Çözemediğimiz her sorunu önce siyasileştirdik. Sonra da kutuplaşmanın bir unsuru haline dönüştürdük.
Bu nedenle yalnızca teknik bir mesele olarak ele alınıp, kolayca mutabakatla çözülebilecek sorunları marka sorunlar haline dönüştürdük. Şimdi de o marka ruhu bizi esir alıyor. Çözüme ulaşmamızı engelliyor. Daha da önemlisi o marka sorunların ürettiği siyasi kutuplaşmanın şehvetiyle o sorunun içindeki insanı unutuyoruz. Üstelik geleceğimizi de rehin veriyoruz o marka sorunlara.
Bu denli siyasallaşmış, sıcak çatışmaya dönüşmüş ve hayatın her alanında derin fay hatları oluşturan Kürt meselesine bakalım. Örneğin KCK davalarında Kürtçe savunma hakkını bu siyasi gerilime kurban ediyoruz. Unuttuğumuz 1,5 milyon Kürt vatandaşın Kürtçe bilmediği, değil mahkemeye, doktora bile derdini anlatamayacak olduğu. Altı milyon Kürt çocuğun anadilinden başka bir dilde eğitime mecbur kaldığı ve daha baştan Türk akranlarından en az beş yıl geriden başladığı.
Daha az siyasi olduğunu varsayacağımız “geleceğimizden” konuşalım. Hangimizin gelecek hayalini belirleyen en önemli şeylerden birisinin ülkedeki siyasi gerilimin ve siyasi geleceğin yönüne dair beklentilerimizin olmadığını söyleyebiliriz.
Son günlerdeki eğitim sistemi tartışmalarını da yine aynı siyasi kutuplaşmaya kurban verdik. Yine tartışmamız gereken devasa eğitim meselemizi konuşamadık.
Geleceğimiz için dinamikler ve muhtemel riskler
Ülkenin geleceğini belirleyecek iç dinamikler nedir diye sorarsanız, 1.nüfus, 2.göç ve kentleşme sorunları, 3.eğitim, 4.teknoloji ve Ar-Ge yatırımları, 5.enerji meselemiz ve 6. AB üyeliği meselesi. Gördüğünüz gibi hemen tümü bir bakıma siyasi olmayan meseleler. Bir bakıma da bu dinamiklerin her birinin seyri siyasi kararlara bağlı olduğu için siyasi meseleler.
Ülkenin geleceğini belirleyecek muhtemel riskler derseniz, benim de sizlerin de sayacaklarımızın tümü Kürt meselesinden başlayarak siyasi meseleler olacaktır.
O nedenle biraz da geleceğimizi düşünmek, hayal etmek ve hayalimize ulaşmanın yollarını konuşmak gerekiyor. Siyasi gündemde de muhtemelen okurun bir köşe yazısından beklentileri arasında olmasa da...
Gelecekteki dünyanın ülkeler arası kategorileşmesinin bilgi üretenler-sanayi üretimi yapanlar ve diğerleri şeklinde olacağını yazmıştım son yazımda. Bilgi üretenler yaratma, buluş yapma, icat çıkarma konusunda gelişmiş ülkeler olacak. Sanayi ülkeleri de o buluşlara, yaratılanlara, projelere, tasarımlara, patentlere dünyanın parasını ödeyip o ürünleri üretecek olanlar. Birileri otomobili, motoru tasarlayacak öbürleri de üretecek.
Gelecekte hangi grupta olacağımıza önümüzdeki 15-20 yılda teknoloji ve Ar-Ge alanına yapacağımız yatırımlar ve geliştireceğimiz strateji belirleyecek. Bu noktadan bakınca kendimizce büyük mesafeler aldığımızı, başarılar elde ettiğimizi sandığımız alanları diğer ülkelerle kıyaslayınca hangi noktada olduğumuz ortada.
Kaplumbağa hızıyla Ar-Ge
Ar-Ge harcamalarımız, son yirmi yılda Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’dan ayırdığımız pay yüzde 0,325’ten 2012’de yaklaşık yüzde 1 oranına yükselmiş. Milli gelirden ayrılan pay son 20 yılda üç katına çıkmış görünüyor. Öte yandan yüzde 0,3 mertebelerinde pay ayırırken milli gelirimiz 200 milyar dolardı, yüzde 1 ayırırken milli gelirimiz 750 milyar dolar. Dolayısıyla kendi ölçeğimizde Ar-Ge harcamaları ciddi oranda artmış görünüyor.
Aynı dönemde OECD ülkelerinde ortalama Ar-Ge’ye ayrılan pay yüzde 2,07 ile 2,25 arasında. Yani bizim onları yakalama ihtimalimiz bu tempoyla oldukça düşük.
Sanayi Bakanı’nın açıklamalarına göre, hedef 2023’de Ar-Ge’ye ayrılan payın yüzde 3’e ulaşması ve bunun 2’sinin özel sektörce, 1’inin devletçe yapılması. Yani iki trilyon dolar milli gelir hedeflendiğine göre Ar-Ge’ye ayrılacak para 40’ı özel sektörce, 20’si kamu kaynaklarından olmak üzere 60 milyar dolar.
Bu arada hatırlatalım Çin’in cari Ar-Ge harcaması tutarı 136 milyar dolar, ABD’nin 130 milyar, Japonya’nın 129 milyar dolar, Rusya’nın 7,2 milyar dolar, Hindistan’ın da 6,4 milyar dolar.
ABD’de Teknopark sayısı 6 bin, Avrupa’da 2 bin, bizdeki ise yalnızca 25 ve şimdi hedef 16 büyükşehirde de yeni bilim ve teknoloji merkezi kurmakmış!..
İcatçılığı anayasaya koyalım
Bugünkü tempo ile nereye varacağımız açık değil mi?
Bu tempoyu sıçratmanın yolu belki hazır yeni anayasa konuşuyorken icatçılığı, yaratıcılığı, buluşçuluğu anayasa ile güvence altına almak ve yasalaştırmanın yolunu açmak. Belki bu tür tartışmalarla yeni anayasa konusunda da daha kolay mutabakatlar üretebilir ve ilerleyebiliriz.
Üstelik “yeni icat çıkarma” diye bir veciz söze sahip olan toplum da belki bir dönüşüm fırsatı yakalar.