16 Aralık 2010

Kurultaya doğru CHP- 4

Siyaset ve siyasal kimlikleri konuşurken sıkça yapılan bir hata var. Bir parti tabanını konuşurken...


CHP seçmeninin siyasi kimlikleri

Siyaset ve siyasal kimlikleri konuşurken sıkça yapılan bir hata var. Bir parti tabanını konuşurken, sanki taban denilen milyonlarca seçmenden oluşan kitle tek bir siyasi kimlikle tanımlanabilir, sanki bu kitle homojenmiş gibi konuşuyoruz. Hatta bireyleri bile tek bir kimliğe sıkıştırmaya çalışıyoruz. Halbuki günümüzde bireyler çok kimlikli. Bir kadın, feminist, demokrat, solcu, çevreci, kadın hakları aktivisti, ressam, ev kadını, Kürt, Sünni olabilir. Bizim onu tek bir kimliğe indirgeyerek tanımlamamız, o biricik kimlik üzerinden O’nun tercihlerini, tutumlarını, davranışlarını anlayabilmemiz olanaksızdır.  Dolayısıyla milyonlarca bireyden oluşan bir parti tabanını da tek bir kimlikle tanımlamak olanaksızdır. 
Bir araştırmada, tek tek bilinir siyasal kimlikler sorularak, o kimlikten kendileri neyi, nasıl anlamlandırdıklarına bakmaksızın, “bu siyasal kimlik sizi ifade ediyor mu?” sorusuna verilen cevaplardan hazırlanmış, CHP seçmenlerinin cevapları aşağıdaki grafikte görülüyor. 

CHP seçmenlerinin yüzde 97’si vatanseverliğin, yüzde 96’sı laikliğin, yüzde 95’i Atatürkçülüğün, yüzde 88’i demokratlığın, yüzde 81’i ulusalcılığın kendilerini ifade ettiklerini söylemektedir. CHP seçmenlerinin çok büyük çoğunluğu için ülkücülük, sağcılık, muhafazakârlık onları ifade etmemektedir. Yine de dikkatinizi çekerim, bu üç rakamı tersten okuduğunuzda, küçük oranlarda da olsa bu üç kimliğin kendisini ifade ettiğini söyleyenler de vardır. 
Dikkatinizi çekmeye çalıştığım, CHP seçmenlerinin de tek tipli, homojen olmadıkları ama çoğunlukla da kendilerini vatansever, laik, Atatürkçü, demokrat, ulusalcı ve sosyal demokrat olarak tanımladıklarıdır. Üstelik CHP seçmeninin “Atatürkçülük” derken anladığının ne olduğu da ayrı bir araştırma konusudur.

Hayat tarzları ve CHP seçmeni

Hayat tarzları araştırmasındaki farklılıkları tanımlanmış dokuz hayat tarzı kümesi üzerinden bakıldığında CHP, Ak Parti ve MHP seçmenlerinin tüm toplumdaki farklı kümelere göre konumlanışı aşağıdaki grafikte görülmektedir. Bu grafik laiklik ve modern yaşam biçimi eksenlerinde CHP’lilerin toplumun diğerlerine göre ne kadar farklı bir yerde olduklarını da göstermektedir. 
Bu grafik aynı zamanda yalnızca güncel siyasi tartışmalarda değil, CHP’nin hayat tarzı farklılıkları ve değerler üzerinde de nasıl bir sıkışma ve kitle partisi özelliğini kaybetme durumunda olduğunun da fotoğrafıdır.

Fakat bu grafik aynı zamanda başka şeyler de göstermektedir. Laiklik ve yaşam biçimi eksenlerindeki 3-5 aralıkları laikliği ve modern yaşam biçimini, 1-3 aralıkları da anti laikliği ve geleneksel yaşam biçimini göstermektedir. Genel olarak bakıldığında, toplumun laiklik ile bir sorunu olmadığı da görülmektedir. Siyasi aktörlere ve o aktörlerin tercihlerine bakarak toplumu tanımlamanın eksikliği ve yanlışlığı da ortadadır. Örneğin bu grafikte, hiçbir hayat kümesinin de bütünüyle ya da hiçbir partinin tabanının da anti laik olmadığı görülmektedir. 

