Bir Kurultay, bir Kurultay daha
12 Eylül 1980 öncesi 24 Kurultay ve 8 Olağanüstü Kurultay yapan CHP tarihinde, 1992’deki yeniden açılışından itibaren 9 Kurultay 3 Olağanüstü Kurultay yaptı. Yani toplamda 33 olağan Kurultay, 11 olağanüstü Kurultay sonrası şimdi 12. olağanüstü Kurultayını yapacak 18 Aralık’ta.
CHP tarihinde hem parti hem de ülke için önem taşıyan kurultaylar da var.
15 Ekim 1927, 2. Kurultay: Atatürk "Nutuk"u okudu.
10 Mayıs 1931, 3. Kurultay: İlk kez tüzükten ayrı olarak bir de program yapıldı. "Cumhuriyetçilik", "Halkçılık", "Milliyetçilik", "Laiklik", "Devletçilik" ve "Devrimcilik" ilkeleri Parti Tüzüğü ve Programına girdi.
22 Haziran 1953, 10. Kurultay: Programda ilk kez "Hukuk Devleti" kavramına yer verildi, iki meclisli bir sisteme geçilmesi, Anayasa Mahkemesi'nin kurulması, seçim güvenliği, yargıç bağımsızlığı, sendika ve meslek örgütleri kurma özgürlüğü, işçilere grev hakkı gibi görüşler programa alındı.
12 Ocak 1959, 14. Kurultay: "İlk Hedefler Bildirisi" kabul edildi
16 Ekim 1964, 17. Kurultay: Kurultay sonunda "İleri Türkiye Ülkümüz" başlıklı bildiri yayınlandı.
18 Ekim 1966, 18. Kurultay: Genel Başkan İsmet İnönü'nün "ortanın solu" görüşü, kurultayda, partinin politik çizgisi olarak benimsendi.
27 Kasım 1976, 23. Kurultay: Parti programına “Altı Ok” ile simgelenen ilkelerin yanında, demokratik sol politikanın dayandığı altı kural (özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü, halkın kendini yönetmesi) daha getirildi.
CHP’nin 1992 sonrası ikinci hayatındaki kurultaylar ise hepimizin hatırladığı gibi Deniz Baykal kurultayları. Parti programının tartışıldığı, geliştirildiği, değiştirildiği kurultaylar değil, o günün şartlarında Baykal muhaliflerinin tasfiye edildiği kurultaylar.
Sonuç çok açık, kitle partisi olma özelliğini yitirmiş, korkulara teslim olmuş, statükodan yana, beslenme ve yenilenme niteliği sıfıra inmiş, profesyonel particilere teslim olmuş, iktidar iddiası olmayan bir parti.
Şimdiki de yine bir yönetim seçimi kurultayı.
Öyleyse niçin CHP konuşuyoruz?
Niçin CHP’yi kaderiyle baş başa, tarihte bırakmıyoruz? Bu kez, tarihsel koşullar ve ülke siyaseti için bu kurultayı anlamlı kılan şeyler var.
Parti yönetiminin tercihleri üzerinden bakılınca başka, tabanı açısından bakılınca başka, ülke siyasetinin ihtiyacı üzerinden bakılınca başka analizler yapmak ve farklı sonuçlara ulaşmak mümkün.
Ülkenin sürdürülemez, marka olmuş sorunları var. Bu sorunların artık şimdiye dek olduğu gibi sürdürülebilme şansı yok. Örneğin demokratikleşme, devletin yeniden yapılandırılması, yönetimin yeniden yapılandırılması, demokratik topluma dönüşme, Kürt meselesi gibi sorun alanları çözüme ulaşmadıkça, yeni bir toplumsal mutabakat ve yeni bir “biz ütopyası” hayata geçmedikçe huzura eremeyeceğimiz açık. Fakat bu meseleler bir yandan kendi dinamikleriyle değişiyor, sorunların nitelikleri ve kendi iç dinamikleri değişiyor öte yandan da bu meseleler toplumsal psikolojiyi ve bireyleri sanıldığından, çıplak gözle gözlendiğinden daha derinden etkiliyor.
