. Sivil toplum aktörleri, partilerin yetersiz siyaset ürettiklerini düşünüyor, partiler ise sivil topluma, insan devşirilecek arka bahçe rollerine itiraz ettikleri için güvensizler.
Ülkenin önümüzdeki temel meselesi “biz” duygusunu, “ortak yaşama iradesini” güçlendirmek, devleti, yönetimi, yargıyı, denge denetleme mekanizmalarını, güçler ayrılığını yeniden ve demokratikleştirerek inşa etmekse önce siyasete güveni inşa etmek gerekiyor. Bunun başlangıç noktası hayata ve gidişata müdahale etme arzusu ve bilgisi yüksek sivil toplumla siyasi partilerin karşılıklı güven inşa etmeleri.
Önümüzdeki seçim sürecini etkileyecek en önemli unsurlardan birisi bu yeni sivil toplum ağlarının tercihleri ve o tercih uğruna gösterecekleri çaba olacak. Bu çabayı yükseltecek, ülkenin geleceği için bir enerji kaynağına dönüştürecek olan ise bugünün siyasi aktörlerinin sivil topluma bakışlarındaki olumlu yöne doğru değişim olacak.
Bu nedenle muhalefet ittifakının yeşil hareketten, kadın hareketinden, emek hareketinden beslenmeden, etkilenmeden yazacağı her program ve proje eksik kalacak.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı