09 Aralık 2013

Seçmen hangi dürtülerle tercihini belirleyecek?

Birinci adım olan yerel seçimler ardından gelen Cumhurbaşkanlığı seçiminin kostümlü provası olacak bir bakıma.

Seçim rallisi boyunca seçmenin tercihlerini belirleyecek dinamikler değişecek. Çünkü muhtemelen her aktörün ralli boyunca strateji ve taktikleri de değişecek.

Birinci adım olan yerel seçimler ardından gelen Cumhurbaşkanlığı seçiminin kostümlü provası olacak bir bakıma.

Yerel seçimlerde seçmenin genel siyasi tercihlerinden büyük oranda değişiklik beklenir teorik olarak. Seçmenin yerelde siyasi ideolojisi ve kimliğinden sıyrılarak oy vereceğini düşünülür. Bu bakışı haklı kılan unsurlar da vardır elbette. Bir kasabada, ilçede ve hatta bazı küçük kentlerde tanış olmak, bir adayla selam mesafesinde olmak, aile-sülale-aşiret-cemaat gibi aidiyetler, seçmenin siyasi kimlik ve ideolojisinin dışına çıkmayı kolaylaştırır. Öte yandan, yerel hizmetler, gündelik hayatı doğrudan etkileyen yol-su gibi altyapı hizmetlerindeki sorunlar ve ihtiyaçlar da seçmenin yerel düşünmesini tetikler.

Fakat göçle beraber değişen toplumsal doku ve gündelik hayatın ritmi içinde bu unsurlar artık eski etkileme gücünde değiller. Metropollerde seçmen ile seçilen arasındaki selam mesafesi ilişki kaybolmuş durumda birincisi. İkincisi metropollerde aile-sülale gibi aidiyetlerin yerine siyasi ve kültürel kimlikler ve aidiyetler alıyor. Dolayısıyla tanış olmak, hemşeri olmak gibi unsurlar eski bildik güçlerinde çalışmıyor. Üçüncüsü de metropollerde artık seçmen neyin yerel hizmet, neyin merkezi hükümetin hizmeti olduğunu çok da ayıramıyor artık.

Şu anda 11 metropolde seçmenin yüzde 52’sinin yaşadığını, yerel seçimlerde 30 büyükşehirde seçmenin yüzde 76’sının büyükşehir belediye başkanlığı için oy vereceğini anımsatalım.

Dolayısıyla seçmenin yarıdan fazlası için artık yerel seçim ile genel seçim tercih farklılaşması en aza inecek.

Bir de bu tabloya genel rengini verecek olan siyasi kutuplaşma üzerinden bakınca, bu fark metropollerde neredeyse sıfıra yaklaşacak. Çok muhtemel ki tüm ülkede yerel ve genel seçim tercihlerindeki farklılaşma çok, ama çok az olacak.

Bu durumda da yerel seçimde partilerin kazandıkları belediye başkanlıkları sayıları kadar belki de daha çok, ülke genelinde aldıkları oy oranları önemli olacak. Çünkü bu oy oranları üzerinden partiler ve seçmen Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik pozisyon belirleyecek.

Partilerin yerel seçime yönelik beklentilerini, strateji ve taktiklerini belirleyen şeyin bu olduğu kanaatindeyim ben. Diğerleri henüz adaylarının tümünü açıklamadığı için bilemiyoruz ama açıklanan Ak Parti adaylarına bakılınca bu taktik belirginleşiyor. Diyarbakır’da Galip Ensarioğlu, İzmir’de Binali Yıldırım gibi başkanlık seçimini kazamasalar bile yerel oyu en yükseğe çıkaracağı varsayılan adaylar açıklanması bunun kanıtı.  Örneğin İzmir’de Binali Yıldırım’ın oyu Ak Parti’nin ülke ortalamasından her 10 puan geride olursa Ak Partinin ülke ortalamasında da 0,5 puan gerilemesi demek. İstanbul’da ise bu etki 2 puan seviyesinde.

Hesaplar ne olursa olsun, her parti yerel seçimin ertesi günü ulaştığı oy oranına göre geri kalan iki etap için strateji ve taktiğini gözden geçirecek ve belki de değiştirecek.

Seçmen açısından bakılınca ise, yerel ve genel seçim tercihi giderek birbirine benzer hale geleceğine göre, hangi dürtüler seçmenin seçim tercihini belirleyecek? Bu konuda üç temel dinamik var.

Birinci dinamik hanenin geçimi. Ülkedeki kabaca 19 milyon hanenin dörtte biri, yaklaşık 14 milyon dolayında seçmenin olduğu 4,5 milyon hanede gelir giderden fazla. Bu haneler tasarruf yapabilen haneler. 19 Milyon hanenin yarısı için yani kabaca 38 milyon seçmen için hanenin geliri ile gideri denk. Bir bakıma geçiniyorlar ama bu geçim asgari hayatı sürdürmeye yetecek biçimde bir geçim. Bu haneler için iş ve maaş/ücret varsa geçim var, yoksa geçim yok. Bu haneler için hayat sıfır veya bir ekseninde. Geri kalan dörtte birlik dilimdeki hanelerin yarısı aile dayanışmaları ile geliri ile gideri arasındaki farkı kapatabilirken, diğer yarısı ise “imdat” diyor.

Bu veriden bakılınca toplam seçmenin dörtte üçü için hayatın birinci adımı ekonomik geçimini sürdürmek veya sağlamak. Bu dürtü ekonomik istikrar, siyasi istikrar, sosyal devlet talebini de besleyen dürtü aynı zamanda.

Hanenin geçimi ise yalnızca karın doyması değil, işinin olması, kira-eğitim-sağlık gibi zorunlu ihtiyaç ve giderlerin de sağlanması demek.

Belirleyici olan ikinci dinamik hanelerin ve bireylerin algı ve beklentileri. Son yıllarda gerek bireysel hayatında gerekse de sokaktaki ve ülke hayatındaki yapılanlara ve yaşananlara dair algılar ve yakın geleceğe dair beklentiler belirleyici dinamik. İyimserlik veya karamsarlık, umutluluk ya da endişelilik ikilemlerinde seçmenin nerede kendisini konumladığı oy tercihini etkileyecek. Elbette bu eksendeki seçmenin konumlanışı partilerin dil ve vaatlerine, bu dil ve vaatlerin seçmen tarafından nasıl algılandığına da bağlı.

Üçüncü dinamik ise seçmenin ideolojisi ve değerleri olacak. Ve de bunlar üzerinde partilerle, liderlerle ve adaylarla kurduğu zihni ve duygusal ilişki seçmenin tercihlerini belirleyecek.

Bunlar bir bakıma da genel açıklamalar. Bu seçim rallisine özel olan dinamikleri ise bir daha ki yazıda ele alacağım.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"