05 Nisan 2010

Değişiklik paketi tartışmaları üzerine - 1

Önce özetleyelim: Anayasa değişiklik paketinde 29 maddeyi üçe ayırmak mümkün...

Önce özetleyelim: Anayasa değişiklik paketinde 29 maddeyi üçe ayırmak mümkün. Birinci gruptaki maddeler neredeyse üzerinde tüm kamuoyunun olumlu mutabakatı olanlar: Kadınlar, engelliler, çocuklar ve yaşlılar için pozitif ayrımcılık, kişisel verilerin korunması; yurt dışına çıkış yasağını sadece mahkemelerin koyabilmesi;  iyi bakım hakkının bir çocuk hakkı olarak tescil edilmesi;  Yüksek Askeri Şura kararlarını kısmen de olsa yargı denetimine açılması; memurların toplu sözleşme hakkı gibi maddeler ve 12 Eylül darbecilerini yargılama yolunu açan Mevcut Anayasa’nın geçici 15. Maddesini kaldırılması.
İkinci gruptaki değişiklik maddeleri genel olarak olumlu bulunsa da geliştirilmesi, iyileştirilmesi tartışılan maddeler.  Memurlara toplu sözleşme hakkı verirken grev hakkının olmaması; ombudsman diye bilinen kamu denetçiliği kurumu ve  eksiklikleri; askeri mahkemelerin görev alanları ve Askeri Yargıtay’la ilgili maddeler ve yeni eklenen geçici maddeler.
Tartışmaların yoğunlaştığı ve asıl kıyametin koptuğu alan üçüncü grup maddeler. Anayasa Mahkemesinin yeni kompozisyonu ve yeni tanımlamaları, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeni kompozisyonu ve yeni tanımlamaları, parti kapatmalarını zorlaştırarak yeniden düzenleyen maddeler de bu gruptakiler.

Tartışmalar neyin üstüne?
Tartışmaları ikiye ayırmak mümkün: içeriğe ilişkin olanlar, süreç ve yönteme ilişkin olanlar. Tartışmalar bu ayrım kadar sade ayrıştırılabilir olsaydı bu kadar kıyamet kopmazdı.  O nedenle bu ayrımdan öncesi bir adım var: Yargı üst kurumlarında değişiklik yapalım mı yapmayalım mı? Bu değişikliği kim ve nasıl yapabilir? Soruları çoğaltabiliriz ama söylensin söylenmesin işin özünde var olan düzen değişsin mi değişmesin mi? Aslında şunu da not etmek gerekir var olan düzenin değiştirilmesi talebiyle bu değişimi Ak Parti öncülüğünde yapılması arasında da bir ayrım, paranoyalar, korkular, niyetler ve bunların tartışılması var.
Bu nedenle her şey birbirine karışmış durumda, serinkanlılığın ve bilginin daha az görüldüğü, her zamanki münazara mantığı ve dilinin hakim olduğu bir tartışma ortamı sürüyor. Sizleri bilmiyorum ama ben kendi hesabıma çoğu köşe yazarının ya da ekran yorumcusunu okumadan ve dinlemeden pozisyonlarının ne olduğunu ve gelecekte de ne olacağını biliyorum. Tartışılan konu ne olursa olsun çekişme aynı paradigmalar, korkular, paranoyalar, saldırganlıklar üzerinden devam ediyor.
Halbuki bu tartışmalar birbirimizi anlamak, dinlemek, dikkate almak ve yeni bir toplumsal mutabakat ve toplumsal huzur için bir fırsat olabilir. Bunun için sade vatandaş indinde genel bir mutabakat olduğunu düşünüyorum ben. Var olan düzenin ve 12 Eylül anayasasının değişmeden sürdürülebilmesinin toplumca kabul edilmediğinin ve de gelecekte de edilmeyeceğinin yüzlerce belirtisi var.

Yargı reformu
Demokrasi gibi daha ulvi söylemler üzerinden değil daha sade gündelik hayat üzerinden kendinize bir an sorun bakalım: Bugün siz, her hangi bir miktar alacak verecek davası için veya kiracı-ev sahibi anlaşmazlığı için ya da hakkınızı aramak adına kamuya karşı bir dava açar mısınız? Açmaya kalksanız ne kadar adaletten umutlusunuz? Adaletin ne zaman ve nasıl tecelli edeceğine güveniniz var mı? Yani adaletten umutlu, güvenli ve emin olarak hak arama yollarını kullanır mısınız? Yoksa umutsuzluktan, gecikmelerden, sürünmelerden dolayı adalete başvurmak düşünce silsilesinde son çare haline mi geldi?
Yalnızca siyasi davalarda değil, sıradan gündelik anlaşmazlıkların çözümünde bile giderek yargıyı ve hukuku devre dışı bırakmaya, en azından güvenimizi tümüyle yitirmeye başladık. Bu ülkede Hrant Dink’in katillerinin davası üç yıldır sürüyor ve hala gerçek katiller ve arkalarındakiler ortaya çıkarılamadı ama def çalarak terörü övdü diye suçlanan delikanlının davası dört ayda tamamlandı ve 11 yıl 8 ay ceza verildi.
Sade, gündelik hayatın dert ve sorunlarına dair davalarda ne olduğunu yazmaya gerek yok. Eminim hepimiz, kendimizden ve çevremizden yüzlerce örnek sayabiliriz. Cevabın net olduğunu düşünüyorum. Hiç birimiz bu günkü yargıya ve adalete güvenmiyoruz. Biz okumuşlar güvenmiyoruz da, sade vatandaş güveniyor mu dersiniz?
Çok açık ki bu ülkede kapsamlı bir yargı reformuna, hatta yargıyı baştan aşağıya yeniden yapılandırmaya ihtiyaç var. Yine çok açık ki yüzlerce kez yazdığımız, söylediğimiz gibi yeni bir toplumsal mutabakata ve bu mutabakatın yeni anayasasına ihtiyaç var. Bu anayasa ve yargı, günün, gündelik hayatın, çağdaş dünyanın, evrensel değerlerin gerisinde kalmış bir deli gömleği. Sade vatandaş için de böyle aydınlar veya okumuş yazmışlar için de böyle.
Yarın: Referandumda neyi oylayacağız?

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"