23 Ocak 2012

İki dava, iki yanlış savunma hattı

Geçen hafta iki önemli davada yeni bir aşamaya geçildi...


Geçen hafta iki önemli davada yeni bir aşamaya geçildi: Hrant Dink davası ve KCK davası.
Her iki davada da gelinen aşamada ve bu davalar etrafında oluşan süreçte bazı kırılmalar yaşanıyor. Bu kırılmaların ikisi de dava süreçlerinin kendi iç dinamiklerinde gizliydi bana kalırsa. O kırılmalar şunlar: İki dava da devletin demokratikleşmesi, toplumun demokrat zihniyete doğru dönüşümü için dinamikler ve fırsatlar üreten davalar. Fakat davalar etrafında oluşması gereken “demokrasi talebinde güçlenme” yaşanmıyor. Ve hatta bu iki dava etrafında oluşan yeni tepki ittifakları arasında bile değişmeler gözleniyor.
Hrant Dink davasının sürdüğü beş yıl boyunca bu davaya sahip çıkmayan, ortalıkta görünmeyenler ve hatta Ergenekon davaları için Silivri’yi mesken tutanlar, Hrant Dink davasının sonucu oluşan tepki cephesinde yer almak, kameralara en önde görüntü vermek için yarışıyorlar. Neredeyse “Hrant’ın arkadaşlarından” bile daha aktif ve sahipleniciler. 
Buna karşılık KCK davası etrafında oluşması gereken, Kürt meselesinde demokratik çözümlerin peşinde olanların da dahil olması gereken cephede de yeterli güçlenme görülmüyor. 
Belki abartıyorum ama gözlemlerim ve sezgilerim böyle. Bence bu kırılmaların iki davada da izlenen savunma hattıyla ilgisi var. Kastettiğim davaların avukatlarının izlediği hukuki savunma hattından daha geniş olarak siyasi savunma hattı.

Hrant Dink davasında “kim öldürdü” değil “neden öldürüldü” sorusu önemli

Hrant Dink davasında savunma hattı esas itibariyle cinayeti kimlerin işlediği ve ardındakilerin kim olduğunu teşhir etmek ve cezalandırmak üzerine kuruldu. Hepimiz biliyoruz ki bu cinayet elbirliği ile devletin görevlilerinin aktif rol oynadıkları bir cinayetti. Yani devlet içi bir “çete” değil bizatihi “devletin temel zihniyetiydi” karşımızda olan. Bu bilinirken o görevlilerin adlarının konması, mahkemeye çıkarılmaları ve cezalandırılmaları istendi. Yani savunma, aktörler üzerine inşa edildi.
Suçlu devletin bizatihi kendi temel zihniyeti, vatandaşları arasında farklı kimlikler istemeyen, farklılıkları gerektiğinde silahla yok eden devletçi zihniyetti.  
Savunma, bu devletçi zihniyetin teşhiri hedefiyle yani “kimler öldürdü” yerine “neden öldürdüler” üzerine inşa edilseydi, daha etkin bir toplumsal muhalefet fırsatı yaratılabilirdi.

Açılan çatlak devletin demokratikleşmesi yönünde kullanılabilirdi

Sistemin duvarlarında bu denli ayan beyan oluşan çatlak genişletilebilir, dava etrafındaki tepki devletin yeniden yapılanması ve toplumsal dönüşüm için bir demokrat talep ve hareket enerjisi üretilebilirdi.
Şu anda yaşadığımız ise geleceğe yönelik bir talepten daha çok öfke ve hayal kırıklığı. Üstelik de Rakel’e en yakın yerde durarak fotograf vermeye çalışanların arasında bazılarının bu demokrasi talepleriyle en küçük bir ilişkileri olmadığı halde. 
KCK davasında da tersten gelerek benzer bir mesele var. KCK örgütlenmesi ve asıl arkasındaki felsefe bana göre de yanlış. KCK Türk-Kürt ortak yaşam projesi değil. Hatta KCK, Kürtler asasında farklılıklarına karşın Kürtlerin bir arada yaşam projesi bile değil. Yalnızca kendi siyasi fikriyatı etrafında olan kitleler ve kendi siyasi hareketinin mensuplarına dair bir proje.

KCK fikriyatı savunulabilir miydi?

Ama bunun yanı sıra, şiddeti savunmadan, silah kullanmadan sivil siyaset ve yaşam alanında var olmaya çalışan bir siyasi girişim. Bu tarafıyla da geçerli kanunlara göre sorunları olsa da sivil siyaset adına, silahlara alternatif alan arayanların, Kürt meselesinde demokratik çözümlerden yana olanların içerik ideolojiyi doğru bulmasa da demokrasi talepleri içinde var olma hakkını savunabilecekleri bir girişim. 
Fakat KCK davasında BDP’nin başını çektiği savunma KCK’nın bu yönüne değil. Sanki KCK diye bir örgütlenme yokmuş, iktidar BDP kadrolarını topluyormuş, hatta davanın bütün detaylarında saçma sapan komiklikler varmış gibi müstehzi bir dil tutturuldu. Yani savunma silaha alternatif bir örgütlenmenin, sivil siyasetin önünün açılması gereklikliği üzerine değil böyle bir örgütlenme hiç yokmuş üzerine ve iktidar karşıtlığı üzerine inşa edildi.
Dolayısıyla yine KCK davası etrafında bir demokrasi talebi güçlenmesi değil, BDP etrafında iktidarla bir mücadele hedeflendi.

Düzene muhalefet yerine iktidara muhalefete sıkışmak

İki davada da bu iki yanlış savunma hattı, giderek iktidara muhalefete kilitlenmeye ve bu nedenle de sıkışmaya doğru gidiyor.
İki davanın etrafında oluşması gereken devletin 100 yıllık zihniyetinin geriletilmesi, yani özü itibariyle düzene ve zihniyetine muhalefet iken, sıkışılan yer iktidara muhalefet oldu.
Düzene muhalefet, iktidara muhalefeti içerir. Ama aynı zamanda düzene muhalefet iktidara muhalefetten ibaret değildir. Yalnızca iktidara muhalefet pozisyonuna sıkışmak, giderek odak kayması doğurabilir de. Düzen ile iktidar arasındaki günlük çekişmeler giderek abartılır, giderek düzenin falsoları değil, iktidarın falsoları öne çıkmaya başlar ve farkında olmadan ve siz iktidara muhalefet ederken düzenden yana pozisyon almış olabilirsiniz.
Nitekim son yıllarda sol içinde yaşanan ayrışmaların kökeninde bu odak kayması var. Benzer şekilde Kürt meselesi etrafında da gözlenen yeni ittifaklarda da… 


 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"