14 Ocak 2013

Çok anahtarlı kapı

Bu denli karmaşık, çok boyutlu, çok aktörlü hâle gelmiş Kürt meselesi yalnızca iki kişinin bir masaya oturması, anlaşması ve el sıkışmasıyla çözülebilir mi?

Bu denli karmaşık, çok boyutlu, çok aktörlü hâle gelmiş Kürt meselesi yalnızca iki kişinin bir masaya oturması, anlaşması ve el sıkışmasıyla çözülebilir mi? Bu iki kişi, hangi güçte, hangi yetkilere sahip olursa olsun, ikisinin anlaştık demeleri yeter mi?

Çözüme yetmeyeceği açık. Yine de o iki kişinin çözme arzu ve kararlılıkları çözüme giden yolun bin adımından birincisi. Yalnızca bu nedenle bile çok önemli ve değerli.

Siyasi, toplumsal, kültürel ve ekonomik boyutları iç içe geçmiş bir Kürt meselesi çözülmesi gereken. Öte yandan da bölgesel boyutuyla ve ilgili aktörlerinin çeşitliliğiyle küresel dinamiklerle de etkileşim gücü oldukça yüksek.

Bu denli karmaşık bir mesele için hiçbir aktörün başlangıçta yazacağı bin adımın geçerliliği yok. O nedenle Kürt meselesi için bir çözüm planı konuşulamaz. Ancak farklı dinamikler ve kavşaklar için farklı senaryolarınız olabilir.

O nedenle “çözüm planı” değil “çözüm süreci” konuşabiliriz.

Bu noktadan baktığım zaman ortada dolaşan çözüm planları denen şeyleri bürokrasinin ve hükümetin plan taslakları olarak okumak daha doğru. Hangi aşamada, neyin, hangi dinamikleri, nasıl etkileyeceği belli olmadığına göre yapacağınız en iyi şey, farklı senaryolar hazırlamak birincisi. İkincisi de bu senaryoları gerektiği anda, gerektiği hız ve kıvraklıkta değiştirme esnekliğine sahip siyasi ve bürokratik ekibi oluşturmak. 

Kürt meselesi özü itibariyle siyasi bir mesele. Siyasi bir meseleyi yalnızca siyasi çoğunluğun gücüyle çözemezsiniz. Ancak diğer siyasi aktörleri de sürece dahil ederek, siyasi zemin ve araçları kullanarak başarılı olabilirsiniz. Farklı senaryoları uygulamaya koyabilme esnekliği ve kıvraklığı için de diğer siyasi aktörlerle temel bazı ilke mutabakatlarını yapmanız gerekir.

Çünkü Kürt meselesinin çözümü çok anahtarlı kasayı açmak demek. Anahtarlar hem meselenin farklı boyutlarında gizli hem de ikiden fazla aktörün elinde. Anahtarları herkes aynı anda çeviriyorsa kapı açılabilir. Bu durumda da anahtar sahibi herkesi sürece dahil edebilmeniz gerekir. Bir de farklı senaryoların ana varsayımları ve ana kırılma, farklılaşma anları için temel mutabakatları üretmiş olmanız gerekir.

Yalnızca teknik seviyeden bakılınca bile sürecin başarıyla yönetilmesi için yapılması ve kollanması gereken çok şey var. Bu da önümüzde çok uzun bir sürecin olduğunu gösteriyor.

Elbette siyasetin temel hedefinin yalnızca silah bırakmaktan ibaret olmadığını varsayarsak. Ama 2012 Türkiye’sinde ve dünyasında hâlâ meseleyi terör sorunu sanıyorsanız başka.

Her şeye karşın bu kez gözlenen kararlılık şu âna kadar ki en önemli kazanım. Kararlılık yalnızca hükümette de değil, BDP’de de, içindeki engellemelere karşın CHP’de de, asker ve sivil bürokraside de ve daha önemlisi Türk, Kürt genel kamuoyunda da kararlılık gözleniyor. Şu âna dek bu kararlılığı sağlayan şey henüz umudun kendisi değil, herkesteki umutlanma arzusu. Umudun gelişmesi, güçlenmesi bundan sonraki adımlara bağlı olacak. 

Bu noktada en önemli şey sürecin şeffaflığının sürdürülmesi.

Daha da önemlisi siyasi tarafların birbiriyle, yüz yüze konuşması gerekenleri kameralar ve gazeteciler aracılığıyla söylememesi.

Süreci provokasyonlara açık hâle getiren şey yalnızca meselenin kendisi ve bazı aktörlerin kötü niyetleri değil. Gerekli, gereksiz her kamera ve gazeteci görüldüğünde söylenenlere bakılırsa iki şey gözleniyor. Ya ajitasyon yapılıyor ya da herkes bir biçimde kendi kırmızıçizgilerini ilan ediyor dolaylı yoldan.

Hâlbuki çözüme uzun bir sürecin sonunda ulaşacaksak, nerelerde, hangi konularda, nasıl mutabakatlar üreteceğimizi hiç kimse bugünden bilemez.

Başlangıçtaki her kırmızıçizgi süreci yaralar.

Her ajitasyon ya kendi arkanızdakilerin ya da karşınızdakilerin duygularını kabartır ki bu aşamada ihtiyacımız duygu kabarmaları değil, serinkanlılıktır.

 

(Taraf - 14 Ocak 2013)

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"