23 Ekim 2011

Çukurca’dan sonra

Çukurca saldırısı sonrası Kürt meselesinin farklı boyutlarında...


Çukurca saldırısı sonrası Kürt meselesinin farklı boyutlarında ve farklı aktörlerinde zihni kırılmalar olacağı kanaatindeyim ben. Çukurca saldırısı birçok şeyi etkileyecek.
Elbette şu olacak, şöyle olacak benzeri kesin öngörülerde bulunmak doğru değil, olanaklı da değil. Çünkü Kürt meselesi gibi çok aktörlü, çok boyutlu bir karmaşıklığa gelmiş bir meselede hangi aktör veya olayın neyi, ne kadar ve ne yöne doğru etkileyeceği belirsizdir. Kaldı ki günümüzün hayatının da dolayısıyla Kürt meselesinin de temel karakteristiklerinden birisi belirsizlik, daha doğrusu bir sonrasının kesinlik içinde öngörülememesidir. Kanımca kesin olan Çukurca’nın, eylem biçimi ve zamanlaması nedeniyle bile, Kürt meselesinin otuz yıllık gelişiminin içinde bir viraj olacağıdır.  
Bu nedenle aktörler ve meselenin farklı boyutları üzerinden olası değişiklikleri konuşabiliriz. 

1.
Terörle mücadele zihniyetinde kırılma yaratacaktır. Otuz yıldır “terörle mücadele” ettiğinizi sanıyorsunuz, bitti-bitiyor dediğiniz bir örgüt var karşınızda, ama o örgüt aynı anda birçok hedefe ve oldukça büyük yerleşik hedeflere aynı anda saldırabiliyor, saldırmayı göze alıyor. Demek ki hala karşınızdaki örgütü, yapabileceklerini eksik veya hatalı tanımlıyorsunuz. Şimdi olayın sıcaklığı geçince herhalde ilgilileri serinkanlı bir değerlendirme yapacaklardır. PKK içinde bölünme var, bu eylemler şahin kanadın eylemleri türü varsayımların yanlış çıktığı ortada. Yalnızca silahla, orduyla, polisle bu sorunun küçülmediği, aksine daha cüretkar saldırganlığa yol açtığı da görüldüğüne göre hala Kürt meselesini teröre rehin etmeye devam mı edilecek, yoksa kapsamlı ve bütüncül politikalar demeti mi geliştirilecek, göreceğiz.


Güvenlik hünerimizi de tartışmanın zamanıdır

2.İster yalnızca terör ister daha geniş perspektiften Kürt meselesi diye bakın, yalnızca profesyonel açıdan bile hatalar meydanda. Ne istihbarat edinme ve değerlendirme, ne donanım, ne beceri açısından güvenlik güçlerinin yetersizliği ortada. Son yılları iktidar ve ordu çekişmesi zannına heba ettik. Şimdi artık açıkça ve gocunmadan ordunun ve polisin zaaflarını, eksikliklerini konuşmanın zamanıdır. Bu tartışmayı siyaset üzerinden yaptıkça profesyonel hüner, organizasyon, donanım eksiklikleri hep göz ardı edilmişti. Bu saldırı ile artık yalnızca siyasi açıdan değil, profesyonel ve mesleki açıdan da konuşmanın zamanının geldiği ortaya çıktı. 

3. 
Ak Parti ve Başbakan, bir yandan demokratik açılım, yeni anayasa, hak ve özgürlükler söyleminin hala öncü sahibi iken öte yandan da şovenlik fışkıran söylemleri kullanabiliyor. Ama asıl Ak Parti Kürt meselesine bireysel hak ve özgürlükler üzerinden ve ekonomik kalkınma ve kamu hizmetleri açısından bakıyor. Son yıllarda yoğun bir hizmet götürme çabası yanı sıra demokratik açılım söylemiyle ve dolayısıyla yeni anayasada bireysel hak ve özgürlüklerin kapsamının genişletilmesiyle sorunu çözebileceğini sandı. Ama Kürt meselesinde istenen somut ilerleme sağlanamadıkça da giderek öfkelendi. Çünkü demokratik açılım söylemine ve bunca yoğun hizmet götürme çabasına karşın ilerleme olmadıkça kendi eksik bakışını kritik etmek yerine karşısındakilere, önce BDP’ye, sonra PKK’ya ve anımsayacaksınız en sonunda da BDP adaylarına oy veren 2,5 milyonu aşkın Kürt seçmene öfkeli bir dil tutturdu.  Şimdi Ak Parti ve hükümet daha da sertliğe mi yönelecek, yoksa daha kapsamlı bir iç değerlendirme yapacak ve politika mı değiştirecek göreceğiz. Ama ilk tepkilerin çok da olumlu değişim beklentilerini artırmadığı çok açık.

