16 Ekim 2011

Mayınlı yollardan Anayasa'ya ulaşmak

Yeni anayasa sürecinde bir yıl öncesine göre önemli bir virajı döndük aslında...


Yeni anayasa sürecinde bir yıl öncesine göre önemli bir virajı döndük aslında. Hatta iki önemli zihinsel ve siyasi engeli aştık. Siyasi aktörler arasında yeni anayasa ihtiyacı hakkında bir mutabakat var, birincisi. İkincisi de yeni anayasayı bu meclisin yapacağı kabulü.
Bu kadarı bile hayati önemdeydi aslına bakarsanız. Ara sıra mırın kırın edenler olsa da, hayat ve toplum tüm aktörlere bu iki ön mutabakatı dayatmış oldu. 
Bunun en önemli göstergesi yeni anayasaya dair sivil toplumdaki müthiş dinamizm. Bir çok sivil girişim anayasacılığı öğrenmek, anayasa yapım sürecine nasıl dahil olunabileceğinin yollarını üretmek için çalışıyor, tartışıyor, toplantılar düzenliyor, raporlar yazıyor. Kaldı ki siyasiler ne kadar farkında bilinmez ama Türkiye sivil toplumu son yirmi yıldır yeni anayasa konusundaki çalışmaları ve hazırlıklarıyla müthiş bir birikim yarattı. Şimdi meselenin kritik eşiklerinden birisi bu birikimin yeni anayasa sürecine ve meclise nasıl yansıyacağı, yansıtılacağının yollarının bulunmasında ve ortak, sivil etki gücünün yaratılmasında.

Bir sabah uyandık yeni anayasamız varmış, tüm sorunlarımız da bitmiş

Yine de önümüzde bu sürecin mayınlı alanları ve riskleri var. Birincisi yeni anayasaya dair beklentilerin yükseltilmesi. Geçen hafta da yazmıştım hala siyasetin önde gelen aktörlerinin bu süreçte ne kadar demokrat ve katılımcı davranacaklarını bilmiyoruz. İkincisi anayasaya yüklenen anlamda doz aşımı gözlüyorum ben. 
Bu doz aşımı iki türlü. İlki yeni anayasanın yapılmış olması elbette çok önemli fakat sorunların sonu değil. Aksine tüm hukuksal zihniyet ve yapının yeni anayasaya en kısa sürede uygun hale getirilmesi gibi uzun ve zorlu bir süreç olacak önümüzde. Dolayısıyla siyasete bu yöndeki baskının kesintisiz sürdürülmesi gerekiyor. Diğer doz aşımı ise yeni anayasaya yüklenen anlam ile ilgili. Yeni anayasanın yapım sürecinin, bizatihi sürecin kendisinin, çözeceği sorunlar var, anayasanın kendisiyle çözülecek sorunlar var, yeni anayasanın üreteceği toplumsal ve siyasal iklimin çözeceği sorunlar var. Yani tüm sorunlarımız yeni ve ideal bir anayasayla beraber bir sabah çözülmüş olmayacak. Buradaki hata yeni anayasanın üreteceği toplumsal ve siyasal iklimin çözebileceği derinlikteki sorunları, yeni anayasa yapım sürecinin ön şartı haline getirmek. Bu zihni hatanın en güzel örneği BDP’nin meclis boykotunda gördük. BDP, kendisinin de içinde olduğu yeni meclisin çözeceği sorunları mecliste olmanın ön şartı haline getirince anlamsız bir boykot ve onun ürettiği gerilimler yaşadık. Bu örneği yeni anayasa konusunda BDP benzer bir tavırda iması amacıyla değil, kendi meramımı anlatabilecek iyi bir örnek olarak kullandığımı söylemeliyim. 
Bu tür ön şartlar veya yüksek beklenti ifadeleri nihayetinde yeni anayasa yapılması demekle eşdeğer hale gelme riski taşıyor.
Buna karşılık sürecin kendisinin çözebileceği sorunları da yarına ertelemek bir başka riskli alan.

Ön şartlar, kırmızı çizgiler, yasal kısıtlar olmadan konuşabilmeliyiz 

Bu nedenlerle öncelikli olarak iki mutabakata ve düzenlemeye ihtiyaç var. Ki bu mutabakat ve düzenleme oluşturulan Meclis Uzlaşma Komisyonunun asıl görevi bence. Yani uzlaşma komisyonunun ilk işi kırmızı çizgileri tespit ve ilan etmekten daha çok sürecin kurallarının ve süreci tanımlamak olmalıdır.
Öncelikle siyasetin ve ifade özgürlüğünün önündeki engeller hemen temizlenmelidir yani siyaset demokratikleştirilmelidir. Dünkü bir anayasa toplantısında söylediklerim nedeniyle bir savcının insafı içinde uygulanabilecek terörle mücadele kanununun olduğu bir ülkede, dünkü toplantıyı düzenleyen sivil toplum örgütünün kapatılıp kapatılmayacağını savcının insafına bırakmış bir dernekler ve vakıflar kanunlarının, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun olduğu bir ülkede vatandaşların ve sivil toplumun sürece etkin katılabilmeleri, katılmış sayılmaları mümkün değildir. Siyaset yapmanın ve ifade özgürlüğünün önündeki tüm engel maddeleri tek bir “siyasetin demokratikleştirilmesi”  düzenlemesiyle kaldırmak yalnızca anayasa yapım sürecine katılımı artırmak ve etkinleştirmek dışında aynı zamanda KCK davası, gösteri yapan gençlerin her seferinde coplanması, tutuklanması gibi gerilmiş siyasi ortamında tansiyonunun düşürecektir. Bu da yapım sürecinin kendisinin çözeceği sorunlardan bir tanesidir.

Uzlaşma komisyonu önce kendine doğru görev tanımı yapmalı

Uzlaşma komisyonunun yapması gereken ikinci düzenleme sürecin tanımlanması ve takvime bağlanmasıdır. Vatandaşların ve sivil toplumun sürece katılımı yalnızca siyasilerin insaf ve anlayışlarına bırakılmamalıdır. Sürece katılımın nasıl olacağı, değerlendirmelerin nasıl yapılacağı tanımlanmalıdır. Benzer şekilde karar süreçleri ve takvimi de yapılmalıdır. Yeni anayasadan her şeyi beklemek riski kadar her şeyi yarına bırakmak riski de vardır. İki tarafın tuzağına düşmeden ilerlemenin yolu karar yöntemlerini ve takvimi baştan ilan etmektir. 
Yeni anayasaya hem devlet-birey mutabakatını yeniden üretecek, devleti ve yönetim düzeninin yeni baştan düzenlemek durumundadır hem de toplumsal mutabakatı yani yeni bir “biz” tahayyül ve tasavvurunu üretmek durumundadır.  
Birinci boyut bir bakıma teknik bir meseledir de. Ama ikinci boyut ancak tüm toplum bu sürece dahil edilerek sağlanabilir. Bunun yolu birbirimizi dinlemekten, tanımaktan, tartışmaktan yani bilmekten geçiyor.  Bu ise ancak hiç birimizin ne yasal ne toplumsal baskı ve kısıtlama hissetmeden sürece katılabilmemizle mümkündür. O nedenle uzlaşma komisyonu üyeleri, daha yüz yüze gelip ilk toplantıyı yapmadan, medya üzerinden, kırmızı çizgileri ilan eden, güvensizlik beyanları değil sürece dair yapıcı önerileri olmalıdır. 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"