11 Ekim 2012

Diyarbakır Emniyet Müdürü ne demiş oldu?

Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven “Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz” demişti.

 

 

Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven “Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz” demişti. Tartışma yaratan bu açıklamanın ve ardından üç parti liderinin aldıkları pozisyon neyi gösteriyor?
 
Birincisi Recep Güven’in sözleri her ne kadar Diyarbakır’da söylenmiş olsa da asıl muhatap Kürtler değil, Türkler. Muğla’daki, Konya’daki, Tokat’taki Türklerin bu cümle ve devamındaki sözleri bir Emniyet Müdürünün ağzından duymuş olmasının barış sürecindeki önemi çok büyük. Kürt meselesini yaratanın gerçekte Kürtler değil, devletin politikaları olduğunun üst düzey bir bürokratın ağzından Türklere duyurulması, en azından Kürt meselesinin toplumsal katmanındaki barışma ve uzlaşma için çok ama çok değerli. 
 
Bu konuşmanın ikinci olarak gösterdiği, Kürt meselesindeki her bir aktörün içindeki çatlağın ne denli derinleştiğini açığa çıkarmış olması. Sıkça yazıyorum, birçok sorunumuzu aktörler üzerinden tartışmak, aktörlere kategorik bakmak sorunlu. Gerek iktidar partisi gerek diğer partiler olsun, gerek Genel Kurmay ve gerekse Emniyet Teşkilatı olsun her bir aktörün içinde barışçı çözümden yana olanlar da var, yıkıcı çözümsüzlükten yana olanlar da. O nedenle bir aktörü kategorik olarak barıştan yana veya karşı olarak tanımlamak ve pozisyon almak yerine, her bir aktörün içindeki değişim ve barışın peşinde olanların yeni zihni ve siyasi ittifaklarına destek olmak gerekiyor. Bu noktadan bakınca Recep Güven’in açıklamaları polis içinde de bir çatlağın genişlediğini ve derinleştiğini gösteriyor.
 
 

Partilerin hepsi denk dozda milliyetçi

 
 
Bu konuşmaya üç parti liderinin de karşı çıkışı ise ayrıca irdelemeye değer. Üç liderin de ve dolayısıyla üç parti yönetiminin de Kürt meselesinde ne denli şoven bir bakış içinde olduklarını gösteriyor. Üçü de sanıyorlar ki şoven bir kitle bir yerlerde ve açıkta onları bekliyor ve oylarıyla hangi partiye destek vereceklerine bu söylemlere bakarak karar verecekler. Ama iki nedenden yanılıyorlar.
KONDA Barometresinin Aralık 2010 teması olan “milliyetçilik ve ulusal gurur” araştırmasının bulguları üzerinden not edeyim:
 
Bu ülkede milliyetçilik, ne yaşa ne eğitime ne cinsiyete ne de bilinen demografik farklılıklara göre değişiyor.. Bu da gösteriyor ki, bu topraklardaki milliyetçilik, eğitim sistemi üzerinden hepimizin beynine yerleştirilmiş ezberlerden ibaret.        
 
 

Milliyetçilik değil lümpenleşme

 
 
Bu nedenden dolayı hemen her partinin tabanı da benzer milliyetçi reflekslere sahip. Milliyetçilik bir partinin tekelinde değil, doz farkları olsa da hemen her seçmen kümesi için geçerli.
 
Örneğin “bu ülke için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” cümlesine MHP seçmeninin yüzde 72’si “doğru” derken, Ak Parti seçmeninin de CHP seçmeninin de yüzde 67’si “doğru” diyerek onaylıyor. Yine bir başka bulgu, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” cümlesine MHP seçmeninin yüzde 90’ı “doğru” derken, Ak Parti seçmeninin yüzde 76’sı, CHP seçmeninin yüzde 68’i de “doğru” diyor.
 
\
 
Benzer 6 sorunun tüm cevapları üzerinden bir milliyetçilik puanlaması hesaplandığında MHP seçmeninin milliyetçiliği 94 puan iken, Ak Parti seçmeninin milliyetçiliği 66 puan, CHP seçmeninin milliyetçiliği de 61 puan.
 
\
 
Partilerin tabanları MHP’ninki biraz daha önde olsa da milliyetçilik konusunda benzerler. 
 
KONDA Barometresinin Temmuz 2010 teması olan “siyasal kimlikler araştırmasının” bulgularından bir not, “vatanseverlik” bu toplumun yüzde 93’ü için, “milliyetçilik” yüzde 64’ü için siyasal kimliği olarak kendini ifade etmeyi tercih edeceği kavramlar.
 
Bir bulgu da Eylül 2012’den, soruyu “siz kendinizi siyasi olarak hangisiyle tanımlamak isterdiniz” şeklinde yani “yalnızca birisini seçeceksin” diyerek sorduğunuzda ise “milliyetçiyim” diyenler yalnızca yüzde 15, “ülkücüyüm” diyenler yalnızca yüzde 5. 
 
Bu bulguların özeti, milliyetçi söylemin bir partiye özel olarak bir oy getirisi yok. Her ne kadar partiler ve kamuoyu, milliyetçi söylemin bir oy kayması yaratacağı umudunu taşısalar da bunun bir getirisi yok.
Ama bu şoven söylemlerin bir karşılığı var elbette. Şoven duyguların ve bazı toplumsal kümelerin lümpenleşmesini sağlıyor ne yazık ki. Bu lümpenleşme potansiyeli ise önümüzdeki dönemin belirleyici dinamiklerinden birisi olmaya aday. Mesnetsiz kabartılan duygular ve öfkeler, yarın çözümün önünde, önemli ve aşılması oldukça zor yeni psikolojik eşikler oluşturacak.  
 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"