09 Mayıs 2011

Kampanyalar, reklamlar, bütçeler

Siyasi Partiler Kanunu uyarınca genel seçimlerde barajı aşarak, Hazine...


Siyasi Partiler Kanunu uyarınca genel seçimlerde barajı aşarak, Hazine yardımına hak kazanan Ak Parti, CHP ve MHP  genel bütçe gelirlerinin beş binde 2'sini 2007 seçimlerinde aldıkları oy oranlarına göre paylaştırılarak alıyorlar. 3 partiye 2011 yılı Genel Bütçe Gelirleri esas alınarak, 1-10 Ocak tarihleri arasında 109 milyon lirayı aşan Hazine yardımında bulunulmuştu. 
Ancak, Siyasi Partiler Kanunu'na göre genel seçim yıllarında partilere yapılan devlet yardımı, partilerin bütçeye göre hak ettikleri tutarın 3 katı olarak ödeniyor. Bu nedenle de partiler seçim tarihinin YSK tarafından ilan edilişini takiben Hazine’den yılbaşında aldıklarının iki katını daha aldılar. 

Yukarıdaki tablodan görüldüğü gibi Ak Parti 186 bin, CHP 83 bin, MHP 57 bin lirayı aşkın devlet yardımını seçim süreci ve seçim kampanyaları için harcamak için Hazineden yardım almış durumdalar. 
Elbette partilerin bu seçimde kullanacakları bütçelerin tamamı bu miktarlar değil. Aday başvurularından topladıkları, bağışlar, ayni yardımlar, her bir adayın kendi harcayacakları, il ve ilçe örgütlerinin kendilerinin yerelde toplayacakları ve harcayacakları yukarıdaki rakamlara dâhil değil. Üstelik toplanan ve harcanan bu ikinci dilimdeki paraların ne kadarının kayıt içinde, şeffaf ve denetlenebilir olduğu da ayrıca konuşulmalı, tartışılmalı. 
En düz mantıkla bile diğer gelir ve bağışlarla toplam bütçelerin hazine yardımı tutarı kadar daha olacağını varsayarsak, yuvarlak rakamlarla, Ak Parti 350, CHP 150, MHP 100 milyon liralık bütçelerle bu seçim için kampanya yapacaklar.  

Kampanyalar görsel medya ağırlıklı

Bu seçimde kampanyalara dair çok belirgin olan iki şey gözleniyor: Birincisi, kampanyalar çok büyük oranda TV’lere ve reklam filmleri gösterimleri ile mitinglere harcanacak. İkinci olarak da kampanyalar liderler üzerine odaklanacak. 
Bu iki gözlem doğruysa, ima ettiği şey partilerin siyaseti bireysel tercihlere indirgediği ve lider ile her bir bireyin ilişkisi üzerinden siyasetin biçimlendiğini varsaydıklarıdır. Yani gözümüzün önünde olan Amerikan modeliyle, siyasetin kişiselleştirilmesidir. 
Artık bu durumda partiler açısından partilerin kurumsal, örgütsel varlıkları, örgütsel çalışmaları, programları, seçim beyannameleri önemli değildir. Önemli olan liderin her bir seçmen ile ekranlardan ve miting meydanlarından kurabildiği siyasal veya duygusal ilişkidir. 
Seçmen açısından ise partilerin her bir seçmeni uzay boşluğunda bireyler olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Partiler tarafından seçmenlerin sınıfsal, etnik, dini, kültürel aidiyetlerinin veya kadın olmak, genç olmak gibi demografik farklılıkların önemli olmadığını varsayılmaktadır.
Halbuki seçmen dediğimiz ve tek bir oy mührüne indirgenmiş olan önce insandır. Zihniyle, gönlüyle, bedeniyle ve içinde yaşadığı, ait olduğu çevreyle insandır. Deneyimleri, öğrendikleri, değerleri, hayat tarzı, algıları, beklentileri, korkuları, umutları ve fikirleri olan insan... Seçmenler veya insanlar siyasi tercihlerini yalnızca reklamlarla ve liderler üzerinden oluşturmazlar.
Bu eksikli ve sorunlu siyaset tarzını bizim partilerimizin yapıları, zihniyet kalıpları ve siyaset tarzları üretmektedir. Bu meseleyi de gelecek yazıda ele alalım.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"