11 Mayıs 2009

Değişimin temsilcisi AKP mi? (2)

AKP’nin ekonomik kalkınma programında bilinmedik ve özgün bir taraf yok.

AKP’nin ekonomik kalkınma programında bilinmedik ve özgün bir taraf yok. 80 Yıllık ekonomik kalkınma hedefini biraz konjonktürün de desteği, biraz da bütçe disiplini, özelleştirme gibi bazı alanlarda bir yere kadar başarılı yönetimle sürdürdü. Ama ekonomik kalkınma hedefinin küreselleşme-küresel rekabet boyutunu da kapsayacak biçimde revize edilmesi, gelir dağılımı, anti tekel yasalar, denetlenebilirlik, şeffaflık, kayıt dışılık, ekonomik kararlarda demokratik mekanizmaların geliştirilmesi gibi alanlarda geleneksel sağ iktidarların zaaflarını da taşıyor.
Ama asıl önemlisi küresel kriz karşısında da görüldüğü gibi risk yönetimi boyutunda ciddi zaafı olduğu ortada. Birçok örneğini gördüğümüz bu risk yönetimi anlayışındaki eksikliğin nedenleri ve kaynağı ayrıca tartışılmaya değer.
AKP’nin düzenle asıl çatışma alanlarından bir tanesi cumhuriyetin toplumsal modernleşme hedefine getirdiği yeni anlayış oldu.
Cumhuriyetin toplumsal modernleşme projesi AKP’den önce sorunlu ve yetersiz hale gelmişti zaten. Ulus devlet- monolitik toplum-mecburi vatandaşlık modeline göre kurgulanmış olan yapı doğal olarak tek tip vatandaş, tek tip gündelik hayat tanımlıyordu. Ekonomik kalkınma ve kentleşme ile de tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin başarılacağı, bunu doğal sonucu olarak cinsiyet dâhil her türlü farklılığın yok sayıldığı, akılcılığa dayanan değerlerin ve gündelik hayat ritminin geçerli olacağı varsayıldı.
Zihin haritası değişti
Fakat dünyadaki gelişmeler ve değişen zihniyet haritası, temsili demokrasinin ve modernleşmenin bizatihi kendilerinin ortaya çıkan yetersizlikleri ve problemleri, kimlik talepleri, çevre ve kadın hakları başta olmak üzere insan haklarındaki gelişmeler toplumsal modernizasyon projesinde reform ihtiyacını, bu projenin hem yeni yorumuna hem de demokratikleşme boyutuna olan ihtiyacı ortaya çıkardı. Fakat kurulu düzen ve ülkenin egemenleri irtica korkusuyla devlet reformlarında, Kürt sorunu korkusuyla yönetim ve yurttaşlık meselelerindeki reformlara ayak diredi. Zaten bu reformları yapma iddiası olan bir siyasi hareket de yoktu ortada.
İslami hareket son otuz yıldır modernleşmenin sorunlarına karşı geliştirdiği alternatif söylemle gelişti. Fazla tüketime eleştirisi olan, yaşamayan ve yetersiz hukuk düzenine karşı moral ve ahlaki değerlerde dini referanslara dayanan yeni söylem, son yıllarda sivil toplum örgütleri üzerinden dayanışma modeliyle de desteklenince AKP iktidarına uzanan yol açılmış oldu.
Doğal olarak bu süreçler çok daha karmaşık, çok daha farklı dinamiklerin ve aktörlerin etkisi altında ama AKP iktidarına giden yolu anlamak istiyorsak; muhafazakârlık artıyor, irtica yayılıyor tartışmalarını çözüme ve uzlaşmaya götürmek istiyorsak yaşanan bu süreçleri iyi-kötü şemaları ve yaklaşımları dışında anlamaya çalışmamız gerek.
AKP böyle bir sürecin sonunda iktidar oldu. Özellikle 22 Temmuz seçimlerinde aldığı oy oranıyla da kurulu düzenin ve iktidar yapısının içinde daha sert gerilime yol açtı. Kurulu düzenin ve egemen iktidar yapısının direnci elbette oldu, sürüyor da. Fakat AKP’de bu meselelere dair bütüncül bir yaklaşım, program, proje ortaya koymadı. Aksine yalnızca moral ve ahlaki meselelerde değil, hemen her alanda dini değerleri referans alan söylemler toplumda kutuplaşmaya giden ve var olan yolları asfaltladı.
Muhafazakârlığın referansları değişiyor
Toplumun genel karakterinin muhafazakâr olduğu biliniyor. Yani muhafazakârlık artıyor tartışmaları bir yerden sonra anlamsız. Muhafazakârlık artıyor şeklinde zaman zaman çıkan tartışmaların küreselleşmeden, değişen gündelik hayatın ritmine kadar bir dizi boyutu ve nedeni var. Ama muhafazakârlık artıyor mu? Bence hayır!
Gerçekte olan, muhafazakârlığın geleneklerden aldığı referanslarının dini referanslara dönüşüyor oluşu. AKP işte tam bu süreçte önemli bir aktör. Anlatmaya çalıştığım, bu toplumda ataya saygı, kadın gibi birçok alandaki referanslar geleneklerden besleniyordu. Gündelik hayattan bir örnek vermeye çalışayım. Örneğin büyüklerin yanında sigara ya da içki içmemek, flört etmek gibi meselelerde daha çok gelenekler öndeydi. Şimdi değişmekte olan şey bunların günah olduğu için yasak ya da kısıtlı oluşu. Yani dini kurallar giderek örf, adet ve geleneklerin yerine geçiyor.
Bu sürecin ne kadar, nereye kadar süreceği, kaç kuşağın bu süreciği yaşayacağı, bu sürecin sonuçlarının ne olacağı, toplumun ne kadarının bu süreç dâhil olacağı gibi meseleler bugünden kestirilemez. Fakat bu vakıanın sorun olup olmadığından öte dini kuralların ve dini kuralları referans alan davranış ve tutumların zamana nasıl direndikleri, direnebileceklerinin örnekleri ise insanlık tarihinde bolca var...
Eğer yeni bir toplumsal uzlaşma üreterek kutuplaşma belasından kurtulabilecek, şiddete ve çatışmaya girmeden toplumsal huzura erişebileceksek referansları, kaynağı ve meşruiyeti tartışılmaz dini kurallar üzerinden değil insan hakları ve hukuk gibi evrensel değerler üzerinden konuşmalar, tartışmalar, birbirini anlamalarla yani bu süreci doğru yönetmekle başarabiliriz.
Şimdiye kadar gördüğümüz o ki AKP bu süreci yönetmeye, toplumsal barışa ve huzura giden yolun projesinin sahipliğine aday değil. Aksine AKP meselenin bu boyutunda bizatihi kendisi kutuplaşmayı körükleyici aktörlerden birisi.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"