23 Mart 2009

Kutuplaşma ama neden?

Toplum giderek yayılan bir kutuplaşma ruh hali içinde

Toplum giderek yayılan ve daha çok gündelik hayat alanını etkisi altına alan bir kutuplaşma ruh hali içinde. Bu durumu ister kutuplaşma ister cepheleşme ya da toplumsal yarılma olarak adlandıralım ama durum bu.
Bu kutuplaşmayı siyasi aktörler ve partiler üzerinden açıklamaya çalışmak yetersiz kalıyor. Elbette partilerin ve gidilen yerel seçim ikliminin bu kutuplaşmayı çoğaltıcı etkisi var. Hatta kutuplaşmayı çözebilmenin tek yolu da yine siyaset ve partiler. Fakat şu anda toplumun ruh halindeki sorunun nedenlerinin faklı olduğunu sanıyorum ben.
Var olan kutuplaşmanın merkezinde elbette devlet var. Kimi zaman tüm meselelerin öznesi, kimi zaman gerilimlerin ve kutuplaşmanın tetikleyicisi, kimi zaman ceberut bir tarafı olarak devleti ayrıca incelemeliyiz. Burada sorunu sade yurttaşlar açısından analiz etmeye çalışalım.
Kutuplaşma sanıldığı gibi tek eksen üzerinde ve iki kutuplu da değil üstelik. Yaşanılan kutuplaşma üç köşeli ve her bir ucun kendini konumlandırdığı eksen diğer ucun ya da uçların anti tezi değil.
Toplumun bir kesimi var ki ülke ortalamasının üzerinde eğitim ve gelir seviyesinde. Bu kesim gündelik hayat pratikleri açısından da modern hayatın içinde. Laik, özgürlükçü bir hayat yaşıyor. Yine bu kesim toplumun entelektüel birikiminin ve yaratıcılığının yığıldığı yer.
Bu uçtaki insanlar son yirmi yılın özellikle de AKP iktidarı ile birlikte son 6 yılın gelişmelerinden rahatsız. Kendi hayat tarzı üzerinde baskı ve hatta tehdit hissediyor. Bu nedenle de kendi hayat tarzı, özellikle de laiklik ve özgürlükçülük merkezli bir noktada diğerlerinden ayrışıyor.
Diğer iki uca ilişkin bazı rakamlara bakarak devam edelim. Ülkedeki hanelerin % 10’u neredeyse sıfır ya da sıfıra yakın seviyede gelir elde ediyor ve dışarıdan yardım almadan geçinemiyor. Ülkenin yetişkin nüfusunun % 20’sinin yeşil kart da dâhil olmak üzere hiçbir sosyal güvenliği yok. Hala nüfusun % 10’a yakını okuma yazma bilmiyor.
İkinci uçtaki kesim için temel talep bu koşulların değişmesi. Yaşadıklarını kader olarak kabullenmiyor, koşulların değişmesini beklerken, çocukları için eğitim ve iş olanakları istiyor. Ekonominin büyümesini iş olanakları için desteklerlerken asıl talepleri gelir dağılımından ve refahtan pay almak.
Üçüncü uçta Kürt yurttaşlar var. Onların yaşadıkları koşullar çok daha ağır. Özelikle bir önceki kuşak neredeyse tümüyle eğitimsiz ve mesleksiz. Bu ucun temel talebi hem değişim hem de kültürel kimliğinin tanınması. Ülkenin tüm yurttaşları kadar var olmak, adalet ve eşitlik isterlerken, reel hayat sorunlarının çözülmesini, koşulların değişmesini istiyorlar.
Anlaşıldığı gibi birinci ucun hassasiyeti laiklik iken diğer iki ucun durduğu yer anti-laiklik değil. İki uç değişim, adalet ve eşitlik derken birinci kesim adaletsizlik, eşitsizlik üzerinden değil özgürlük üzerinden tutum alıyor.
Fakat siyasi aktörler ve gündelik siyasi münazaraların üzerinden bakılarak ve hatta körüklenerek sanki bu üç taraf birbirine karşıtmış gibi düşünülüyor. Üç tarafın da cengâverleri çözümlemelerini, dillerini diğerlerini ötekileştirme üzerine kuruyor.
Tüm siyaset ve siyaset dili de bu karşıtlıklar üzerinden gelişince geride kalan gerginlikler ve öfkeler oluyor.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"