06 Haziran 2013

Gezi Parkı direnişi dipte neleri değiştiriyor

Yaşadığımız sürecin neleri değiştirdiğini ve gelecekte de neleri değiştireceğini daha çok konuşacağız. Konuşmalıyız da. Yaşananların ne tek bir cümlelik tanımı var ne de açıklaması

Yaşadığımız sürecin neleri değiştirdiğini ve gelecekte de neleri değiştireceğini daha çok konuşacağız. Konuşmalıyız da. Yaşananların ne tek bir cümlelik tanımı var ne de açıklaması.

Kolaycılığa kapılmadan, gaza da gelmeden siyaset kültüründe ve asıl toplumun psikolojisi ve davranış kodlarında nelerin değişmekte olduğunu anlamamız gerek.

Mesele yalnızca bu on günden sonra kimin oy oranının, kaça indiği veya çıktığı meselesinden daha derin ve yapısal sonuçlar üretme potansiyeline sahip. Bu sonuçlar da hemen öyle birkaç gün içinde görülebilir sonuçlardan daha ötede ve daha derinde gelişecek.

Bu dip değişimi anlayabilmek için on gündür sokaklarda önce gaddar polis şiddetine direnen bugün de sokakları, meydanları bir panayır yerine çeviren kalabalıkların ortak derdinin ne olduğunu doğru tanımlayabilmemiz gerekiyor.

 

Her gün sürecin belirleyici dinamiği değişti

 

Görünür neden ne? On günlük direniş her gün farklı dinamiklerle çoğaldı ve 77 ile yayıldı. Birinci gün Taksim ve Gezi’ye dair projelere, bu projelerin merkeziyetçi ve keyfi tasarım ve karar süreçlerine itiraz iken ikinci gün polis şiddetine ve gaddarlığına itiraza dönüştü; üçüncü gün genel hayat alanını ve hayat tarzını koruma kaygısıyla çoğaldı ve dördüncü gün Başbakan’ın söylemlerine karşı öfke ve tepkiye dönüştü.

Bu dört evrenin ve bu evrelerin belirleyici dinamiklerini bir basamak üsten soyutlayarak baktığımızda şu ortaklıkların öne çıktığı görülüyor.      

Merkeziyetçiliğe ve keyfiliğe yani yönetim düzeni ve tarzına itiraz ediliyor.

Çevreye duyarsızlığa itiraz ediliyor.

Devletin vatandaşı istediği gibi denetleyebildiği ve cezalandırabildiği düzene itiraz ediliyor.

İster cumhuriyetçi ister dindar, dayatılan tek tipliliğe itiraz ediliyor.

 

İster general ister sivil olsun marangozluğa itiraz

 

Bu itirazların yalnızca bir partinin yanında ya da karşısında olmakla ilgili olmadığı çok açık. Evet, direnenlerin Ak Parti politikalarıyla dertleri var ama var olan devlet nizamıyla daha büyük dertleri var.

O meydanlardakilerin ister general olsun ister sivil, seçilmiş siyasetçi en tepeden her şeye karar veren merkeziyetçi otoriteyle dertleri var.  Devletin, ister generaller ister seçilmiş siviller marifetiyle olsun marangozluğa soyunup, herkesi ve tüm hayatı tek tipleştirmelerine itirazı var.

Bu itirazları doğru tespit edip etmediğim, bu itirazların haklı ve yerinde olup, olmadığı tartışmasını başka yazılara bırakalım ama bugün asıl toplumdaki ve hayattaki sürecin tetikleyeceği dip dalgalara dikkat etmek gerekiyor.

 

Hak talebi eylem ve örgütlülüğü çoğalacak ve yükselecek

 

Bu topraklarda neredeyse bin yıldır hiçbir hak talebi başarıya ulaşmamış. Aksine her hak talebi büyük kıyımlarla bastırılmış. Hak talepleri eşkıyalık, şakilik, mürtecilik, solculuk, anarşistlik, teröristlik, bölücülük gibi her türlü negatif sıfatla tanımlanmış. Toplumsal bellekte hak talebi demek kıyım demek. Belki de hiçbir dilde örgüt kelimesi bu denli negatif anlam ve tını taşımıyor. Üstelik hala da örgütlenmenin önünde, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmanın önünde, genel olarak siyaset yapmanın önünde yasal engeller var.

O nedenle bu topraklarda hiçbir aile çocuğuna sendikaya, derneğe girmesini teşvik etmez.

İşte bu duygu kırıldı. Geçmiş on günlük süreçte ilk kez aileler ve çocukları beraberce meydanlarda.

Bu kırılma kadın hareketi, çevre hareketi ve tüketici hakları gibi geleneksel siyaset dışındaki üç alanda müthiş bir enerji patlaması yaratacak. Yeni muhalefet bu üç alandaki örgütlenme hüner ve becerisinden ve başarı hikayelerinden beslenecek. Elbette başarılabilirse.

\

 

Kutuplaşmaya toplum müdahalesi

 

Yaşanan siyasi kutuplaşma bir yandan Ak Parti bir yandan CHP tarafından körüklendi. Dindar muhafazakarların siyasal İslam kanadı rövanşistliği, modernlerin endişeli modern kanadı din ve irtica fobisini körükleyerek, karşılıklı öcüleştirmeyi esas aldı. Hayatın ve toplumun büyük değişimini anlamak yerine birbirlerini öcüleştiren bu anlayış giderek hem siyaseti hem hayatı duygusal ve zihinsel ambargolara kilitledi.

İki tarafta ama özellikle Ak Parti bu kutuplaşmanın büyük yararlanıcısı olacağını umdu. Başbakan’ın çoğu söylemi hükümetin gerçek niyetinden, yapılmak istenenden daha çok endişeli modernleri bu kutuplaşmaya kilitlemek amacını taşıyordu. Öyle de oldu aslında.

Toplumun yüzde altmışlık bir kesimi otuz beşi Ak Parti yandaşlığı, yüzde yirmi beşi Ak Parti karşıtlığı pozisyonuna sıkıştı. Bu yüzde otuz beşlik çekirdek Ak Partinin büyük toplumsal desteğini tetikledi ve sürekli hale getirdi.

Ama toplumun hayatını sürdürme güdüsü ve iradesi bu çatışmacı kutuplaşmanın siyaset eliyle çözülmemesine bir nokta da müdahale edecekti. Yani kutuplaşma  toplumun bu büyüklükte gerçek duygusu olmadı hiçbir zaman. Bireysel hayatında çoğulculuğa yatkın insanların toplumsal hayatta ve ülkeye dair meselelerde bu denli bir birlerinden kopuşunun olası sonuçlarını toplum sezgileriyle kavradı.

Kürt meselesindeki beş aylık açılım süreci, kültürel kimlikler arası kutuplaşmayı törpülerken, toplum ilk kez bu denli bir birinin ihtiyaç ve taleplerini konuşmaya başlamışken, siyasal kutuplaşmanın hala körüklenmesini anlayamıyor.

Şimdi de siyasi kutuplaşmaya doğrudan müdahale ediyor. O nedenle meydanlardakiler yalnızca Ak Parti’nin varlığına itiraz edenleri değil, bazı Ak Parti politikalarına itirazları olanları ve hatta bazı Ak Parti seçmenini, yarın yine Ak Parti’ye oy verecekleri de kapsıyor.

Meydanlardakiler tüm siyasete ve var olan aktörlere bir şey anlatmaya çalışıyor. Anlayabilene.

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"