Kürt meselesinde gelecek bir yıl içinde önemli adımlar atamaz isek, gelecek yıl bu zamanlarda dağda çatışma ve ölümleri değil, şehirlerdekileri konuşmaya başlayacağımız açık. Demokratikleşme meselesinde geciktikçe toplumun iç hoşgörüsünün azalmakta olduğu, farklılıkların her birinin kendi şoven dillerine teslim oldukları ve bunun bir arada yaşamayı değil, gettolaşmayı körüklediği de açık. Ya da devletin ve yönetimin yeniden yapılandırılmadan sürecek hayatın içinde hukuka güvenin, hukukun üstünlüğüne olan inancın, siyasete olan güven ve talebin de aşınmakta olduğunu görüyoruz. Kazara olmuş sanılan ve haftasına unutulan bazı olaylar gösteriyor ki, hukuka güvensizliğin artışı kendi sorunlarını hukuk dışından çözme tahayyülünü ve cesaretini artırıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bu sorunlar yalnızca siyaset eliyle çözülebilir. Fakat siyaset zemininde bütünlüklü bir demokrasi projesi olan parti ya da hareket yok ne yazık ki. Var olan düzen ve koşullara muhalif olan, seçmenlerin çok önemli bir kesimince hala değişimin temsilcisi gibi algılanan Ak Parti’nin handikapları da meydanda. Konumuz Ak Parti olmadığı için “niçin böyle” meselesine burada girmeyeyim.
Siyaset sahnesinde, müzakere-ikna-uzlaşma sürecinde Ak Parti karşısında daha demokrat, daha değişimci bir programa sahip, seçmen kitlelerini bu programa ve kendi kadrolarına inandırmış bir çağdaş, demokrat partiye, yeni bir ütopyaya ihtiyaç var.
90’lardan günümüze bu yönde sayısız girişim oldu. Kamuoyunda görünür olmuş olamamış neredeyse elliden fazla hamle hazırlığı oldu. Bazıları partileşmeyi becerdiler de. Bu girişimlerin hemen hepsi de çıkış noktası sol veya sosyal demokrat gelenekten gelen kadroların yeni bir program, yeni bir örgütlenme çabasıydı. Ayrı bir uzun çalışma ve anlama çabası gerektirse de, bu girişim ve partileşmelerden kitlelere mal olmuş bir parti çıkarılamadı. Bu girişimlerin hemen tümünün önündeki psikolojik eşiklerden birisi CHP’nin varlığı ve sol, sosyal demokrat olma niteliğini kaybetmesine karşın hala süren zihinlerdeki blokajıydı.
Şimdi, 2011 seçimlerine yedi ay kala, sürdürülemez sorunlarımızın da olduğunu bilerek, seçimlerde ve sonrasında ne olacağı sorusu hemen önümüzde. Bireysel pozisyonlar, tercihler bir tarafa, asıl soru CHP değişmeyi başarabilir, çağdaş, demokrat bir partiye dönüşebilir mi? İktidar alternatifi olabilir mi? Tek kutupluluğa doğru giden siyaset zemininde Ak Parti’yi de ileriye doğru iten ikinci bir güç olabilir, siyasete denge getirebilir mi? Seçim sonrası sürdürülemez sorunların çözümünde aktif aktör olabilir mi?
Değişim nereden, nasıl başlar?
CHP değişecekse, değişebilirse, bu değişim nasıl olacak? Bir siyasal örgüt, bir parti ya liderliğin yeni bir vizyonuyla ya örgütün iç dinamikleriyle ya da tabanının değişen talepleri ve enerjisiyle değişebilir. Ama bu üç unsur da halinden memnun ve değişim ihtiyacı duymuyorsa da dış dinamiklerle değişmez. Zamanın ruhunun dışına düşerse de yok olur gider. CHP liderliğinin, örgütünün ve tabanının değişim ihtiyacı duyup duymadığını çok kısa sürede anlayacağız.
CHP örgütünün kendi iç dinamikleriyle değişebilme yetisinin olmadığı hemen herkesin mutabık olduğu bir tespit. Kemal Kılıçdaroğlu’nun değişim isteyip istemediğini, nasıl bir vizyonu olduğunu ise 18 Aralık akşamı Kurultay’da yapacağı konuşmadan ve yaptığı kadrodan anlayacağız.
Bu dizi de yapmaya çalışacağımız ise CHP tabanının karakteriyle ilgili ipuçları aramak. CHP tabanı denilen kitlelerin, bireylerin, KONDA bulgularıyla karakterleriyle ilgili ipuçlarını ortaya çıkarmak. Bu ipuçlarından tabanın değişim talebinin olup olmadığını anlamaya çalışmak.
YARIN: Araştırmalar konuşuyor; CHP tabanı iyimser mi, kötümser mi?