01 Ekim 2012

Münazara, münakaşa ve müzakere

Kürt meselesinin kendi dinamikleriyle zaman içinde değiştiğini sıklıkla olumsuz bir vurguyla dile getiriyoruz...

 

Kürt meselesinin kendi dinamikleriyle zaman içinde değiştiğini sıklıkla olumsuz bir vurguyla dile getiriyoruz. Doğru da aslında! Kürt meselesinin boyutları, katmanları ve mekânları, çözümsüzlük içinde süren zaman içinde ağırlaşarak, çeşitlenerek, genişleyerek sürüyor. 

Son haftalardaki aktörlerin konuşmalarına bakarak, bu kez aktörlerde olumlu bir değişikliğin izlerini görmek mümkün. Başbakan ilk kez ve bu denli net Oslo sürecinin sürdürülebileceğini, İmralı ile görüşülebileceğini söylüyor. İktidardaki bu dil değişikliğinin iki olası sonucu var. İlki, müzakere masasının kurabilmesinin belirleyici iradesinin bu denli açık gösterilebiliyor olması önemli. İkincisi ve bence daha olumlu yanı, toplumsal algılardaki ve toplumdaki şoven dip dalganın gazına gelmeden bu irade beyanı şoven toplumsal algının yönetilmesi ve dönüştürülebilmesi için de ilk adım. Elbette hükümet bu pozisyonunda samimi ve kararlı olabilirse!

BDP üç yıldır ilk kez bu denli kararlı olarak inisiyatif almaya hazır görünüyor ki, sürecin BDP’yi de olumlu anlamda dönüştürdüğü söylenebilir.

CHP iki ileri bir geri söyleme devam etse de kestirip atamadığına göre, hayatın dayattığı bu mesele karşısında eski, olumsuz ve katı pozisyonunu sürdürmekte zorlandığı görülüyor. Bu sürecin sonunda CHP’nin yeni, kararlı ve demokratik bir pozisyona yerleşip yerleşemeyeceği partinin yenileşme sürecine bağlı.

Aktörlerde bu değişim belirtilerine karşın, sürecin başarıya ulaşması için yöntem konusunda hepsinin ve kamuoyunun bir zihni dönüşüme ihtiyaç var.

Müzakere kavramı sıkça kullanılmakla beraber şu ana dek sürdürülenin müzakere olmadığı açık. Siyaset, medya ve genel kamuoyu Kürt meselesinde de diğer tüm siyasi meselelerde de bir yöntem yanlışlığı içinde. Var olan durumda sürdürülen tartışmalar müzakere değil, münazara ve münakaşadır.

Hatta ekranlardaki tartışma programlarının kurgulanması, gazetelerin köşe yazarlarının kombinasyonu da münazara ve münakaşaya dayalıdır.

Münazara, içtenlikle inanılmasa, bilinmese bile bir tartışmada yer alınan tarafın, karşı tarafın tezlerini çürütmek, açığa düşürmek, laf cambazlığı yapmak üzerine kuruludur. İster lise münazaralarında kura ile seçtiğiniz, ister çıkarlarınızla, korkularınızla içinde olduğunuz tarafın laf ebeliğine soyunmak demektir. Derdiniz karşı tarafı anlamak, ortak bir noktaya ulaşmak değil, diğer tarafı yenmektir.

Münakaşa ise daha duygular ağırlıklı bir tartışma biçimidir. Dile akıl değil, öfkeler hakimdir. Çoğu zaman dilin yanı sıra fiziksel güç de işe dahil olur. Amaç yine ortak bir noktaya ulaşmak değil, diğerini gerekirse güçle susturmak ve yenmektir.

Münazarada da münakaşada da akıl ve fikir değil, dil ve güç yarışır. İstenen öğrenme, anlama, uzlaşma değil, karşı tarafı yenmektir. Savunulan fikre inanmak değil, bugünkü pozisyon ve o pozisyonun çıkarlarıdır kollanan. İzleyenlerin takdiri, sizin bilginize, fikrinize değil, kör inançlı amigoluğunuzadır.

Ne yazık ki son yılların ülkedeki siyasi ortamına da hakim olan münazara ve münakaşadır. İster bu yazıların altlarına yazılan bazı okur yorumlarını okuyun, ister ekranlardaki tartışmaları izleyin, ister köşe yazılarını okuyun, aktörlerin de izleyicilerin de ruh hali münazara ve münakaşadır. Ne söyleyen, ne okuyan, ne izleyen sizin ne demek istediğinizle ilgili değil, kafasındaki pozisyon alışa uygun olarak size yapıştırdığı etiket ve sonra da o etikete uygun münazara ve münakaşa tepkileridir.

Şimdi müzakere zamanıdır. Siyasetin, siyaset yapmanın ilk adımı müzakeredir. Müzakere aldım, verdim pazarlığı değildir. Karşı tarafın ihtiyaçlarını, zihni ve duygusal pozisyonlarını, yüklerini, çıkmazlarını anlam çabasıdır. Ancak bu noktadan başlarsak uzlaşmaya ulaşabiliriz. Kendi fikrimizi öbür tarafa dayatarak değil, yeni bir üçüncü fikre ulaşmaya razı olarak başlarsak başarabiliriz. Ancak böylesi bir niyetlilikle başlarsak, müzakereden ikna ve uzlaşma üretebiliriz.

Uzlaşmaya ulaşmak için de yeni bir dil ve zaman algısı gerekli. Zamanı dün olarak değil yarın olarak algılayabilmek, kirlenmemiş yeni bir dil üretmek gerekli. Yeni bir sürece başlayabilmek için ihtiyacımız olan tam da budur.

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"