17 Haziran 2011

12 Haziran’ın Ardından (5)

Seçim sonuçlarını anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığımız dizinin...


Parti seçmenlerinin profilleri

Seçim sonuçlarını anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığımız dizinin bu son bölümünde bazı araştırma bulguları üzerinden parti seçmen profillerine yakından bakmaya çalışalım. 
AK Parti seçmeniyle ilgili sıkça yapılan spekülasyon eğitimsizlerin AK Parti’ye oy verdiği yönünde. Ya da CHP’nin yüksek eğitimlilere sıkıştığı yönünde. Son iki genel seçimin birer hafta öncesinden yapılmış araştırma bulgularıyla hazırlanmış aşağıdaki grafiğe bakalım.
AK Parti seçmeni içinde lise altı eğitimliler 2007’de yüzde 77 iken, şimdi 69’a gerilemiş. Buna karşılık bir önceki seçimde yüzde 19 olan lise eğitimliler 22’ye, yüzde 5 olan üniversite mezunları yüzde 9’a yükselmiş. AK Parti tabanındaki bu gelişme, partinin yalnızca kıyılara doğru da yayıldığı gözlemi yanı sıra dünkü bölümde de analiz etmeye çalıştığımız gibi gelir seviyeleri ve eğitim seviyelerine göre dağılımlarda da yayılmanın işareti. AK Parti’nin kapsama alanı genişliyor denebilir kısaca.
Buna karşılık CHP oyu içinde 2007’de yüzde 20 olan üniversite eğitimliler şimdi 19’a, yüzde 31 olan lise eğitimliler de 29’a düşmüş. CHP’nin tabanında da küçük de olsa bir hareketlilik olduğu söylenebilir. Ya da bu oransal değişme partinin oyunun iki genel seçim arasındaki artışının sonucu olabilir.
Önceki genel seçimde 44 yaş üstü, üniversite eğitimli kadınların yüzde 61’i CHP’ye oy verirken, şimdi bu oranın 50’ye düştüğünü de küçük ama anlamlı bir not olarak ekleyelim.  

Yardımlar ile oy ilişkisi sanıldığı kadar anlamlı değil

Sosyal devlet uygulamaları kapsamındaki yardımların seçmene rüşvet olup olmadığı, seçmenin bu tuzağa düşüp düşmediği çokça tartışılan bir başka seçim efsanemiz. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi yardım alanların yardım kaynağına göre tasnif ederek siyasi tercihlerine bakıldığında, yerel yönetimlerden yardım alanların yüzde 59’u AK Parti’ye, yüzde 15’i CHP’ye oy veriyor. Kaymakamlık, valilikten yardım alanların ise yüzde 48’i AK Parti’ye, yüzde 12’si CHP’ye oy veriyor. Dernek, Vakıf gibi sivil toplum örgütlerinden yardım alanlarda da yüzde 58 AK Parti, yüzde 14 CHP tercihi gözleniyor.

Bu grafiğin ima ettiği iki şey var. Birincisi; yerel yönetimlerde ve yardım, hayırseverlik amaçlı sivil toplum kuruluşlarında AK Parti daha örgütlü ve daha başarılı. Bu da oy tercihine bir ölçüde yansıyor. Fakat yardım ile oy tercihi arasında bire bir ilişki olduğunu iddia edecek bir bulgu da yok. 
İkincisi; en yüksek oranda yardımlarla geçinebilenler Kürt yurttaşlar. Görüldüğü gibi onların oy tercihlerinde de yardımdan dolayı bir sapma yok, aksine BDP kendi ortalamasının üzerinde. 

Seçmen için sol –sağ ayrımı ne kadar geçerli?

Dünkü bölümde de not etmeye çalışmıştım. Seçmen dediğimiz bireyin veya oluşan toplam irade ve tercihin tek bir açıklaması, tek bir sihirli boyutu ya da unsuru yok. Hayatın ve siyasetin de geldiği karmaşıklık için de her bir birey de toplum da zihin, gönül, beden ve çevre ilişkisi içinde, yaşadıkları, algıları, beklentileri, korkuları, umutları ve değerleri gibi karmaşık süreçler içinde karar oluşturuyor. Açıklayıcılık açısından bazı tanımları kullanıyor olsak da bu karmaşıklığı tek bir cümle veya eksenle açıklamak eksikli ve hatalı olacaktır.
Benzer kolay açıklama çabası sol-sağ meselesinde de gözleniyor. Benim tezim ise sol-sağ meselesinin eski açıklayıcılık gücünde olmadığı. Kültürel boyutun ve kimliklerin bu denli ağırlıklı olduğu dünyada eski ekonomik sınıflar ve ideolojiler her meseleyi kapsamak ve açıklayabilmek gücünden yoksunlar.
Yine de seçmene “siyasi kimlik olarak hangisinin kendisini tanımladığı” sorulduğunda, yüzde 38 oranındaki seçmen “bu tanımlar artık benim için geçersiz” cevabı veriyor. Sağ diyenler yüzde 25, ortanın sağı ya da merkez sağ diyenler yüzde 4, merkez diyenler yüzde 12, ortanın solu diyenler yüzde 4, sol diyenler yüzde 18. Birincisi bu cevap dağılımı bile hem tanımın yetersiz kaldığını hele merkez sağ, merkez sol tanımlarının ise seçmen indinde hiçbir açıklayıcılığının kalmadığını gösteriyor. 
Siyasi tercihlerle bakıldığında, AK Parti seçmeninin yüzde 41’i, CHP seçmeninin yüzde 31’i, MHP seçmeninin de yüzde 29’u da sol-sağ tanımını geçersiz buluyor. AK Parti seçmenin içinde yüzde 37’si kendini sağ olarak tanımlarken, bu oran MHP seçmeninde yüzde 51.  CHP seçmeni içinde kendine sol ve ortanın solu diyenler yüzde 59 iken, BDP seçmeninde bu oran yüzde 51. Seçim öncesi çok tartışılan CHP’nin merkez sağa açılımını anımsarsanız, seçmen içinde bunun karşılığı yalnızca binde 3. 

