30 Aralık 2013

Herkes giderek inandırıcılığını yitiriyor

Ortalık toz duman yine. Son iki haftadır yaşananlar üzerine okumadığınız, dinlemediğiniz bir şey kaldığı sanmıyorum

 

Ortalık toz duman yine. Son iki haftadır yaşananlar üzerine okumadığınız, dinlemediğiniz bir şey kaldığı sanmıyorum.  Son beş yıldır olduğu gibi aynı siyasiler ve yorumcular aynı biçimde hizalandı. Tek fark beş yıldır aynı argümanları, paragrafları kuranlar yer değiştirdi. Önceden bir tarafın kullandığı dil ve argümanları şimdi öteki taraf kullanıyor, öbür taraf da ötekilerinkileri.

Bu denli aklını ve ruhunu kutuplaşmaya rehnederek konuşanlar şunun farkındalar mı acaba? Herkes giderek inandırıcılığını yitiriyor.

İki tarafta da hiç kimse üç yıl, beş yıl önceki sözlerinden, pozisyonundan özeleştiri yapmadan, karşı tarafın argümanlarını ve sözlerini bugün kullanmaktan en küçük bir rahatsızlık belirtisi göstermiyor. Üstelik bu hükümet döneminin en büyük kazanımı sayılan askeri vesayetin geriletilmesi bile ne yazık ki hükümeti savunma adına söylenenler sayesinde şüpheli ve tartışılır hale geliyor. Bir bakıma yine hükümeti savunma gayretleri sayesinde, hükümetin kendini savunma refleksiyle yaptığı her hamleyle devletçi zihniyet ve politikalarda neredeyse on yıl geriye döndüğümüzü kimse görmüyor.

Son iki haftadır yaşanılanların iki boyutu var: Hukuki ve siyasi. Hükümet birinci günden itibaren, yine her zaman yaptığı gibi, yolsuzluk meselesinin hukuki boyutunu bilerek yok sayıyor ve meseleyi siyasi boyuttan göğüslemeye çalışıyor. Sanki yüzde bilmem kaç oy alınca hukuki sorumlulukları ortadan kalkacakmış gibi.    

Son iki yıldır her mesele böyle. Konunun, sorunun içeriği hiç önemli değilmiş gibi davranılıyor, içerik yok sayılıyor. Sorunun içeriğine dair süreçler ve tartışmalar ile siyasi boyut ayrıştırılamayınca da her mesele siyasi kriz haline dönüşüyor.

Denecek ki yolsuzluk bahane, hükümete siyasi saldırı var. Doğru elbette, ama bu kez yolsuzluk gibi haklı ve meşru bir zeminde. Eğer hükümet bu saldırıyı boşa çıkarmak istiyorsa yapılacak şey meselenin hukuki ve siyasi boyutlarını ayrıştırmaktı, içeriği yok saymak, yokmuş gibi davranmak değil.

Ülke seçim rallisine giriyor. Bu üç seçim sonrası ülkeyi yönetecek siyasi kadroların en az yarısı değişecek. Bunlara bağlı olarak yerel ve ulusal bürokrasinin karar verici noktalarında olanların da yarısı değişecek. Seçim süreci boyunca her bir siyasi aktör de şöyle veya böyle değişecek. Bu değişen kadrolar ülkenin gelecek elli yılını belirleyecek kararları verecek kadrolar olacaklar. Çünkü dünyanın, Orta Doğu’nun dinamikleri de ülkenin iç dinamikleri de var olan devlet ve yönetim yapısının sürdürülemezliğini dayatıyor.  Yenilenmiş siyasi kadrolar ve aktörler ya değişimi yönetecek ya da ülke yeni küresel dengeler içinde sıradan bir ülke ve belki de “Avrupa’nın taşrası” olarak kalacak.

Bu seçim rallisi bir bakıma nihai siyasi hesaplaşma. Böylesi bir döneme girilirken her bir iç ve dış aktörün dinamikleri ve süreci etkileyecek girişimlerde bulunmaması düşünülemezdi. Sorun aktörlerin ne yaptığı ya da yapmak istediğinde değil, yönetme erki olanların sorunları ve süreci nasıl yönettiğinde.

Bu gerilimin içinde iki tarafta da kimse kendi ütopyasını anlatmak derdinde değil. Tabi eğer varsa. Gerilimin tarafları aktörler üzerinden pozisyon alıyorlar. O nedenle kimse mesele üzerinden, bu sürecin sonundaki ülke hayalinden beslenerek konuşmuyor. Birbirlerini ve hatta kendilerini koşulsuz desteklemeyenleri de şeytanlaştırmanın dışında bir hedef yok. Ya da varsa bile biz bilmiyoruz.

Demokratikleşmeyi savunduğunu söyleyenlerin bile tek adamlığı ve merkeziyetçiliği savunur hale geldiği, kuvvetler ayrılığı gibi evrensel bir ilkenin bile 2013 Türkiye’sinde yeniden konuşulur hale geldiği günlerden geçiyoruz.

Sürekli olarak her meselede aynı seçime, aynı sınava zorlanıyoruz, sivil siyaset için sivil siyasetçilerin de keyfiliğine razı olmak ya da Kürt meselesinde açılım süreci uğruna yolsuzluklara da razı olmak. Şeffaflığı, hesap verebilirliği, denge denetleme mekanizmalarını ve sivil siyaseti bir arada yaşatamayacakmışız gibi düşünmemiz isteniyor.

Yolsuzluğa da vesayete de sıfır tolerans diyemiyoruz. Böylesi siyasi saldırıları önlemenin yolu sonuna kadar şeffaflıktır, hesap verebilirliktir diyemiyoruz. Ekonomik istikrarı sağlamanın ve oyunları boşa çıkarmanın yolu özgürlükleri artırmaktır diyemiyoruz. Aksine merkeziyetçiliği, keyfiliği, yasakları demokrasiyi korumak adına savunmaya kalkıyoruz.

Anlaşılan o ki bu gerilimli süreç en azından yerel seçimlere kadar sürecek. Hükümetin öfkelenerek hata yapmaya açık olduğu görüldükçe belki saldırılar daha da yoğunlaşacak. Yerel seçimlerdeki sonuca göre taraflar pozisyon ve tutumlarını bir kez daha gözden geçirecekler.

Bu yerel seçimler süresinde her bir partinin Türkiyelileşirken yerelleşmeyi nasıl başaracağını izlemeyi ve her zeminde, her fırsatta yeni anayasayı tartışmayı beklerken biz alfabenin başına döndük. Hala sivil siyasete güvenin, vatandaşa güvenin sorgulandığı veya her fırsatta yok sayıldığı noktadan bir adım öteye gidememişiz meğer.

Sıkça söylediğim gibi mehteran yürüyüşünün bu toprakların icadı olmasının bir nedeni olsa gerek!

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"