Nefret diline teslim olacak mıyız?

4. 
Kürt meselesinin giderek katman değiştirdiği, devlet-birey arası bir sorun olmaktan toplumun iç sorunu haline dönüştüğü görülüyordu. Çukurca saldırısı bu katman değişikliğinin tescilini ve ilanını sağlayacak. Son üç gündür gözlenen tepkiler “barışa çağrı” değil “terörü lanet, PKK’ya öfke” dili ağırlıklı sürdürdükçe, medyada ve hatta kadın programlarında bile tutturulan hamaset ve ölümü kutsama dili giderek “nefret diline” dönüşebilir. Asıl problem de nefret dili bu denli büyük toplumsal taban ve kabul gördükçe başlayacaktır.  Gerçekte ise hem Türklerin hem de Kürtlerin yüreklerinde umuttan çok korku bir doz daha çoğalacaktır. Çoğalan korkunun siyasette, medyada, gündelik hayatta nelerimize mal olacağını, korku politikalarını kullanma hüneri olanların nasıl mevziler kazanacaklarını göreceğiz yakın zamanda.

5.
BDP bir kez daha şunu düşünmelidir: Sivil siyasetin sağladığı alanları kullanma konusunda eksiklik ve hatalarını onarmak ve geliştirmek yerine, kendini hala Ak Partinin ve PKK’nın onu ittiği, sıkıştırdığı alanda kalmaya devam ettikçe varlığının anlamı olmayacaktır.  Üstelik bu seçimde bir blok oluşturduğu diğer aktörlerin de bu sıkışmışlığa razı olmayacakları beklenir. Muhtemeldir ki, kamuoyuna yansısa da yansımasa da bloğun aktörleri arasında bu tartışma yaşanmaktadır. Bu tartışma sivil siyasete ağırlık vermek yönünde, kendini kritik etmek ve geliştirmek yönünde sonuç üretebilir. Ya da blok yakın zamanda çatlar, bazı milletvekilleri bloktan ayrılır. 

Kürt meselesi başka ülkelerin değil bizimdir

6.
Dış politikada ve bazı ülkelerle ilişkilerde değişimler olacaktır. ABD’nin Irak’tan çıkacak olması ve ertesindeki Irak ve Orta Doğu planları, Suriye’de Esat’ın diktatörlüğünün daha ne kadar süreceği ve bu uğurda Esat’ın göze alabilecekleri, İran’ın Orta Doğu ve Suriye üzerine planları, İsrail’in Orta Doğu planları ve Türkiye ile var olan gerilimi, Kuzey Irak Kürt yönetiminin var olma ve kalkınma planları içinde Türkiye’ ile ilişkileri gibi onlarca değişken var. Hangi aktörün ve değişkenin ne zaman ve nasıl öne çıkacağını bilemeyiz. Kürt meselemizin de hangi aktörün hangi eylemiyle nasıl etkileneceğini bilemeyiz. Burada sorun Kürt meselemizi bizim bir sorunumuz olarak mı yoksa başkalarının müdahil olabildikleri bir sorun olarak mı görüp, görmediğimizdedir. Ama böylesi çözümsüzlük hali sürdükçe de başkalarının da derdi olmayı sürdürecektir.
Kürt meselesi bizim sorunumuzdur. Bu sorunu çözmeden, çözemeden sürdürdükçe de bölgeye dair her bir aktörün senaryosunda yer bulacaktır. Bunu engellemenin yolu o aktörlere kızmak değil, kendi sorunumuzu yönetmek ve çözmek becerisini göstermektir.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"