Yukarıdaki bu grafik CHP seçmeninin yalnızca sol-sağ tanımında değil, AK Parti seçmenine kıyasla meselelere daha ideolojik baktığını da gösteriyor. Nitekim aşağıdaki grafikte de görüleceği gibi, seçmen davranış türüne göre bakıldığında da CHP seçmeni diğerlerine kıyasla daha ideolojik seçmen davranışı gösteriyor.



AK Parti'de lider takipçiliği CHP'den yüksek

AK Parti seçmeninin yarıdan fazlası lider takipçiliği yaparken, CHP seçmeni arasında lider takipçileri yüzde 23 oranında. CHP seçmeninin yüzde 38’i ideolojik nedenlerle partisine oy verirken, yüzde 19’u da taraftar seçmen dediğimiz, partisiyle duygusal ve taraftarlık ilişkisi olan seçmen davranış türü gösteriyor.
AK Parti tabanında da Tayyip Erdoğan karizması, gücü ve ağırlığı tartışılmaz görünüyor. Nitekim araştırmalarda “gönlünüzdeki Başbakan” şeklindeki bir soruda da partisinden fazla ve partisinin dışındaki seçmenden de onay alan tek lider olarak Erdoğan öne çıkıyor.

Yalnızca bir partinin seçmeni mi demokrat?

Bu diziyi son bir araştırma bulgusu ve grafiğiyle bitirelim. 
“Seçmek zorunda kalsaydınız aşağıdakilerden hangisi? 
1) Ülkede düzeni korumak. 2) Devlet kararlarında vatandaşların daha fazla söz hakkı olmasını sağlamak. 3) Daha insancıl bir topluma doğru ilerleme. 
Bu soruya verilen cevapların aşağıdaki grafiğine bakıldığında, demokrasinin ya da düzeni korumak kaygısının tek bir parti tabanının tekelinde olmadığı görülüyor. Aralarında farklar olmakla beraber herhangi bir parti tabanının yalnızca istikrar veya demokrasi veya insancıl bir toplum hayalini tek başına sahiplenmediği, hemen her parti tabanında üç tercihin de kayda değer oranda olduğu görülüyor.
Tümünde de insancıl toplum olma hayali daha yüksek oranda söylenirken, MHP tabanı içinde istikrar, CHP tabanı içinde demokrasi, AK Parti tabanı içinde de düzeni korumak diğerlerine kıyasla biraz daha öne çıkıyor.


'Asker gerektiğinde yönetime el koyabilir'

Ama ilginç olan, seçimden hemen önce 21 Mayıs’ta başka bir amaçla yapılmış diğer bir araştırmada da CHP’ye oy vereceğini söyleyenlerin yüzde 49’u “asker gerektiğinde yönetime el koyabilir” diyor. Bu çelişkili gibi görünen iki bulgu bile tek bir açıklama ile seçmenin tercihlerinin ve kimliğinin açıklanamayacağını gösteriyor. 

Birazcık anlama çabası lütfen

Bu bulgu bile bazı ezberleri yeniden sorgulamamız gerektiğini gösteriyor. Bu diziyi sonlandırırken ilk gün yazdığımı yeniden vurgulamak istiyorum. Birincisi; 12 Haziran’ın en önemli sonucu hangi partinin yüzde kaç oy ve kaç milletvekili çıkardığı değil, oluşan siyasi dengenin kendisidir. Bu nedenle her bir aktör kendi oyunu ve tabanını analiz etmekten daha çok dengenin öbür tarafını analiz etmeye, anlamaya ve uzlaşmaya çabalamalıdır. 
İkinci olarak; bu anlama çabasının zorunlu kıldığı şey de siyasette yeni bir dil üretmek gerekliliğidir. Eski dilden bu anlama ve uzlaşma arayışının sonuç vermeyeceği de açıktır. O nedenle herkes önce mutfağına kapanmalıdır. Siyasi kavgalar için önlerinde daha çok gün ve mesele var nasıl olsa...

B İ T T İ

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"