CHP yönetiminin temel tercihi nerede oluşacak?

Türkiye, toplum, seçmen, birey ve gündelik hayat değişmektedir. 1980 öncesi Türkiye ile bugün ve hatta 90’lar Türkiye’si ile bugün aynı değildir. Yalnızca iç göç nedeniyle 20 milyonu aşkın seçmen son kırk yılda yer değiştirmiştir. Cumhuriyetin başından beri, tek tip vatandaş ve monolitik toplum yaratma hedefinin ideolojisiyle, eğitimiyle, kurallarıyla yaşamış insanlar şimdi ötekilerle karşılaştılar.  
Laikçi İslamcıyla, modern gelenekselle, Türk Kürt’le, Sünni Aleviyle, kentli köylüyle yüz yüze geldi. Artık iç içeyiz ve oyun bitti. Fark ediyoruz ki, karşımızdakiler bizden farklı. Bu hareketlilik ve karşılaşma iki farklı potansiyeli barındırıyor. Bilgi Üniversitesi’nden Kenan Çayır’ın tanımlamasıyla “bu karşılaşma çatışma da doğurabilir, demokratikleşme de”. Farklılıklar karşılaştıkça, ilişki geliştikçe bir birlerini tanıma fırsatı olduğu kadar, yerleşik kimliklerin güçlerinin kırılması, yerleşik kimliğin sarsılması ve giderek sertleşmesi potansiyeli de var.
Kimlik meselelerine, kimlik politikalarının risklerine ve tuzaklarına burada girmeyeceğim. Ama artık gelinen bu noktada kimlik taleplerini yok sayarak yola devam edebilmek olanaksız. İşte yeni CHP yönetiminin temel tercihi tam da bu noktada oluşacak. Talepleri dikkate alıp toplumun demokratikleşmesinden, farklıkların bir arada, ilişki ve etkileşim içinde yaşamalarını mı savunacak, yoksa farklılıkları yok saymayı sürdürmeyi mi?
Toplumun demokratikleşmesi yanı sıra devletin ve siyasetin demokratikleştirilmesi, bir bakıma yeniden tanımlanması ve kurulması ihtiyacına CHP’nin cevabı ne olacak? 
Ak Parti’yi aşmanın yolu olarak gerçek demokrasiyi, katılımcı demokrasiyi savunacak mı yoksa “gecekondulara ayakkabıları çıkararak girmeyi” yeterli mi görecek?  
CHP’nin ikinci temel tercihi yerellik küresellik ekseninde olacak. Ülkenin dünyaya entegre olmasını, uluslararası bir aktör olmayı, Avrupa Birliğine üyeliği içtenlikle mi savunacak, yoksa içine kapanmayı mı?
Vesayetçi yapıyı savunmak, korkulardan beslenmek, kutuplaşmayı çoğaltmak, Kürt meselesinde alınan pozisyon gibi meseleleri o kadar çok konuştuk ki, burada bunları tekrarlamak da artık gereksiz.
Ama yadırgadığım bir durumu da not edeyim. Bunca bildik reel sorunları olan toplumun ve bir parti tabanının bütünüyle değişime karşı durduğu, bu hayat koşullarının aynen sürmesinden yana olduğu ve parti değişirse de tabanının tümünün birden partiyi terk edeceğini varsaymak ve bunun üzerinden teoriler üretmek de CHP kamuoyuna özgü olsa gerek. 
Aslında soru belki de çok sade artık: CHP 2011 seçimlerinden sonra aktif bir siyasi aktör olacak mı olmayacak mı? Benim kanaatim bugünkü pozisyonlarıyla CHP durduğu yerde duramayacaktır. Yani yüzde 20-22 oy bandında CHP devam edemeyecektir, ya önemli bir çıkış yapacak ya da daha da aşağılara inecektir. Tercihi de elbette Cumartesi akşam oluşacak yeni yönetim ve Kemal Kılıçdaroğlu belirleyecektir. 

BİTTİ

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"