30 Ekim 2011

Felaketi bile siyasallaştırmayı başardık

Bir önceki hafta Çukurca saldırısı, bu hafta da Van depremi, ne kadar derin bir toplumsal...


Bir önceki hafta Çukurca saldırısı, bu hafta da Van depremi, ne kadar derin bir toplumsal ve siyasal kutuplaşma yaşamakta olduğumuzu gösterdi. Ve kutuplaşma belasının ne kadar yaygın olduğunu, doğa felaketini ve sonrasını bile ne kadar muhakeme yeteneğimizi bırakarak göğüslediğimizi, şiddete meyletmiş zihniyetin ve dilin ne kadar yaygın olduğunu. 
Bu yaygın belanın ve şiddet zihniyet ve dilinin azınlıkta olduğunu, yardımlar için nasıl seferber olunduğunu falan söyleyebilirsiniz ama kendimizi kandırmayalım. Yaşananın siyaset eliyle geliştirilmiş bir toplumsal iklimin toplumun duygusal çöküntüye ve kopuşa doğru dönüşmekte olduğunu görmezden gelemeyiz.
Bu görmezden gelme hali, iyiyi öne çıkaralım da kötüyü göz ardı edelim, küçükseyelim çabası ne yazık ki dört beş yıldır yaşanmakta olan kutuplaşmayı kavramamızı, onunla mücadele etmeyi geciktiriyor. İnsan eliyle yarattığımız felaketin boyutlarını hala doğanın felaketi vesilesiyle bile kavramamakta ısrar ediyoruz.

Kâinat, yalanın gerçekliğine değil, kendi gerçekliğine uygun tepkiler verir(1) 

1.Büyük ülke olduk, büyük ekonomik güce ulaştık, değişimi başardık, milli geliri şu kadar artırdık, bu kadar yol yaptık, Avrupa Birliği’ne ihtiyacımız kalmadı, Birleşmiş Milletlere yön vereceğiz derken bir doğa felaketi bütün sırlarımızı döktü, gerçek ortaya çıktı. Gördük ki kainat, doğa, hayat ve reel hayatın sorunları olduğunu sandıklarımıza göre değil, kendi gerçekliklerine göre yol alırmış.
2.Deprem bir kez daha devletin ve yönetim mekanizmalarının ne kadar siyasallaşmış, beceriksiz, hantal ve verimsiz olduğunu ortaya çıkardı. Ülkenin deprem gerçekliğine, Marmara depremi gibi yakın zamanın büyük felaketine karşın, devletin ve yönetim düzeninin ne organize olabilmek, ne hızlı ve kıvrak tepki verebilmek, ne herhangi bir meseleyi etkin yönetebilmek, ne sivil toplumu ve gönüllüğü yönetime katabilmek becerilerinin de niyetinin de olmadığı görüldü. 
Daha da acısı, felaket anında bile, devletin ve bürokrasinin kendinden saymadığı, makbul vatandaş kabul etmediklerini herhangi bir karara ve eyleme dahil etmemekte ne denli kararlı ve ısrarlı olduğunu da gördük. Yeni anayasa meselemizin yalnızca Kürt meselesinden ya da laiklik meselesinden ibaret olmadığı, yönetim sistemi ve devlet aygıtının tümüyle yeniden yapılandırılması gerektiğini umarım artık anlamışızdır.   
3.Deprem siyaset dünyamızın ve siyasilerimizin ne denli sakil durumda olduğunu gösterdi. İster Türk ister Kürt siyasetçi olsun, ister ulusal ister yerel siyasi yönetici olsun, ister solcu ister sağcı olsun tüm siyaset dünyamızın felaket anında bile partizanlığı, dar görüşlülüğü, diğerlerine karşı dışlayıcılığının ve hatta ötekileştirmenin artık düşmanlığa dönüşmekte olduğu da ortaya çıktı. Felaket anında bile aynı uçağa binemeyen, beraberce felakete karşı yapılacakları konuşamayan, yalnızca kendi belediyeleri arasında yardım organize etmekte beis görmeyen, felaket bölgesini ziyaretini bile bir halkla ilişkiler programına çevirmeye çalışan siyaset adamlarımızın yeni bir toplumsal uzlaşmaya ve yeni anayasaya vizyonerlik ve liderlik edip edemeyeceklerini merak ediyorum ben.
4.Felaket günlerinde bile operasyonları sürdüren hükümet ve güvenlik bürokrasisi, mayınlamaya, saldırmaya, öldürmeye devam eden sözde özgürlük savaşçılarıyla Kürt meselesini nasıl çözeceğimizi de merak ediyorum.

Doğa felaketini bile Ak Parti yandaşlığı, karşıtlığı penceresinde konuşuyoruz

5.Deprem medyanın hem mesleki hem de siyasi olarak ne denli Ak Parti yandaşlığı ve karşıtlığı üzerinde ayrıştığını ve meslek ahlakından ne denli uzaklaşmakta olduğunu gösterdi. Her haberi ve yorumu yalnızca hükümete vurmak veya hükümeti savunmak üzerinden gören ve yazanlarla nasıl sağlıklı bir tartışma ortamı, haber ve bilgi alma özgürlüğü ortamı yaratabileceğimiz tartışılır. Felaket anında bile haber ile yorumu ayırt etmeden, felaket özel sayfalarında bile felaketi değil bizatihi kendini haberleştirmeye veya öne çıkarmaya çalışan anlayışla,  her eleştiriyi ve hatta çadır sayısıyla bile hükümete vurmak veya hükümeti savunmak güdülerine rehin olmuş yorumculukla nereye kadar yürüyebileceğimizi göreceğiz. 
6.Ortak yaşama irademizin ne denli zayıflamakta olduğunu gördük. Yalnızca iki ekran yüzüyle ibaret olmayan, Türk veya Kürt, kadın veya erkek ama özellikle gençlerde ve eğitimli kesimlerde karşılıklı nefretin nerelere geldiğini, sanal ortamlarda, haberlerin altlarına yazılan yorumlarda ne denli nefret söyleminin gelişmiş olduğunu da gördük.  
7.Depremzedelere yardım kampanyalarını sanal ortamda fırsatçılığa çevirmeye çalışan, twitter’da takipçi artırmayla yardım miktarını birbirine bağlayan, yardım kampanyalarını marka yönetiminde bir politik araca çevirmeye çalışan işadamları ve şirketlerini, markalarını gördük.

Olanı yorumlamak yerine önce anlamak gerekiyor

Bu millet şöyledir, bu toplum böyledir ezberleri yerine 2011 Türkiye’sinde ve var olan toplumsal psikoloji içinde, merhamet ve acımadan, iyilik ve kötülükten, sevgi ve nefretten, ortak yaşam ve ortak kaderden ne anlıyoruz sorularını sormanın zamanıdır. Var olan gerçeklikten daha iyiye ve güzele ulaşmanın yollarını nasıl oluşturacağımızı düşünmenin zamanıdır. Kutuplaşmanın, şovenliğin, nefretin zihniyeti ve dilinden kurtulup sevginin, barışın, huzurun zihniyet ve diline ulaşabilirsek ancak yeniden ortak yaşama irademizi güçlendirebiliriz. Yoksa felaket anında bile ortalıkta bu denli kolay geçer akçe olan yandaşlık ve karşıtlıklarımız muhakeme yeteneklerimizi yok ettikten sonra yüreklerimizi de ele geçirecek.  

[1] Nurdan Beşergil, Mecburi İstikamet romanından

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"